Havadis- Mete Tümerkanı
Alpay Durduran’la Lefkoşa’da YKP Genel Merkezi’nde konuştuk. Kendisi ile barışık biri Alpay Durduran… Orta eğitimini Antalya’da, yüksek öğrenimini ise İstanbul’da tamamlamış. Bunun için de adaya geldiğinde yaşıtlarını tanımayan biri durumunda olmuş Durduran…
“Demek ki benim kolay idare edileceğimi düşündükleri için beni TKP’nin başına getirmişler. Acaba gerçekten beni kolay idare edebildiler mi” diye gülerek başladı.
Sohbetimiz, “kırmızı pasaport” konusunu konuşurken ise “Benim için delirdi bu adam dediler. Halbuki her şey herkesin gözü önündeydi. Bunu nasıl görmediler” diye devam edip gitti.
Mustafa Akıncı tarafından TKP’den ihraç edildiğini anlatan Alpay Durduran, Türkiye’nin onay vereceği bir tip olmuş olsaydı Başbakanlığı’na izin verileceğini belirtti. Durduran herkesin TKP’nin geçmişini anlatırken kendi tarihini yazmaya çalıştığını söylediği sohbetimiz sırasında, ağırlıklı olarak TKP’yi konuştu.
Bu durumda İsmail Bozkurt ve Mustafa Erbilen’den sonra bu kez de Alpay Durduran’la TKP’nin geçmişine baktık. Bu üçlünün anlattıklarında örtüşen konular olduğu gibi farklılıklar da var. Örneğin Bozkurt “TKP bağımsızlık ilanına karşı değildi” derken, Durduran TKP kurultayının böylesi bir ilana karşı çıkma kararı aldığını ve o kurultayda Bozkurt’un genel başkan seçildiğini söyledi.
Burhan Nalbantoğlu’nu da konuştuk Alpay Durduran’la… Durduran Nalbantoğlu’nun TMT ile ilgili söylediklerini bize aktardı.
Ama bir noktadan sonra durdu. “Ben daha fazlasını anlatmaya kendimi yetkili hissetmiyorum” dedi. Ve ekledi; “Nalbantoğlu ile bu konuları aramızda kalması kaydıyla konuşmuştuk. Onun için benden bu kadar!”…
Durduran gerçekten renkli biri… Bir saat süren sohbetimizi siz Havadis okurları üç gün boyunca okuma fırsatı bulacaksınız. Eminim, Durduran’ın söylediklerinden yeni bir şeyler öğrenme şansınız olacağı gibi, bazı konularda ona kızacak, bazı yerlerde ise hak vereceksiniz…
İşte Durduran’la yaptığımız sohbetin ilk bölümü:
Mete TÜMERKAN: Alpay Durduran’ın siyasetle ilgisi nasıl ve ne zaman başladı?
Alpay DURDURAN: Siyasetle gençliğimden beri ilgiliydim. Ancak bil fiil siyasete girişim 1975’te Kurucu Meclis’e Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ni temsilcisi olarak katılmamla oldu. Orada 6’lar diye tanımlanan muhalif grubun içerisinde kendimi buldum. Ve diğer muhalif grup olan ve kendilerini özgürlük grubu diye tanımlayan grup ile de ilişki içerisine girdik. Ve böylece bir muhalif olarak siyasetin içerisine girmiş oldum ve hala daha muhalif olarak devam ediyoruz…
Mete TÜMERKAN: TKP’nin başkanlığına gelişiniz nasıl oldu? O dönemde neler yaşandı?
Alpay DURDURAN: Aslında ben Antalya’da orta eğitimimi gördüm. Ondan sonra Teknik Üniversite’ye gittim. Dolayısıyla buradaki gençlerle, yaşıtlarımla ve yakın kuşaklarla pek bir tanışıklığım yoktu. Onun için benim Kurucu Meclis’e girebileceğim pek aklıma gelmemişti. Çünkü Makine Mühendisleri Odası da küçük bir odaydı. Hala daha diğerlerine göre küçük bir odadır. Onun için hiç böyle bir şey beklemiyordum ama büyük odalardan bazı arkadaşlar geldiler ve beni Kurucu Meclis’e yollamak istediklerini söylediler. Böylece Kurucu Meclis’e girmiş oldum. Ondan önceki siyasi hareketlerde, örneğin CTP’nin kurulması ve CTP’nin solcuların eline geçmesi aşamalarında da siyasi faaliyetlere katıldığım oldu ama bir partiye girmeyi düşünmedim. Ancak Kurucu Meclis’e girmemle birlikte siyasete başlamış oldum. Önce biz Halkçı Parti’nin kuruluşunda yer aldık. Halkçı Parti’de iken başkanı değiştirmeye çalıştık. Kabul etmeyince ve seçim de yakın olduğu için ayrılıp TKP’yi kurduk.
