Bu makale ABD’nin savaşları meşrulaştırmak ve baskın hale gelmek için izin alma konusunda yarattığı çağdaş emperyalist ideolojilerin tartışmalarının analizine odaklanacak.
Emperyal İdeolojiyi Geniş Anlamda Ele Almak
Emperyalist propaganda; küresel güç konusunda bir rakibe yönlenmiş, bölgesel ya da yerel sosyopolitik düşmana savaş açılmış ya da bazı müdahaleleri uygulamaya sokmak için gerekçelendirme arayışında olmasına göre değişir.
Kurulmuş emperyali (Avrupa) ya da dünya ekonomisinde yükselen rakiplerini (Çin) göze alarak ABD’nin emperyal propagandası zaman içinde değişiklik gösterir. 19. yüzyılın başlarında, Washington Avrupa’nın Latin Amerika’yı sömürgeleştirme çabalarını kınayıp bölgede kendi emperyal tasarımlarına ayrıcalık sağlayan “Monroe Doktrini”ni öne sürdü. ABD’nin emperyalist siyaset üreticilerinin Avrupa’nın Orta Doğu ve Afrika’daki kaynak odaklı sömürgelerinin yerini aldıkları 20. yüzyılda ise bir takım temalarda yanılsama yarattı. “Baskın sömürge biçimlerini” ayıpladı ve Avrupa’nın tekelini bitirip ABD’nin çokuluslu işbirlikçi nüfuzuna olanak sağlayan “neo-sömürgeci” geçişleri destekledi. Bu durum, 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Orta Doğu’daki petrol ülkelerinde gün gibi açıktı.
1950’lerde ABD emperyal önceliğin ve radikal antiemperyalist sömürge milliyetçiliğinin gündeme geldiğini var saydığından, Washington ortak bir düşmanla mücadele etmek üzere sömürge gücü azalanlarla işbirliği yapıp sömürge sonrası güçleri destekledi. 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın ekonomik toparlanma, büyüme ve birliğin sağlanması konusunda bile liderlik ABD’deydi.
ABD ve Avrupa’nın bankaları ve girişimcileri arasında çelişki ve rekabet ortaya çıktığında, her iki bölgenin de kitle iletişim araçları rakiplerinin foyalarını ve suiistimallerini ortaya çıkaran “bulgu”lar yayınlar ve ABD’deki fiyat düzenleme kuruluşları Wall Street’teki finans kuruluşlarının benzer uygulamalarını görmezden gelerek Avrupalı yakınlarına ağır cezalar keser. Yakın zamanda ABD’nin militarist emperyalizmin ve sömürgeci savaşların yükselen dalgası ABD ve Avrupa emperyalizmi arasında bazı ciddi ayrışmalar yarattı. İngiltere dışındaki Avrupa ülkeleri ABD’nin savaşları olan Irak ve Afganistan işgallerine minimum sembolik bağlılık gösterdi. Almanya ve Fransa ihracat pazarlarını genişletmeye odaklanarak ana pazarlarda ve hammadde alanlarında ABD’nin yerini aldı. Avrupa ve ABD imparatorluklarının çakıştığı noktalar, finans kuruluşlarının birleşmesine, akabinde de ortak krize ve kurtarma planı olmayan bir çöküşe yol açtı. Avrupalı ideologlar hükümet denetimi kaldırılmış Anglo-Amerikan “serbest piyasa”nın hatalarını ve Wall Street’in dalaverelerini vurgularken, ABD’li ideologlar da “Avrupa Birliğini reddetme ve çürütme” fikrinin propagandasını yaptı.
