Bugün Pazar. Yani 4 Aralık 2011… Ve siz bu makaleyi bir hafta sonra okuyacaksınız. Üç veya dört defa ben de sayım memuru olarak bulundum. O zamanlar da halka “Hiç merak etmeyin bu artık son. Gelecek sayımlarda artık eve kapanma yok” dendi ama aksine her üç veya dört senede bir yapılan bu sayımlardan sonra hep aynı durumu gözlemledik. İşin tuhafı bu kadar sayımdan sonra nüfusumuzun ne kadar olduğu pek bilinmiyor. Son sayımda çevirmen olarak alınmıştım kadroya. Herhangi bir yerde yabancı olduğu zaman gidip çevirmenliklerini yapacaktım. Aksine görevlendirilen memurlar büyük bir tedbirsizlik sonucu merkeze gelip işlerini bitirdiler diye gönderiliyorlardı evlerine ama esas sayım yapılması gereken yerler en sona kalınca iş başa düşmüştü. Büyük sanayi siteleri içinde binlerce insan vardı ve bunları sayacak memurlar o son sayımda görevlendirilmemişti. Ben sayım memuru değildim ama kadroda olanlar evlerine gönderildikleri için en sonunda iş başa düşmüş ve Mağusa’nın sanayi sitelerinde bulunan o binlerce insanı son saat ne kadar yazacaktım ki? Geriye kaydedilmeyen birçok emekçi insan kalmıştı. Yani anlayacağınız 1974 yılından beri devamlı nüfus sayımı yapıyoruz ama nüfusumuzun tam olarak ne kadar olduğunu bir türlü öğrenemedik. Sanırım BM görüşmelerinde karşı taraf bizimkileri eleştirince bizimkiler de bu sayımı düzenleyip gene şaibeli olacak bir sayım sonucunu belki de gene gerçek olmayan rakamlarla açıklayacaklar. Belki de doğruyu söyleyecekler ama günlük olarak, istatiksel olarak elinizde veriler olmayınca gene ileride zor duruma düşmemek için bir neden yok. Yani nüfus işi devamlı olarak sorun olmaya devam edecek. Çözüme gitmekle kurtulunur mu bu sorundan? Bu sorunun da sorunun bir parçası durumuna getirildiğini söylemek gerekiyor. Başından itibaren bu şekilde politikaların sorunun da önünde bir engel olduğunu herkes bilmekte. Buradaki amaç zavallı emekçi insanlar değil elbette. Onlar bu düğümün sadece birer piyonu gibi. Eleştirilmesi gereken de devlet politikaları ve işin tuhafı buradaki büyükelçi bile böyle bir sorun yokmuş diye hareket edip, ekonomik zorlukların bu sorundan kaynaklandığını görmezlikten gelerek paketler empoze etmeye çalışırken, esas sorunun da buradaki kontrol edilemeyen ve kendi ülkesinden kaynaklanan nüfus politikalarından geldiğini görmezlikten gelerek görüşlerini açıklamakta.
Bizim yöneticilerimiz de kesin yanıt veremiyorlar Kuzey Kıbrıs’ta kaç bin insan yaşadığına…”Kalabalığız” diye konuşmakta ama istatistiksel verileri de olmayacak. Doğrudur bir ülkede üretimi ve bütçe gider ve gelirlerini planlamak için nüfusun bilinmesi şart. Ama siz devamlı ve bilinçli olarak belli bir gücün de baskısı ve empozesi ile bu sorunu saklamaya çalışırsanız sonuçta hem BM görüşmelerinde, hem de ekonomide topallamaya başlarsınız ki bu da ülkenin başına ayrı bir yük getirir ve içinden çıkamazsınız. Elbette Global kriz kapıya dayandı. Elbette buradaki nüfus sorunu sermaye kesimlerinin de ucuz işgücü konusunda menfaatine uygulanmakta. Ama, bu konunun ayrıca politik olarak kullanıldığını da belirtmek gerekiyor. Bu konuda Kıbrısrum egemenleri de hatalı. Onlar da sorunu sadece buraya bağlayarak statükonun devamı ve çözümsüzlüğe bir araç olarak kullanıyorlar. Ve sadece Kuzey’de Kıbrıslıtürkler değil de göçmenler yaşıyor onlar da 1974 yılında Kuzey’e geldiler şeklinde algılamalara sebebiyet veriyorlar. Bizdeki egemen kesim ise görüşme masasında hem Kıbrısrum egemenlerinin süreci bu yüzden kilitlemelerini istemekte ve hem de onlar da bunu statükonun devamı için aynen Kıbrısrum egemenleri gibi kullanmaktadırlar. Elbette buraya gelen tüm emekçiler sınıfsal olarak Kıbrıstürk halkının düşmanı olamazlar. Güney’deki Srilankalalılar, Taylandlılar gibi, Kuzey’deki Türk işçiler, Türkmenler, Türkiyeli göçmenler, Kıbrıslıtürk halkı ve Kıbrıslırum halkı hepsi de sınıf kardeşidirler. İnsan Hakları çerçevesinde hepsinin de yaşam hakları ve insani hakları vardır. Ama Güç kimdeyse ve bu gücün de sonucunda nüfus taşınmasıyla bir ülkenin kaderini etkilemek, çözümü batağa saplamak da hiçbir gücün insan hakları olarak hakkı değildir. Bu arada statükocu güçlerin de buna hakları yoktur.
Hristofyas emperyalist çözümlere karşı olduğunu söylüyor. AB içerisinde olmak da emperyalist bir çerçeve içerisinde olmak değil mi? Dolayısıyla Annan Planı dahil çözüm süreçlerinden kaçmak, emperyalist çözümler diye bunları suçlamak bu şartlarda inandırıcı olmamaktadır. Önemli olan bir an önce bir çözüme gidip Kıbrıs’ta gerçek bir sosyal hayatı getirmektir. Yoksa burada yaşayan insanlar daha çok değerler yitirecekler ve hep ayrı kalmaya devam edecekler. Bunun da ilerisi için her iki halkın zararına olacağı açıktır.
Çözüm Kıbrıs için bir gereklilik değil aynı zamanda bir ihtiyaçtır. Her iki tarafın da bunu idrak etmesi gerekiyor. Tek taraflı motivasyonların ise hiçbir tarafa bir faydası yoktur. Her iki tarafın da bu ihtiyacı vurgulaması ve harekete geçmesi gerekmektedir.