Son birkaç senedir Yunanistan’daki iflas ve ekonomik çöküş, esasında Avrupa’daki kapitalist kriz ve buna bağımlı olarak Dünyadaki kapitalist buhranla bağıntılıdır. Yunanistan, İrlanda, Potekiz ve İspanya’nın ekonomik krizlerinden sonra, kurtlar gözlerini İtalya’ya çevirdiler. Bu ülkenin çok büyük bir borcu vardı. Bu borç ülkenin yerel üretiminin %120’si civarındadır. Şu anda Yunanistan’dan sonra AB içerisinde ikinci ekonomik buhran patlıyor. Dahası İtalya 335 milyar borcuyla İrlanda ve Portekiz’den sonra borcu en fazla olan ülke. Bu borcun bile verilmesini dış yatırımcılar şüpheyle karşılıyorlar. Esasında krizler en zayıf diye bilinen bir halkada yani Yunanistan’da başladı ama sonra İrlanda, Portekiz ve İspanya da sıraya girdiler. Bazı pariteler Almanya ve uydularının bunu geçiştireceklerini sanıyorlardı ama bunda yanıldılar. Çünkü bu imkansızdı.
Yunanistan borçlarını ödeyemez duruma gelince onu garanti ödemeye bağladılar. Amaçları gelecekte Yunanistan’ı Euro dışına itmektir. Bu arada Yunanistan kanalıyla diğer ülkelere de, eğer tedbirler paketini yerine getirmezlerse onlar için de acımasız olacakları tehdidini savurma amacını taşıyorlar. Aslında Yunanistan olayı bize Avrupa burjuvazisinin tekrar kendi parasına dönme sürecinin de başladığını gösteriyor. Ama bu süreç başka zorlukları da gündeme getirecektir. Yunanistan’ın AB’den borçlanmasıyla maaşların %50’si kesilecek. En az ücret 750 Euro ile 550 Euro olacak.
İç siyasete baktığımızda Papandrue’nun referandum talebinin aslında bir blöf olduğu ortaya çıktı ama gerek Yunanistan ve gerekse Avrupa egemenleri, Yunanistan’daki patlamayı referandumun daha da tetiklemesinden korkarak sonuçta onu istifa ettirdiler. Çünkü bu domino taşı gibi başka ülkelere de sirayet edecekti. Burjuvazi, Yunanistan’da iç savaş çıkarmayı veya baskıcı bir asker-polis devleti getirmeyi göze de alamadı çünkü tarih Yunan emekçi halkının buna pek de hoşgörülü olmayacağını göstermiştir. Yunan Komünist Partisi Stalinist liderliği, erken seçim için çağrılarını terketti ve parlamento önünün işgal edilmesi çağrısı yapmaktaadır. Haziran ayında Yunanistan’ın bütün borcu senelik ulusal gelirinin %150’siydi. 2009 yılında ise İtalya’nın mevcut borcu ulusal gelirinin %128’iydi. Şu anda da %120’sidir. Bu 20 yıl önceki durumun aynısıdır. İtalya’da maalesef kesintiler merkez sol hükümet tarafından da devam ettirilmiştir. İtalya’da gençlliğin % 22.5’i işsizdir ve AB bütçeden 46 milyar Euro kesinti yapılmasını talep etmektedir. Bu arada Avrupa ülkeleri arasında Belçika güvenli bir yer olarak görülüyor ama orada da kamu sektörü borcu şu anda %9.6 civarındadır. Yunan Bankalarından kriz öncesi epey hisse senedi alan Güney Kıbrısrum burjuvazisi de şu anda kriz sancıları çekmektedir. Maaşlarda epey kesinti yapılmıştır ve şu anda da maaşların dondurulması düşünülmekte. Kuzey Kıbrıs’ta ise durum daha da vahimdir. Türkiye artık ekonomik olarak Kuzey Kıbrıs’ın destekçisi olmayı reddetmekte ama resmi ideoloji olarak baskısını siyasette ve demografik değişimde devam ettirmekte ısrarlı oluyor.Temmuz 2011’de Kuzey Kıbrıs’ta bir ay önceye göre %37 artan ‘kayıtlı işsizler’, Ağustos 2011 sonu itibarıyle kayıtlı işsiz sayısı bin 627’ye yükseldi. İş Bulma Merkezi’ni ziyaret edenlerin sayısı ise 8 bin 21 kişi olarak kayıtlara geçti.