Emperyal İdeoloji, Yükselen Ekonomik Güçler ve Milliyetçi Tehditler
Emperyalist “antiemperyalizm”in; resmi sponsorlu ayıplamaların, gizli işleri açığa vuran makalelerin ve doğrudan düşman emperyalistlere, yeni ortaya çıkan güçlere ya da bazı durumlarda sadece kendilerinden önceki emperyal ayak izlerini takip eden basit rakiplere yöneltilmiş gazabın tarihi uzundur. Altın çağlarındaki İngiliz emperyalistler, bir yandan en büyük ve en karlı Afrikalı köle ticaretini yürütürken İspanyol İmparatorluğu’nun Latin Amerika’nın yerli halkına karşı “istisnai zalimliği”nin “Kara Efsane”sini ebedileştirdi. İspanyol sömürgeciler yerli halkları köle yaptı, Anglo-Amerikan göçmenlerse onları yok etti…
2. Dünya Savaşı’na giden tırmanışta Avrupalı ve ABD’li emperyal güçler kendileri Asya kolonilerini sömürürken Japon emperyal güçlerin Çin’i işgal etmesini ve sömürgeleştirmesini ayıpladılar. Japonya buna karşılık Asya’nın güçlerini Batı emperyalizmine karşı yönettiğini iddia etti ve bir tür eşit Asyalı ortakların sömürge sonrası zenginlikleri paylaşımı resmi çizdi.
Emperyalistlerin “antiemperyalist” lafları kullanması düşmanları zayıflatmak için tasarlandı ve bir takım seyircilere sunuldu. Gerçekte, bu antiemperyalist konuşmalar hiçbir zaman sömürge halkların “kurtuluşuna” hizmet etmedi. Hemen her durumda, zafer kazanan emperyal güç sadece bir sömürge ya da neo-sömürge biçimini bir başkasıyla değiştirdi.
Emperyalistlerin “antiemperyalizmi” sömürge ülkelerin ve onların yerli halklarının milliyetçi hareketlerine yöneliktir. İngiliz emperyalistler Latin Amerika’daki tarım-maden elitlerine İspanyolların ticaret kurallarına karşı “serbest ticaret” vadederek ayaklanmaları kışkırttı; Birlik’e karşı ABD Güney’inde pamuk plantasyonu sahiplerinin “kendi kaderini tayini”ne arka çıktı; ABD’li sömürge karşıtı devrimcilere karşı Iraklı aşiret liderlerinin bölgesel iddialarını destekledi… haklı kindarlıkları emperyal amaçları için sömürdü. 2. Dünya Savaşı sırasında Japon emperyalistler İngiliz sömürgecilere karşı Hindistan’daki sömürge karşıtı hareketi destekledi. ABD İspanya’nın Küba ve Filipinler’deki sömürgeci yönetimini kınayarak ezilen halkları tiranlıktan “kurtarmak” için savaş açtı… ve terör, sömürü ve sömürgeci yönetimin hükümdarlığını bastırmak için kendisi orda kaldı.
Emperyal güçler, sömürge karşıtı hareketleri bölmeye ve başarırlarsa başardıkları zaman için “müvekkil yöneticiler” yaratmaya çalışır. Antiemperyalist söylemlerin kullanımı iki takım grubu çekmek için tasarlandı. Emperyal güçle ortak siyasi ve ekonomik ilgileri olan, ulusalcı devrimcilere düşmanlıklarını paylaşan ve kaderlerini yükselen emperyal bir gücünkiyle birleştirip avantajlarını arttırma arayışında olan muhafazakâr grup. Hareketin radikal bir kesimi de emperyal gücün güvenli kaynaklarından (silah, propaganda, araç ve mali yardım) yararlanıp işleri bitince atma fikriyle yükselen emperyal güçlerle işbirliği yapıyor. Çoğu kez, emperyalistlerle milliyetçiler arasındaki bu ortak manipülasyon oyununun sonunda emperyalistler galip çıkıyor… şimdiki durumda olduğu gibi. Özellikle ABD gibi 18. defa sömürge karşıtı mirasını takdim eden ülkelerde, emperyalist “antiemperyalist” söylemler eşit olarak yerel halklara yöneltiliyor. Amaç imparatorluk binasının sınırlarını inatçı imparatorluk kullarının, militaristlerin ve faydacı işbirliklerin ötesine taşımak. İlgilendikleri şey; liberalleri, insancılları, ileri düşünceli entellektüelleri, dindar ve dindışı ahlakçıları ve geniş kitleler, yani emperyal ve sömürgeci iç savaşları canları ve vergileriyle ödemek zorunda kalacaklar arasında belli bir prestije sahip başka “fikir üreticilerini” de kapsamak.
