Kıbrıs sorunu artık basının derdi olmaktan çıkmış gibi haberlerde liderler arasın yapılan yeni turun ilk toplantısı yapılacağını kullanan olmadı. Yapıldıktan sonra yapıldığı önemsiz bir haber olarak verildi. Bundan sonra ne yapacaklarını görüşmüşler. Muhalefetin de bu konuda diyecek bir şeyi yokmuş gibi demeç verip de şu şekilde olması gerekirdi, örneğin artık üzerinden geçile geçile paspas haline getiren konuları bırakıp temel konulara bir an önce geçilsin ve görevliler anlaşılmış konuları saptayıp tespit etsin diyen bile olmadı. Yalnızca YKP anlaşılmış gibi yapılan konular saptanıp uygulanabilecek olanların uygulanabilmesi için program görüşülsün ve uygulamada oluşturulabilecek olan organlar çalışmaya başlayıp sorunları devralsın görüşünü ileri sürdü. Yani paket antlaşma kararının kaldırılmasını istedi.
Muhalefet bile YKP’nin görüşüne itibar edip de görüşünü açıklamadı, desteklemek hiç akla gelmedi.
Kıbrıs sorunu dolayısıyla Türkiye’nin emrine giren ülkemizde her sorunun kaynağından sorumluluk Türkiye’nin de sırtına düşer ama sorunu çözmek için etkili bir mücadele yapmak bir tarafa meclis muhalefeti bile muhalif görünmekten korkar oldu. Onun için Eroğlu tarihte ilk kez birlik ve beraberliği sağlamış olmakla övünmeye başladı.
Halkın dikkati ise faizlerle ilgili sorunlara takıldı. Sezar’ın hayatına mal olan faizleri denetleme ve bileşik faizi yasaklama girişimine benzer iddialar ortaya atılmaya başlandı. Lakin bu işe önem vermeye başlayan maliye bakanı Tatar faizleri azaltma çabasını sürdürüyor ve meclise anaparanın belli bir katından daha fazla faiz alınamaz ilkesini ve maksimum faizi saptamayı yasalaştırmak istiyor. Faiz kurbanlarının haberleri de basında yer alamaya başlandı.
1980’lere kadar süren ve anayasa mahkememiz tarafından da desteklenen faizden faiz alınamaz ilkesini sürdürmüştük. Amma önce ‘faiz piyasa tarafından belirlenmeye terk edilmelidir’ diyen Türkiye’nin baskısı TKP- UBP koalisyonu yıkıldıktan sonra getirildi ve bileşik faiz ithal edildi. Uzun direnişlerden sonra ana paranın beş katından fazla faiz alınama kuralı getirildi ise de mahkeme ‘bu yasa ile yapılmalıydı’ diye kararı iptal edince gene tavan ortadan kalktı. Yeni yasa mahkeme emri olsa da meclis görevini yapmadı ve Türkiye’nin yüksek faiz baskısı insanlarımızın canına okudu. Devletin kendisi de gecikme cezası diye bileşik faiz gibi çalışan ve çok yüksek olan faizlerle insanlarımızı ezmeye devam etti.
Dikkat çekici olan kârlı çalışma becerisini gösteren tek sektörün yani her sektör destek alamadan ayakta duramayacağı bugünlerde kârlarına kâr katmayı beceren bankalardır. Her yıl istatistikler bunu ilan ederse de bunun hikmetini soran olmadı, YKP’den başka. Bankaların ilke haline geldiği gibi kendi çalışmaları için gerekenden fazla mülk sahibi olması, kendi parasından kendinin borçlanıp faiz ödemesi ve hissedar ve yönetimindekilerin bankadan borçlanması yasak veya çok sınırlı olmalıdır gibi denetim unsurlarına uymadıkları suç işlendiği ve büyük kârlar elde edip ayakta kaldıkları görünüyor. Onun için Tatar’ın tehdit edildiği açıklandı. Polis ise tahkikat açmadı.
Türkiye’nin başımıza açtığı bu büyük beladan TC-KKTC protokollerinde söz edilmemesi yönetimin bu reformu veya revolüsyonu yapabileceği bilinemiyor. Tatar uzlaşmaya çalışıyor.
