Bugünlerde sürekli olarak aklıma son okuduğum kitaplardaki bazı cümleler gelmekte, kitaptakiler düz cümle olmaktan çıkıp, bağımsızlıklarını kazanıp, bugünkü yaşamın içine düşmekteler…
Örneğin yazar birinci dünya savaşını anlatıp Osmanlı’nın hamlelerini anlatırken bir cümle kuruyor, Osmanlı’nın diyor yazar, amaç ve araçları arasındaki uyumsuzluk yıkımı getirdi…
“Amaç ve araçlar arasındaki uyumsuzluk” bizim bulunduğumuz durumu da anlatmakta…
Evet, rejime karşı mücadelede uzlaşmaz olmak önemli, ısrarcı bir mücadele hattı izlemekte önemli, Slavoj Zizek’in “Ahir Zamanlarda Yaşarken” kitabında bunu çok güzel anlatmakta ama mücadele şekillerini belirlerken “amaç ve araçlar arasındaki uyum” da çok kez gözden kaçmakta…
Aslında gözden kaçan araçlarımızın değerlendirilmesi… Eskiden elimizde olanın hala elimizde olduğunu varsayarak hesaba girişmek elbette bizi doğallığında yanlış yere götürecek ama nostalji ile bugün arasında gerçekçi köprüler kurulamadığı için gerçek durumda sürekli yarı yolda kalmaktayız…
1990 öncesi durumu ve sonrasındaki süreci çok etraflı konuşamadığımız için, sonrasındaki gelişmeleri de yeterli düzeyde konuşamamaktayız…
Bu nedenle kuşaklar arası çatışmaya dönmekte sol içi tartışmalar da…
90’lar ortası siyasete girenler için araçlar kısmında olanlar ile 90 öncesi siyasete girenlerin listesi bir türlü tutmuyor…
90 öncesi siyasete girenler açısından her şey sanki 90’da dondu… Bazıları içinse süreç 1950’lerde dondu…
Bizim gibi ara dönemde sürece dahil olanlar içinse süreç daha zorlu, iki arada bir derede kalma hali yaşıyoruz…
Biz tartışmalara, diyalektik materyalizmi konuşarak başlamıştık, idealizm ve materyalizm arasında en önemli fark durağanlık ve hareketti… Biz ısrarla her şeyin değiştiğini söylüyorduk, değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu en temel sözümüzdü ama bugünlerde solun en önemli sorunu harekete inat, durağanlık halinin meşrulaştırılması…
Anti-militarizm, ekoloji, feminizm gibi tartışmalar kendini dinamikleri içinde geliştirler, ilk çıkış noktasından çok farklı noktalara gittiler ve önemli toplumsal hareketlerin bel kemiği olmaya başladılar. 80’lerin ortasında bir nevi kimlik siyaseti parçası olarak ortaya çıkan, her biri kendi özgü alanında kalmaya özen gösteren ve başka konuya girmeden yalnız kadın, yalnız çevre, yalnız savaş karşıtı diyen bu ‘akımlar’ 2000’ler sonrası özellikle Sosyal Forumlarda, toplumsal muhalefetin yükseldiği her yerde yan yana gelmeye başladılar ve kimlik siyasetleri denen bu ‘akımlar’ sol/sosyalist hareketler içinde erimeye başladı, yeni solun rengini veren unsurlar oldular…
Gelişen bu tartışmalar içinde ekososyalizm önemli bir yer tutmaya başladı. Birçok radikal sol parti içinde artık feminizm temel ana akım düşünce olmaya başladı. Tam da böylesi bir noktada ekoloji tartışmalarını, feminizmi, anti-militarizmi 80’lerdeki formasyonu içinde düşünüp, bugün itiraz koymak durağanlık halinin meşrulaştırılmasından başka bir şey değildir.
Her şey değişmektedir ve sol için değişim hala daha her şeydir…
Aslında basit cümle gibi duran değişim solun en güçlü argümanıdır da… Diktatörlüklere karşı, otoriter rejimlere karşı, onların ‘sonsuzlukları’ içinde yaşananları meşrulaştırmaya çalışanlara karşı solun en önemli silahıdır; zaman akar, her şey değişir… Zaman her şeyi değiştirir, zaten ayni suda iki kez yıkanılamaması da bunda değil miydi?
Politzer’in kitaplarından aklımızda kalan en ilginç örnek kerpiç duvar örneğidir. Kerpiç duvar ne kadar sağlam olursa olsun zamana direnemez, eğer siz onu düzenli aralıklarla sularsanız güçten düşmesi hızlanacaktır ve zamanı geldiğinde bir darbe ile onu alaşağı edebilirsiniz, bu tam da evrim-devrim sürecidir…
Elbette bu durumun sorunlu kısımları da vardır. Evrim sürecini abartıp reformizm batağına sapma hali de olabilir, daha ilk günden evrim sürecinin tamamlandığı varsayıp devrim yapmaya niyetlenen ‘sol çocukluk hastalığı’ da nüksedebilir…
Bunların panzehiri ise somut koşulların sürekli ve daima somut tahlilidir…
Tam da burada “amaç ve araçlar arasındaki uyumsuzluk” gündeme gelmektedir.
Sorun aslında basittir…
Elimizde olmayan veya şu anda kullanamadığımız araçların mükemmelliğine methiyeler düzüp, iş mi yapmayacağız yoksa yeni araçları sürece dahil edip evrim sürecini hızlandırıp daha hızlı yol almak için günlük iş mi üreteceğiz…