İmparatorluğun resmi sözcüleri, emperyal rakiplerinin gerçek ve uydurma gaddarlıklarını halka duyuruyor ve sömürgeleştirilmiş kurbanların ciddi durumlarının altını çiziyorlar. İşbirlikçi elitler ve inatçı militaristler mülkiyeti korumak ya da stratejik kaynakları ele geçirmek için askeri müdahale talep ediyorlar; insancıllar ve ileri görüşlüler “insanlığa karşı işlenen suçları” kınayıp kurbanları soykırımdan kurtarmak için “somut bir şeyler yapma” çağrısının yankısını yapıyorlar. Sol’un bazı kesimleri de kurbanlar arasından kendi soyut ideolojilerine uyan bir kesim bulup bu koroya katılıyor ve emperyal güçlere “insanları kendilerini kurtarmaları için silahlandırmaları” (aynen metinden) için yalvarıyorlar. Emperyal savaşa ahlaki destek verip saygıdeğerlik cilası atan, “kurbanları kurtarma savaşı” propagandasını yutan ileri görüşlüler, “aptallar için antiemperyalizm”in prototipi haline geliyorlar. “Antiemperyalizm” tabanında toplumdan geniş desteği garantileyen emperyalist güçler, vatandaşların hayatına kıymak ve haklı davanın ahlaki tutkusuyla savaşı sürdürmek konusunda kendilerini özgür hissediyorlar. Kıyım devam ettikçe, kayıplar arttıkça ve halk savaştan ve bedellerinden bıktıkça ilericilerin ve solcuların heyecanı sessizliğe ya da daha kötüsü “savaşın ruhu değişti”, “aklımızda olan böyle bir savaş değildi” iddialarıyla ahlaki ikiyüzlülüğe dönüşüyor. Sanki savaşı çıkaranlar onlara neden ve nasıl emperyal savaşlar çıkarmaları gerektiğini danışma niyetindeymiş gibi.!
Çağdaş dönemde emperyal “antiemperyalist savaşlar” ve saldırılar, “tabandan” insanları hareketle geçirip onları emperyal saldırılara “davet edebilen” sözde “sivil toplum örgütleri” tarafından kızıştırılıyor ve bunlardan yardım görüyor.
Son kırk yılda ABD demokratik hükümetleri yok eden, kolektif refahı kırıp geçiren ya da hedef ülkelerin ekonomisine ciddi zarar veren en az iki düzine “taban” hareketine destek verdi.
1972-73’te Şili’deki demokratik olarak seçilmiş Salvador Allende hükümeti döneminde CIA -Amerikan Emek Federasyonu ve Sanayi Kuruluşları Kongresi (AFL-CIO) aracılığıyla- ürün ve hizmet akışını felç etmek için tır sahiplerini finanse etti ve onlara ciddi destek sağladı. Ayrıca darbeye giden süreçte bakır üretimini ve ihracını baltalamak için bakır işçileri sendikasının bir kolunun grevine (El Tenient madeninde) maddi destek verdi. Ordu yönetimi ele geçirdikten sonra Hristiyan Demokrat “parti tabanı” sendika görevlileri seçilmiş solcu sendika aktivistlerinin aklanmasında rol aldı. Söylemeye gerek yok, kısa süre içerisinde tır sahipleri ve bakır işçileri grevi bıraktı, taleplerini geri çekti ve akabinde tüm müzakere haklarını yitirdi!
1980’de Polonya’daki “Dayanışma Sendikası”nı ayakta tutmak için CIA, Vatikan kanalıyla milyonlarca dolar transfer etti ve Komünist rejimi deviren genel grevde başı çeken Gdansk tersanesi işçi lideri Lech Walesa’yı kahraman yaptılar. Komünizmle birlikte iş güvencesi, sosyal güvenlik ve işçi sendikası militanlığı da gitti: neoliberal politikalar Gdansk’taki iş gücünü %50 azalttı, akabinde de tüm iş gücüne yol verip tersaneyi tamamen kapattı. İş arkadaşları sokaklarda gezerken ve yeni “bağımsız” Polonyalı yöneticiler Afganistan ve Irak’taki savaşları için NATO’ya üs ve paralı asker sağlarken Walesa müthiş bir Başkanlık maaşıyla emekli oldu.