“Ben tanınmayan birisi olduğum halde beni başkan seçmeleri önemliydi”
Mete TÜMERKAN: Başkanı neden değiştirmeye çalıştınız?
Alpay DURDURAN: Bazı davranışlarını beğenmediğimiz için. Beğenmeyen grup ayrıldı ve TKP’yi kurma kararını görüşmeye başladık. O kararın verilmesi sırasında bana anımsadığıma göre Turgut Mustafa geldi ve “Bu partiyi kurmaya karar vereceksek, sen de başkanlığı kabul edeceksin, kararını ver. Arkadaşlar da destekliyor” dedi. Kendi aralarında konuşup anlaşmışlar. Onun üzerine ben de kabul ettim başkanlığı… Önemli olan ben tanınmamış biri olmama rağmen beni başkan olarak seçmeleriydi. Şimdi o sıralarda da, sonra sizin yaptığınız röportajlarda da geçtiği gibi benim kolay idare edilebileceğimi düşünmüşler. Herhalde bir yere bağlı olmadığımdan dolayı kolay idare edilebileceğimi düşünmüşler ve beni onun için seçmişler… Ben de kolay idare edildim mi bilmiyorum…( Kahkahalarla bir süre güldü.)
Mete TÜMERKAN: Bunu daha sonra kendileri ile hiç konuştunuz mu?
Alpay DURDURAN: Hayır konuşmadım. İddianın sahibi olan Turgut Mustafa’ya sormadım.
“TKP Meclis’te kurulan bir siyasi partiydi. Siyasi hareketin sonucu ortaya çıkmış bir parti değildi…”
Mete TÜMERKAN: TKP kurucuları arasında TMT’den gelenlerle sol ideolojiyi savunan gençler vardı. Nasıl bir partiydi TKP?
Alpay DURDURAN: TKP’nin genç takımı diyeyim, fazla da genç sayılmazdık, Türkiye’deki siyasi akımların etkisinde kalmış insanlardı. Bu arkadaşlar eskiler diye tanımladıkları bazı arkadaşları, İsmail Bozkurt, Burhan Nalbantoğlu gibi arkadaşların eskilerdendirler diye fazla öne çıkarılmamaları gerektiği iddiasında bulunurlardı. Sayın Bozkurt bunu kabul etmez, “Ben eskilerden değilim” derdi. Ama bu arkadaşlar onu da eskilerden sayarlardı. Dolayısıyla TKP içerisinde iki grup vardı. TKP Meclis’te kurulan bir siyasi partiydi. Siyasi hareketin sonucu ortaya çıkmış bir parti değildi. Parti içerisinde çeşitli görüşlerde olan insanlar vardı.
“KTÖS’ün TKP üzerinde etkisi vardı”
Mete TÜMERKAN: KTÖS’ün TKP üzerindeki etkisi neydi?
Alpay DURDURAN: Oldukça etkisi vardı. Ve KTÖS uzun bir süre TKP’yi destekledi. Kurulduktan sonra TKP’yi etkilemek için de devamlı çalıştı.
“Sayın Denktaş TKP’nin 1981 seçimleri sonrasında hükümet kurmasını engelledi”
Mete TÜMERKAN: TKP ilk seçimlerde 6 milletvekili çıkardı. 1981 seçimlerinde ise iktidara gelme şansını yakalayacak kadar büyüdü.
Alpay DURDURAN: 1981 seçimlerinin sonucunda seçim öncesinde anlaşmış olan iki parti vardı, CTP ve DHP, onlar TKP’yi destekleyecek ve koalisyon kurulacaktı. Böyle bir anlaşma seçim öncesinde yapılmıştı. Bu üç parti anlaştıydı. Seçimleri bu koalisyon anlaşmasıyla beraber yürüttüler. Ondan yani seçimden sonra da koalisyon kuracaklarını bildirdiler ama o zaman Türkiye’de askeri yönetim de vardı. Onlar Sayın Denktaş’ı desteklediler ve hükümet kurma görevini bana vermediler.
Mete TÜMERKAN: Kim engelledi?
Alpay DURDURAN: Sayın Denktaş engelledi. Hükümeti kurma görevini bana vermesi lazımdı. Vermedi. Türkiye’den aldığı destekle engelledi. Herhalde Türkiye’den mesaj geldi, “Bu kritik aşamada hükümet kurmalarına müsaade etmeyin eski hükümet devam etsin” diye…
“Türkiye bizim hükümete girmemizi istemedi”
Mete TÜMERKAN: Elçilik’in bir rolü oldu mu?
