YKP Yürütme Kurulu üyesi Alpay Durduran Eroğlu’nun imzaladığı son antlaşmayı değerlendirdi. Konu ile ilgili açıklama şöyle:
Cumhurbaşkanı dahil hiç bir yönetici anayasa ve anayasada açıkça gösterilen yetkiye göre yapılan yasalarda belirlenen yetkiler dışında yetki kullanamaz. Her hangi bir yasa yapılırken meclis komitesi önce anayasanın verdiği bir yetkiye göre yapılıp yapılmadığını denetler sonra da anayasa aykırı bir içeriği olmadığını tespit eder, yoksa reddeder. Hiçbir kural kişinin nasıl seçildiğine göre icat edilemez.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiğine ve devletin başı diye adlandırıldığına göre anayasada ve yasalarda olmayan bir yetki sahibi oldu diye kuruntu yapamaz.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği ve devletin başı olarak anıldığı için uluslararası antlaşma yapma yetkisi vardır demek sözde hukuk devleti olan geri kalmış askeri veya başka türlü diktatörlüklere benzer düşünce sahibi olmak demektir. Hitler bile bu gibi iddialarla anayasa dışına çıkmış ve Almanya ile dünyayı felakete sürüklemişti.
Maalesef ülkemizin de hukukun dışına çıkıp baştan savma bir yönetime sürüklenmesine kapının açık olduğunu gösteren gaflet içinde bir yığın insanın yaşadığı bir ülke olduğu görülmektedir. Eski cumhurbaşkanı Talat’ın da benzer düşüncelerle cumhurbaşkanına yetkiler atfettiği görülürse endişe etmemize neden bulunduğunu görmekteyiz.
Konu imzalanan antlaşma değil çok daha kapsamlıdır.
Hükümet antlaşmayı mecliste onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek diye ilan ettiğine göre sonunda yola gelinmiştir ama önceden hükümetten antlaşmanın ne olacağı ve kimin nasıl imzalayacağı kararlaştırılmamışsa sonradan başbakanın kabul edip meclis onayına sunması zevahiri kurtarmaktan başka bir şey değildir. Cumhurbaşkanına olmayacak bir yetkiyi vermeye hazır oldukları ortadadır.
Cumhurbaşkanı anayasaya göre yaptıklarından sorumlu tutulamaz çünkü ve bu nedenle sorumlu tutulabileceği bir iş yapamaz. Bir antlaşma yapmaktan sorumlu tutulamaması için antlaşmanın içeriğini kendisin belirlememesi şarttır.
Zaten seçildim dolayısıyla görüşmeci benim demesi de sakattır.
Ne yazık ki Türkiye’nin alt yönetimi olarak nitelenen idaremiz kendi hukukunu tanımadan salaş bezirgan gibi davrananların elindedir.
Nitekim Kıbrıs’ın güneyindeki deniz dahil her tarafta hidrokarbon araması için TPAO’ya yetki verdiği için Türkiye’nin teşekkürlerini kabul etmesi gibi antlaşmayı da görmeden ve Kıbrıs’ın haklarına sahip çıkıp çıkmadığını gösterme çabasına bile girmeden imzalaması gelen talimatı aynen uygulama çabasından başka bir şey olmamıştır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sadece kendinin düşündüğü şekilde hak sahibi olduğunu destekleyen bir tutum içine girilmiş ve Kıbrıs’ın hakkının nerede başlayıp nerede bittiği hakkında bir belirti verilmemiştir. İhtilaflı sular olduğunu Türkiye kabul edip ona göre hareket ederken Kıbrıs Türk tarafı Türkiye’nin yanında yer almıştır. Rum tarafı ile ihtilaflı konular yetmezmiş gibi bir de denizlerde ihtilaf yaratılmıştır. Kıbrıs sorununa etkisi hiç dikkate alınmamıştır. Deniz hukukunun verdiği olanaklar es geçilmiştir.
Rum tarafı denizlerdeki ihtilafta Kıbrıs’ın haklarını savunmak için Kıbrıs Türk tarafının desteğini alamayacağını görmektedir.
Bu hal ile Kıbrıs’ta çözüm ham hayaldir. Hukuk tek güvencedir ama savunan bir idare yoktur.