2002 Beyaz Saray’ında CIA, AFL-CIO ve sivil toplum örgütleri Venezüella’da bir ordu işini desteklediler- işçi sendikası bürokratları demokratik olarak seçilmiş Başkan Chavez’i deviren “taban” darbesini yönetti. 48 saat içinde bir milyon otantik, güçlü, tabandan yetişme şehirli yoksul kesimin meşrutiyetçi ordu güçlerince desteklenerek harekete geçmesi ABD destekli diktatörleri yendi ve Chavez’i tekrar iktidara getirdi. Bunun ardından petrol yöneticileri ABD’nin finanse ettiği sivil toplum örgütlerinin desteğiyle lokavta gitti. İşçilerin petrol sanayini ele geçirmesiyle yenildiler. Bu başarısız darbe ve lokavt girişimi Venezüella ekonomisine kayıp gelirden milyarlarca dolara ve gayrisafi milli hasılada iki basamaklı bir düşüşe mal oldu.
ABD kurtulmuş Bosna için silahlı “taban” mücahitlerini destekledi ve Yugoslavya’yı parçalamak için Kosova Kurtuluş Ordusu, yine “taban” teröristlerini silahlandırdı. ABD Belgrad’ı bombalarken neredeyse tüm Batı solu sevinç çığlıkları attı, ekonomiyi aşağılayıp bunun “soykırıma karşılık” olduğunu iddia etti. “Özgür ve bağımsız” Kosova Avrupa’daki kişi başına en çok göç veren ülke olarak beyaz köleciler için geniş bir pazar haline geldi, Avrupa’daki en büyük ABD askeri üssünün ev sahibi oldu.
Emperyal “parti tabanı” stratejisi insancıl, demokratik, antiemperyalist söylemleri ve ödenekli ve eğitimli yerel sivil toplum örgütleri ile Batılı kamuoyunu, özellikle de “prestijli, solcu ahlaki eleştirmenleri” harekete geçirmek için yapılan kitlesel iletişimin yıldırım harekâtını birleştiriyor.
Emperyal Destekli “Antiemperyalist” Hareketlerin Sonuçları:
Kim Kazanıyor, Kim Kaybediyor?
Emperyalist destekli “antiemperyalist” ve “demokrasi destekçisi” “taban hareketlerinin” tarihi kayıtları tek tip ve olumsuzdur. Kısaca sonuçları özetleyelim. Şili’deki parti tabanı tır sahiplerinin grevinin sonucu vahşi Augusto Pinochet diktatörlüğü ve neredeyse yirmi yıllık yüzlere binlerce insana işkence, cinayet, hapishane ve sürgün, vahşi “serbest piyasa politikalarının” empoze edilmesi ve ABD’nin emperyal politikalarına bağlılık oldu. Özetle ABD’nin çokuluslu bakır şirketleri ve Şili oligarşisi kazandı, işçiler ve şehir ve kırsaldaki yoksul kitleler kaybetti. ABD Sovyet baskınlığına karşı Doğu Avrupa’daki taban ayaklanmalarını destekledi, Rus baskısını ABD baskısıyla değiştirdi; Varşova Paktı yerine NATO’ya bağlılık; ulusal halk teşebbüslerinin, bankaların ve medyanın Batılı çokuluslulara müthiş bir transferi. Ulusal şirketlerin özelleştirilmesi benzeri görülmemiş bir iki basamaklı işsizlik yüzdesine, kiraların birdenbire artışına ve emekliler arasında yoksulluğun korkunç artışına sebep oldu. Krizler milyonlarca en eğitimli ve kalifiye işçilerin kaçmasına sebep olurken ücretsiz sağlık, yüksek öğrenim ve işçi dinlenme alanları ortadan kalktı.