Alpay DURDURAN: Türkiye’nin mesajları Elçilik aracılığıyla gelmişti tabii ki.
Mete TÜMERKAN: O günlerde sizin hükümete girip girmeyeceğiniz konusu tartışılırken TKP olarak Denktaş ya da Elçilik’le bir temasınız oldu mu?
Alpay DURDURAN: TKP olarak resmi bir temasımız olmadı ama TKP’lilerle temas kurdular. Onların mesajlarını da temas kurdukları kişiler TKP’ye getirdiler. Ortaklarımız da yani CTP ve DHP erteleme işini kabul ettikleri için biz hükümeti kuramadık. Türkiye 30 Kasım’a kadar müsaade istiyormuş. Bu müsaade onların da katılmamasıyla verilmek mecburiyetinde kalındı. CTP de DHP de müsaade verilmesini kabul ettiler.
“Doktor Küçük’ü ikna edip Denktaş’la barıştırdılar. Kırmızı kitap ondan sonra çıktı…”
Mete TÜMERKAN: Seçim döneminde de 1981 yılında tartışmalar ve dalgalanmalar yaşanmıştı. Özellikle Doktor Küçük’ün bir anda TKP’yi hedef alması ve “kırmızı kitap” yazıları TKP’yi olumsuz yönde etkilemişti. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Alpay DURDURAN: Bizzat ben bu konuda Doktor Küçük’ten de bilgi aldım. Doktor bana “Biri gitti biri geldi. Bir general gitti, diğeri geldi. Bir Büyükelçi emeklisi gitti bir başkası geldi. Beni ikna ettiler ve ben Denktaş’la barışmak mecburiyetinde kaldım” dedi. Barıştıktan sonra Denktaş’la bizim seçim bildirgemizi “Kırmızı kitap” diye aldılar ve Halkın Sesi’nde bize çeşitli yakıştırmalarla, Maoist, komünist gibi saldırdılar. Seçimin ertesinde Sayın Denktaş partileri çağırdığında ve bizimle görüşmek istediğinde baktık ki bu çalışmalar hep Sayın Denktaş’ın müdürü Taner Etkin tarafından yapılmış, masasının arkasında dizi dizi yığın halinde dururdu.
Mete TÜMERKAN: Doktor Küçük TKP’nin ne kadar içerisindeydi?
Alpay DURDURAN: Doktor hiçbir zaman TKP’nin içerisine girmedi. TKP’yi sadece destekledi. Ve arkadaşlarının TKP’yi desteklemesine yardımcı oldu. Yoksa hiçbir zaman TKP’nin içerisine girmedi.
“Türkiye bize UBP ile koalisyon kurumamız için telkinde bulundu”
Mete TÜMERKAN: TKP’nin hükümete girmemesi partiyi ondan sonra nasıl etkiledi?
Alpay DURDURAN: Ondan sonra bize UBP ile koalisyon kurmamız için telkin geldi. Zar zor ben arkadaşları görüşmeleri başlatabilmemiz için ikna ettim. Başlatmayı kararlaştırabildik ancak. Tepki vardı parti içinde. Bu reaksiyonu ben zar-zor önledim. Ben hiçbir zaman siyasi hayatımda yetkili kişi ya da kurulları ziyaret edip özel olarak konuşmadım ve yardımlarını istemedim. Parti meclisi ve üyelerini etkilemeye çalışmadım. Bırakırdım serbestçe karar versinler. Ama bu konuda ilk ve son olmak üzere parti meclisi üyelerini ziyaret ettim ve oylarını buna göre vermelerini sağlamaya çalıştım ama buna rağmen zar zor parti UBP ile görüşmelerin başlaması kararı geçti. Ve UBP ile görüşmeleri başlattık. Ancak bizim yapmak istediklerimizi Türkiye Büyükelçisi’ne ve Türkiye’den gelen iki görevliye anlattıktan sonra görüşmelerin çıkmaza girdiğini gördüm.
Mete TÜMERKAN: Neydi yapmak istedikleriniz?
Alpay DURDURAN: Mesela göze batanı söyleyeyim askerin kampına çekilmesini, sivil işlere karışmamasını, hiçbir şeye müdahale etmemesini ve sadece Kıbrıs sorunu nedeniyle Kıbrıs Türk toplumuna ve bölgesine bir müdahale olacak olursa yani asker kullanmasına gerek olursa o zaman kampından çıkmasının gerekli olduğunu söyledim. Ve bunun için de aramızda bir anlaşma yapmamız gerektiğini belirttim. Bu durumu aydınlatmamız gerektiğini anlattım. İkincisi de Kıbrıs Türkü’nün kendi maliyesini düzenlemesini, Türkiye yardımlarının Türkiye tarafından seçilen projelere değil de bizim seçeceğimiz projelerden beğendiklerine yapılmasını önerdik. Böyle tedbirler de önerdim. Ve şu anda Türkiye’nin yönetimine “hayır” diyerek ortaya konulan görüşleri o zaman elçilikte anlattım. Baktım ki ondan sonra UBP ile görüşmeler yokuşa sürüldü.