İşin ilginç yanı mahkemeye giden her borçlu faizleri azaltma kararı alabiliyor ama mahkemeye gitme cesaret gerektiriyor.
Faiz reformu çok gerekli ve yararlı olabilecekse de maliyeye kendi uyguladığı gecikme cezaları gibi borçları da azaltacağı için Tatar için iki tarafı kesen bir bıçak. Protestolarla tarihimizde yeni bir sayfa açmış olan mücadeleci sendikaların da bankaları olması bir faktör mü olacak zaman gösterecek.
Küçük yönetimi personel reformu olarak da Türkiye’nin desteği ile liyakat ve iş değerlendirme ilkeleri olan yeni personel yasası tasarısının haberini verdi. Ancak bu reform “personel ihtiyacının saptanması usullerini ve anlamlı iş tanımı zorunluluğunu” içermiyor ki temel sorun olan kadrosuz istihdam demek olan geçici, sözleşmeli ve başka kadroda gösterip başka işte çalışmaya atama yolu açık olarak kalacak. Yani dağ fare doğuracak.
Bakanın ihtiyaç var dediği halde ihtiyaç kararından çalışacağı yerin amirinin haberi yoksa o yere atama yapılıyorsa reformun anlamı kalmaz.
Türkiye’nin baskısı ile getirilen üçlü kararname ile atama usulü herkesin sakatlığını teslim ettiği bir usuldür onu da azaltacaklarmış. Amma atamalarla yapılmaması ve kamu hizmetleri komitesi tarafından atamaların yapılması usulünün nasıl uygulanacağı ayrıca önemlidir. Daha da önemlisi memur güvencelerinin çok iyi olarak anayasada belirlemesine rağmen memurların haklarını yolsuzlara karşı kullanmamaları da üzerinde durulması gereli bir konudur lakin dikkate alınmadı.
Ekonominin büyük bir sıçrama yapacağının anlaşıldığı müjdesi de verildi ama Dolar’ın değer kazanmasının yaratacağı sayısal çoğalmanın bir manasının olmayacağını yaşayanlar görecek. Nitekim Yeniçağ Türkiye’deki büyüme sayılarının aslında resmen açıklanandan çok daha az olduğu yine Türkiye ekonomistleri tarafından açıklandı. Büyüme ancak sabit fiyatlarla yapılan ekonometrik hesaplarda görülür. Cari fiyatlarla yapılanlar sadece övünmeye fırsat veren sahtekârlık olur. Şimdi de Erdoğan Türkiye de ekonominin üç katına çıktığını ilan etti ama konu ettiği 2002 ve 2010 yılları arasında Dolar bazında üç katın üstünde artış olması aslında %32,2 artış demektir çünkü Dolar’ın suni olarak saptanan Türkiye paritesine göre bulunan değeriyle hesap yapılmaktadır. Ona göre üç katından fazla görülür. Nitekim UNDP’nin açıkladığı Türkiye’nin o yıllardaki büyümesi %32,2’dir. Bizde de oynayan Dolar’a göre değil 1977 yılı bazında hesaplanan sabit fiyatlara göre artış hesaplanmalıdır.
Sendikal platformun mücadelesi de devam etti. Buna okulunun bir kısmının İmam Hatip yetiştirmek için görevlendirildiğini basında duyan müdür haberinde verilen yeni dinci ortamın teşvik edilmesi programı eklendi. Dertlerimiz yetmezmiş gibi Türkiye başımıza yeni gaileler açmaya devam ediyor.
Türkiye’nin başımıza açtığı belalardan birisi de KİT’lerdi. Onlardan biri Petrol şirketi KİT mi iştirak mi sorup durun. Ne olduğunu yasal olarak bilen yoktur. Ne olursa olsun Türkiye’de genel kurul yapması yasaktı gene de yaparlardı, hesapları DPÖ’ye gitmeli ve izleme koordinasyonda raporlaştırılmalıydı, yapılmazdı. Şimdi rüçhan hakkında bahsetti başbakanımız ama rüçhan hakkı %52’lik TC hisseleri için kullanılmalıydı, devletin %48 hissesi için kullanıldı ve çıkarlarımızın korunduğu iddia edildi. Sevsinler başbakanımızı! Böylece yerli sermaye meraklılarına fırsat doğdu. Çalışanlar yerliyi deneyecekler!