Şimdi kapitalist olan Doğu Avrupa ve SSCB’nin son derece örgütlü suç çeteleri arasında yüksek seks işçiliği ve uyuşturucu halkaları gelişti; yabancı ve yerel gangster “girişimciler”, karlı halk şirketlerini ele geçirip yeni bir aşırı zengin oligarşi sınıfı ortaya çıkardılar. Batı’ya bağlı seçim partisi siyasetçileri, yerel işadamları ve profesyoneller sosyo-ekonomik kazananlardı. Emekliler, işçiler, kolektif çiftçiler, işsiz gençlik ise önceden destek verilen kültür sanatçılarıyla birlikte en büyük kaybedenler oldu. Doğ Avrupa’daki askeri üsler imparatorluğun Rusya’ya karşı askeri saldırısının ilk hattı ve karşı saldırının da ilk hedefi oldu.
Emperyal güçteki değişimin sonuçlarını ölçersek, Doğu Avrupa ülkelerinin ABD ve AB altında Rusya’da olduğundan çok daha uşakvari olduğunu görürüz. Batı’nın kışkırttığı finansal krizler ekonomilerini mahvetti; Doğu Avrupa birlikleri NATO’nun altında Rusya’nın altında olduğundan daha çok emperyal savaşa hizmet etti; kültürel medya tamamen Batı ticaretinin kontrolünde. Hepsinden öte, bütün ekonomik sektörlerindeki emperyal kontrol Sovyet zamanında olduğundan çok daha fazla yayıldı. Doğu Avrupa “taban” hareketi ABD İmparatorluğu’nu derinleştirme ve genişletme konusunda başarılı oldu; barış, sosyal adalet, ulusal bağımsızlık, kültürel Rönesans ve demokrasiyle sosyal refah avukatları kaybetti.
Emperyalist destekli “antiemperyalizm”e âşık olan Batılı liberaller, ileri görüşlüler ve solcular da en büyük kaybedenlerdir. NATO’nun Yugoslavya’ya saldırılarına verdikleri destek, çokuluslu bir devletin parçalanması, devasa NATO askeri üslerinin ve Kosova’da beyaz köle cennetinin yaratılmasıyla sonuçlandı. Doğu Avrupa’nın emperyal destekli “kurtuluşuna” verdikleri kör destek refah devletini yok edip Batılı rejimlerin üzerinden refah temini sağlama rekabetinin baskısını kaldırdı. “Taban” ayaklanmaları yoluyla Batılı emperyalin ilerlemesinin asıl kazancı çokuluslu şiddetler, Pentagaon ve sağ kanat serbest piyasa neoliberalleri oldu. Bütün siyasi spektrum sağa kayınca solun bazı kesimleri de kalabalığa katılıp aynısını yaptı. Sol ahlakçılar inanılırlıklarını ve destek kaybetti, barış hareketleri bozuldu, “ahlaki eleştirmenleri” seslerini kaybetti. “Antistalinizm”, “demokrasi desteği” ya da “antiemperyalizm” adına emperyal destekli “taban hareketlerini” savunan solcular ve ilericiler eleştir bir bakış asla göstermedi, toplumsal refah, ulusal bağımsızlık ya da kişisel onur bakımından kendi durdukları yerin uzun dönemde yarattığı sonuçları analiz etme çabasına da hiç girmediler.
“Antiemperyalist” söylemlerin emperyalist yönlendirmesinin uzun tarihi bugün düşmanca bir ifade buldu. Obama’nın Çin ve Rusya’ya açtığı yeni soğuk savaş, İran’ın sözde askeri tehdidine karşı Körfez’de kaynamakta olsan sıcak savaş, Venezüella’nın “uyuşturucu ağlarına” karşı müdahaleci tehditler ve Suriye’nin toplu kıyımı düşmekteki bir imparatorlu desteklemek için “antiemperyalizmin” kullanılması ve suiistimalinin parçası ve bir partisidir. Neyse ki, ileri görüşlü ve solcu yazarçizerler geçmişin ideolojik çöküşlerinden ders alıp emperyallerin “muhalif” dediklerine kitlesel medyanın “ileri görüşlü bir kapak” bulmasına engel olacaklar. Gerçek antiemperyalizm ve demokrasi hareketleri ile Washington, NATO ve kitle iletişimin desteklediklerinin ayırdını yapmak gerek.
kaynak: http://www.muhalefet.org
Çeviri: Yasemin Göl