Bu bir ilk değil. “Maliye bakanının uygun bir kalemden ödemesi” söylemiyle alınan bakanlar kurulu kararlarıyla harcama kararlarının alındığı ve meclisin bütçe yasasında belirtmediği kadar ve yerden ve cinsten borçlanma kararlarının verildiği bir ülkede memur maaşlarının ödenmesinde sıkıntı yaşanması kaçınılmazdır.
Meclis artık toplanmayan sosyal ve ekonomik konsey kararlarına ve yayımlanan yıllık programa göre bütçe yapar ve nerden ne gibi para elde edileceğini kararlaştırır. Hatta anayasaya göre uzun vadeli plan da yapılmış olmalıdır. Bunların bir manası varsa yani anayasaya uygun icraat varsa soysal ve ekonomik transfer denilen harcamalar yıl başında şeffaf bir şekilde mebusların anladığı şekilde ortada olurdu. Mebusun kürsüye çıkıp da “tarıma verilen desteklerin miktarını ve yerini” sorduğunda bakanın ben “bilmem” demesine şaşılırdı. Amma çiftçi, hayvancı bile maliyet hesabı yapmak için bunları bilmez ve bulanık suda avlanmaya kalkar.
Memurlar ödenemez, çifti hayvancı araçlarla yolları işgal eder ve bakan da “hep memuru düşünecek değiliz ya” diye gevezelik eder.
Bir olay olsa devlet ani harcama yapmak zorunda kalır. Kapitalist ekonominin babası Adam Smith ekonomik durgunluk ihtimali varsa kesenin ağzını açmalı dediydi; bunların kese hep delik. Sıkıntı halinde, doğal afet bile olsa guruşu yok. Kapitalistleri bile devlet desteği ile palazlandırır, devlet teşvikleriyle yürütür sonunda da harcamaya gücü kalmaz, bankaların kaynaklarını en fazla tüketen kurum olarak durgunluğun baş faktörü olur. Tabii beğenmediği kapitalisti cezalandırıp sol söylemler kullanmalarını da engeller. O da kalkar “borcunu vermeyen yalnız ben miyim” diye kendini savunur.
Var mı bir mahkemeye başvurma hakkımız ki bütçede verilmeyen yetkiyi kullanıp devleti yani bizi borç altına soktu diye dava açalım? Yok. Var mı mahkemenin böyle bir yetkisi olmalı diyen? O da yok. Amma dünyayı güya hepimiz de biliriz, konuştuğumuzda dünyada böyle bir şey yok deyip ahkam keseriz madem bakın Amerika’ya yurttaşın yürütmenin kararlarına yetkisizlik davası açıp “hazinenin bekçiliği hakkı”’nı kulanlar var. İngiltere’de mebuslar tek tek bu hakkı kullanırlar.
“Maliye bakanının uygun göreceği bir kalemden karşılanmak üzere” diye alınan kararlar açıkça yetki suiistimalidir. Hükümet de bakanlar da o harcamaya meclisin yetki verdiğini bilseler veya umursasalardı bütçede uygun kalemi bilirlerdi. Maliye bakanının aramasına yani kitabına uydurmasına ihtiyaçları olmazdı.
Mali denetim yolsuzlukların önlenmesinin temel aracıdır. Lakin meclis yolunu göstermemişse ve hükümet kitabına uydurmakla meşgulse önlemez. Yolsuzluğun önlemesi yolun belirlenmesine bağlıdır. Önce para nerden gelecek, nereye gidecek ve yolu boyunca hangi izleri bırakacak diye saptanır ve bunlardan sapmalar tespit edilir ki mücadele edilir.
Gazeteler hastaneye tayin edilip belediyeden ödenmeye devam edilen kişilerin hikayelerini verir ve kimse tınmazsa orada memurların ne devletten ne de belediyeden ödenmeleri düzenli olamaz.
