Gelişmiş dünyada, “sosyal anlaşma” herkesin güvende olmasıdır, Türkiye’de “sosyal anlaşma” ise kimsenin güvende olmaması üzerine kurulmuştur.
Kurduğu yapı ile bugün herkese dokunan Erdoğan kendini dokunulmaz zannedebilir ama bu coğrafyada günün sonunda herkese dokunulur. Benden söylemesi…
Devletin savaş uçaklarının Uludere’de kendi insanlarını bombalaması, akabinde özür dileneceği yerde olayın açıklığa kavuşması için ayak sürümesi, askeri cenahı kutlaması kollaması ve Genelkurmay Başkanı’nın üstüne vazife olmadığı halde Kürtçe eğitime karşı gelmesi, herkesin bir kez daha düşünmesi gerektiğini gösteriyor. Bunun düşünce özgürlüğüne girdiğini düşünebilirsiniz ama emrinde 700.000 asker olan bir Komutan bunu dile getirirse bu tehdide girer. Demokrasilerde siyasetçilerin biçimlendirmesi gereken şeylere asker karışırsa, bilin ki o ülkede özgürlükler konusunda arpa boyu yol gidilmemiştir. Bugünlerde Generallerin içeri tıkılması, Türkiye özgürleşiyor gibi algılanmasın. Bu sadece bir iç hesaplaşma olmasına ilaveten Devlet içerisindeki bir hesaplaşmanın da göstergesidir.
Başbakan, Militarizme karşı olan birisi değil. Yeter ki Ordu kendine biat etsin.
Daha önce de yazmıştık: Eskisi yıprandığından yenisi ile değiştiriliyor. Yoksa Devlet bildiğimiz ceberrut devlet!
“Devletin yardakçılığına soyunursan”
Gücü eline geçiren Erdoğan, ülkeyi demir yumrukla yönetebileceğini, böylece kendince tehlikeli unsurlar ilan ettiği kesimi de susturabileceğini düşünmektedir. Ama fena halde de yanılmaktadır. Siz devleti ele geçirdiğinizi düşündüğünüz anda, o sizi öyle bir yönetir ki, bir anda Devleti savunmak durumunda kalır, gideni aratmazsınız. Uludere de olduğu gibi.
Bakın Taraf Gazetesi Yayın Yönetmeni ne diyor: “Devletin içindeki zehiri temizlemeden, o devleti on yıl boyunca yönetmeye kalkarsan, o devletin en tepesine tırmanabilmek için kendi halkına arkanı döner, devletin yardakçılığına soyunursan, o zehir kaçınılmaz olarak senin damarlarına da akar. Sen de zehirlenirsin. Zehirlenmiş bir devletin zehirlenmiş bir parçası haline gelirsin. O zaman başlarsın tehditlere, yalanlara, saptırmalara, iftiralara. O yönettiğini sandığın devlet senin emrinde halkını bombalar, sen devlete sahip çıkarsın.”
Hayatın parçası olan insan ise bir kez daha unutulmuştu.
Dakikaların önemli olduğu iletişim dünyasında 12 saat boyunca karartma uygulandı. Böyle bir olay yokmuş gibi davranıldı. Dış dünya basını olmasa, Türk kamuoyu bu olayı belki de bilmeyecekti bile. Olay ortaya çıktığında da devletin şefkati değil demir yumruğu hissedildi. Olayı sorgulamaya kalkanlar, Başbakanın hışmına uğradı. Devlete ve makama laf söyletmeyiz. Hayatın parçası olan insan ise bir kez daha unutulmuştu. İsrail, bir vatandaşı için 1500 kişiyi hapishanelerden serbest bırakırken, Devlet kendi vatandaşları için bir özrü bile çok görüyor, olayı soğutmaya çalışıyordu. Kürt vatandaşlar her zamanki gibi yine yalnızdı. Uludere olayında AKP’ye gol atan Ergenekon, bir çalım da Hirant Drink davasında attı ve Devlet mahkemelerinin hala daha kimin kontrolunde olduğunu gösterdi.