4 Ekim 2010 Kıbrıs Gazetesi’nin Ekonomi Gazetesi, bir Kıbrıslıtürk sanayicinin ağzından (sf.6) şunları yazmaktaydı:
“…Yerli üretimin Pazar payı artırılmak isteniyorsa yapılması gerekenin ithal ürünlerin yeniden fiyat istikrar fonuna tabi tutulması ya da girdi maliyetlerinin azaltılması olduğunu ifade ederek, aksi takdirde hem üreticinin hayatta kalamayacağını hem de ülkenin yatırım yapabilirliğinin her geçen gün azalacağını söyledi.’Bizim üretim yaptığımız fabrika yaklaşık 5 milyon Türk Lirası yatırım gerektirir. Bu yatırımı Gaziantep’te yapmanın maliyeti de eşittir. Bu durumda adaya yeni yatırım yapacak olan bir girişimcinin orası yerine burayı tercih etmesinin sebebi ne olabilir? Bunu düşünmek gerekir’”
Aynı gazetede (sf.7) Göksel Saydam adlı Eski devlet memurlarından bir kişinin vergiler konusunda yaptığı değerlendirme ise şöyledir:
“…Yıllık Vergilendirme kuralı dikkate alındığında 3.000 TL aylık ücreti olan evli, karısı çalışmayan ve çocuğu olmayan bir aile reisinin 2010 yılı vergi yükümlülüğü 1.891,02 TL olarak saptanmışken 2010 yılının Eylül ayında getirilen Yasa değişikliğinde öngörülmüş olan indirim kısıtlaması nedeniyle pro-rata esasına dayalı olarak hesaplanması öngörülen 2010 yılı vergi yükümlülüğü 2.034,72 TL’na Aynı gazetenin 27 Eylül 2010 Pazartesi tarihli yine ekonomi ekinde ise yukarıdaki başlık altında şunlar yazılmış:
“Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği’nin yayınladığı 2009 Yılı Faaliyet Raporu’na göre, 2008 yılında yüzde 24.7 olan genç nüfustaki işsizlik oranı 2009 yılında 31.4’e yükseldi. İlgili rapordaki diğer bir veriye göre, ülkemizde 2008 yılında çalışma çağındaki nüfus 201 bin 310’a yükseldi. Ancak aynı dönemde işgücü 101 bin 490’a ve istihdam 91 bin 223’ten, 91 bin 550’ye çıktı. Bu durum sonucu iş gücüne katılma oranı yüzde 50.1’den 49.9’a geriledi”.
“Bununla birlikte, dikkat çeken başka bir veri de, 2008 yılında 91 bin 223 olan istihdamın ekonomik krizin etkisiyle 2009 yılında yeterince artmayarak 91 bin 550 olarak gerçekleşmesi. Bu gelişme sonucu 2008 yılında yüzde 9.8 olan işsizlik oranı yüzde 2.6 artarak, 2009 yılında yüzde 12.4’e yükseldi”.
yükseltilmiştir. Yani 143.70 TL (2.034,72 TL-1.891,02TL) ek vergi yükü getirilmek suretiyle geriye dönük vergi yükü oluşumuna neden olunmuştur…” denmekteydi.
Tüm bunları ABD, Avrupa ve dünyayı gözönüne aldığımızda Kuzey Kıbrıs’ın hem siyasi gelecek istikrarsızlığı hem de dünyadaki global kriz veya kapitalist buhran ve krizlerle sorunlarının oldukça arttığı gözler önüne serilmektedir. Kuzey Kıbrıstürk halkının hem siyasal irade ve hem de bu değişen ve artan kriz ve buhranları planlı ekonomi ile çözmesi gerekmekte. Bir kere daha şunu da talep ediyoruz: Eğer Türkiye Devleti yeni bir durum ve yeni bir politika sunuyorsa ki öyledir, Kuzey Kıbrıs’taki siyasilerin de bu değişen durumdan ötürü Türkiye’den yeni talepleri olmalı ve yeniden politikalarını bir revizyondan geçirmelidirler. Çünkü Türkiye eski politikalarını değiştirmişse Kuzey Kıbrıs’ın da yeni adımlar atması ve Türkiye’den parmağının arkasına gizlenmeden talepte ve istekte bulunması şarttır. Aksi halde altta ezilen Kuzey Kıbrıs’taki halk olacaktır.