Ekonomik kalkınma ne kapitalist yolla ne de sosyalist yolla böyle bir idare ile olamaz. Teşvikler deyip her işe teşvik vermeye kalkarak sakat yatırım mezarlıkları kurulmasının nedeni budur. Bu mezarlıkta kumarhane leşi bile bulunuyorsa şaşmamak gerek.
Bunlara adam kayırma sanatının ustalarının iktidar olduğu zamanda, “politik kararlar” deyip “popülist politikalar” deyip aşağılanan temel kararların alındığı bir ortamda bile bunları önleyecek bir sistem vardır. Sistem kendi kendini ayıklayacak şekilde inşa edilebilir ama buna inanan da kalmadı. Böyle bir sistemi kuralım destekleyin deyince hayal kuruyorsun derler. Dinlemeye bile yanaşmazlar. Bizim halkımız artık buna alıştı. Alışmamalı ve partilerin içinde yetkililere öyle bir sistemi kurmak için çalışmalarını dayatmalıyız. “ben emekçilere ve fakir halka veya üreticiye destek olacağım” diyene böyle bir sistemin kurulmaması halinde kendine bile hayrın olmaz demekten kaçınmamalıyız. Lakin önce öyle bir sistemin kurulmasına inanmalı ve içimizden bir çoğu öyle bir sistemin nasıl olduğunu yeteri kadar bilmelidir. Bilinirse halkın içinden birilerin de buna desteğe ikna edip mücadeleyi kazanabiliriz.
Bakın Hristofias’ın içine düştüğü duruma. Maliyeyi Kıbrıs’ı ilk defa borçlarını ödeyemez hale düşürdü, Maastricht kriterlerini başından sonuna en iyi karşılayan üye adayı devlet olmaktan utanç verici bir iflasa sürüklenmiş devlet haline getirdi. Bakın haline devasa bir patlayıcı deposunun halini kendisine haber vermeyi bile akıl etmeyen yakın çalışma arkadaşlarının elinde kaldı. BM ambargosunu delmeye karar veren ve entrikalar çeviren dışişleri bakanlarının eline düşmeyi bile kabul edip “diyalog” ile uyum içinde hükümet etmeye kalktı.
Sistemi bozan Rum laçkalığı sistemin soruşturma komitesinin şamarını yedi. Milli adı takılan garagözlükler için memurları hukuk dışı işlerde kullanmanın cezasını hep birlikte çekiyorlar. Ekonomi de bundan payını alıyor. Türklerin tapu işlemlerini geciktirin, bıktırıcı olun diye talimatlar verilen memurlar bir kere hukuk dışına çıkmaya davet edilirse iş sonunda menfaat için de hukuk dışına çıkma cesaretini kazanır. Yasaya Türklerin işlerini geciktirin diye yazamazlardı, çiğneyin dediler. Yasaya Türklerin mallarını raflara koymayın diyemezlerdi, demeçlerle cesaretsizleştirmeye kalktılar. Siyasi demeçlerden korkan bir halk yarattılar. Sıcaktan eğrilen kasaların içindeki patlayıcıları görenlerin milli konu deyip susmalarına neden oldular. Hristofias’a bilgi vermeyi düşünmeyen siyasi atamışların açığını “bunlar tehlikeli” diyecek kadar cesur olanlar kapatırlardı ama basına bildirse “Türkler de duyar skandal olur” diye mahalle baskısına boyun eğmeye alışkın kişiler çoğaltılmıştı.
Sin da gülle geçiyor deyip sindiler patlama elektriksiz bırakıp ekonomiyi de darbeledi ve Türk’e muhtaç oldular. “Biz size kırk yıl bedava verdik, biraz da siz bedava verin bile diyemediler.
Bakın ve örnek alın. Anayasada güvenceler verilen memurları korkutmadan sistemin yolsuzları ayıklamasına hizmet edecek anayasada uyanık bekçiler olarak tanımlanan yurttaşlara güvenerek kendi kendini ayıklayacak sistemi kurmaktan başka çare yoktur.