Erdoğan, meğerse Devletin demir yumruğunun ta kendisiymiş
AKP mağduriyetten beslenen siyasi bir yapı idi Devleti değiştirme iddiasında olduğundan oy kazanıyordu. Ama artık takiyyede yolun sonuna gelinmişti. Mağduriyet perdesi düşmüş, aslan penceleri görünmüştü. BDP Eş Başkanı Demirtaş Genelkurmay için “Bizim nazarımızda Onbaşı kadar kıymetin yok” deyince kıyamet koptu ve en sert yanıtı Başbakan ve kurmaylarından aldı. Başbakan:“Kimse benim Genelkurmay Başkanıma Onbaşı diyemez” deyiverdi. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise: “Ordu bizim gözbebeğimizdir, ordumuza laf söylenmesini katiyenkabuletmeyiz” diyerek koroya katıldı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız: “PKK’ya terörist diyemeyenler Genelkurmay Başkanımıza onbaşı demeye başladı. Bunukabuledemeyiz”.
diye eşlik ederken, Selahattin Demirtaş’a da “Genelkurmay Başkanı’nı aşağılama, Üslubuna dikkat et” diyerek sözünü tamamladı.
Halbuki, sivilleşmiş demokratik bir ülkede, Genelkurmay Başkanı’na “Siyasetle ilgili konulara grime, sen bu işlere karışma sayın Paşam” denmeliydi.
Çünkü;
“Kürtçe eğitim” konusu, askerin değil siyasetin konusudur,
Uygun görüp görmeme makamı da ordu makamı değil, siyaset makamıdır.
BDP Başkanı Demirtaş ise verdiği yanıtla Erdoğan’ın maskesini düşürmekle kalmıyor, takiyyenin örtüsünü de çekip alıyordu: “Sen bize Onbaşı dediğimiz için kızıyorsun ama, senin savcıların eski Genelkurmay Başkanına terörist başı diye suçlama yöneltiyor”. İnsanların devlete ve sisteme karşı olduğunu bildiği Erdoğan, meğerse Devletin demir yumruğunun ta kendisiymiş. Demokrasiyi de sadece kendileri için istiyorlarmış. Uluderedeki olayı örtbas etmek isteyen Erdoğan KCK tutuklamalarını hızlandırmış, BDP milletvekillerinin evlerini yoklatmış, yaptığı açıklamalarla onları halka sürekli hedef gösterip Erdoğan demokrasisinin ne olduğunu çok güzel örneklemiştir.
Adalet çöplüğüne sahip bir ülke neden AB’ye gir(ebil)sinki?
Gazetecilerin, siyasi parti yöneticilerinin ve göstericilerin düşünce özgürlüğü hiçe sayılarak içeri alındığı bir ülkede, AKP Genel Baskan Yardımcısı Nurettin Canikli’den sonra Milli Savunma Bakanı’nın da bu konuyu hiç dile getirmeyip “İyi ki AB’ye girmemişiz” demesi zaten AB’ye giremeyişlerinin sebebinin demokrasi çıtasının sürekli düşük tutulmasından dolayı olduğunu göstermiyor muydu? Adalet çöplüğüne sahip bir ülke neden AB’ye gir(ebil)sinki?
AKP’li yetkililerin son zamanlarda arka arkaya basına verdikleri benzer demeçler, AB rotasından açıkça saptığını duyurmuyor mu? Ama buna rağmen AB’yi suçlamaları takiyye konusunda ne kadar ustalaştıklarını da belgelemiyor mu?
“sosyal anlaşma”
Gelişmiş dünyada, “sosyal anlaşma” herkesin güvende olmasıdır, Türkiye’de “sosyal anlaşma” ise kimsenin güvende olmaması üzerine kurulmuştur.
Kurduğu yapı ile bugün herkese dokunan Erdoğan kendini dokunulmaz zannedebilir ama bu coğrafyada günün sonunda herkese dokunulur. Benden söylemesi…
GÖZDEN KAÇMAYANLAR!
AKP Genel Başkan yardımcısı Nurettin Canikliden sonra TC Milli Savunma Bakanı’nın da yukarıda yazdığımız gibi “İyi ki AB ye girmemişiz” demesi yeni bir politikanın işareti olduğu gibi, Türkiye’nin AB rotasından da çıktığını gösterdi.
Tutuklanan ve işten kovulan gazeteciler ordusuna katılan Mehmet Altan, Ankaralılaşma jargonuna, “AKP’nin Kıbrıs sorununda Denktaşlaşması”nı da eklemek isteyince, Star gazetesi yazıyı yayınlamayı reddedip kapıyı gösterdi. Tanrı Türkü Türk’ten korusun!