“Biz TKP olarak ‘burasını Elçilik idare eder’ diye yola çıkıp onunla mutabakat aradık”
Mete TÜMERKAN: Siz hükümet kurmak için UBP ile mi, Elçilik ile mi görüşüyordunuz?
Alpay DURDURAN: Kim idare eder burasını diyerek yola çıktık ve Elçilik’le bir mutabakat aradık. Biz kabul ederdik bir koalisyon kurmayı ama bu memleketi kim idare edecekti, biz mi Elçilik mi idare edecek UBP kanalıyla… Sonra bizim bir de hesap sorma iddiamız vardı. “Biz de hesap soracağız” diye seçimlerde konuştuk. Bunun hesabını sormaya kalktığımızda sizi UBP’nin yanında görmeyelim dedik. Siz çekilin kenara ve bırakın bizi koalisyonun içinde halledelim, hesabımızı soralım dedik. Sonunda baktık gördük ki bütün görüşler yokuşa sürüldü ve UBP daha önce kabul ettiği önerilerimizi dahi bir bir döndü reddetti ve geriye koalisyonu isteyenlerin çabasıyla kala kala kalan iki buçuk maddeyi bile sonunda Mustafa Çağatay kabul etmedi partide ve koalisyona girilmesine taraftar olan arkadaşlarımız bunlarla koalisyon kurulmaz sonucuna vardılar. Ben dedim ki, “Bu görüşünüzü basın dışarıda bekliyor, onlara söyleyiniz.” Ben söylemedim koalisyon kurulamayacağını, onlar söylediler. Bunun arkasından bir iki ay geçtikten sonra bu arkadaşların birçoğunun UBP ile koalisyon kurmayı kabul etmedik iddiasıyla bize saldırıya geçtiklerini gördük. Ve bizi korkaklıkla, sorumluluk almaktan kaçmak vesaire suçlamalarla hedef yaptılar. Bir saldırı ile karşı karşıya kaldık. TKP oradan bir yara aldı. Arkasından Sayın Denktaş’ın anılarında da gördüğümüz gibi Sayın Denktaş parti içindeki hücrelerini harekete geçirdi ve TKP parçalandı kendi içinde…
“Nalbantoğlu ile ilişkilerimiz çok iyiydi, onu partinin Cumhurbaşkanı adayı yapmak istedim”
Mete TÜMERKAN: Nalbantoğlu ile ilişkileriniz nasıldı?
Alpay DURDURAN: Nalbantoğlu ile ilişkilerim çok iyi idi. Ben hiçbir zaman “o eskidir” deyip ona cephe alanlarla aynı tutum içerisine girmedim. Onunla çok iyi bir ilişkimiz vardı ve bir birimizi gayet iyi anlardık. Son güne kadar da en yakın dostum olarak kaldı rahmetli Nalbantoğlu. Hatta ben onu Cumhurbaşkanı adayı yapmak istiyordum, bunun için de çeşitli şeyler düşünüyordum. Benim yaşım Cumhurbaşkanlığına aday olmak için müsait değildi. Onun için başka birisinin olması zaten gerekirdi, bu nedenle Nalbantoğlu’nu partimizin Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek isterdim. Çok iyi idi ilişkilerimiz…
“Nalbantoğlu bana TMT’yi anlatırdı”
Mete TÜMERKAN: Burhan Nalbantoğlu ile TMT’yi konuştunuz mu?
Alpay DURDURAN: Esas olarak söylediği şuydu. Böyle yeraltı örgütleri önce yer üstündeki yönetimi bozar kendisini yakalamaya ve cezalandırmaya kalkmasın diye, onun için “Bu yönetimin bozulmasında bizim de rolümüz vardı” derdi. Önce sömürge yönetimi, sonra Kıbrıs Cumhuriyeti, sonra da o zamanki askerlerin yönetimindeki enklavlarda yaşayan Kıbrıs Türklerinin yönetiminin de etkin olmaması için gereğini yaptıklarını anlatırdı. “Her teşkilatta olduğu gibi birçok kirli işler teşkilat için ya da onun adına işlenmiştir. Bu çirkinlikleri hatırlamak dahi istemem” derdi.
“1983’te bizi dünya aleme rezil ettiler”
Mete TÜMERKAN: Nalbantoğlu bunlarla ilgili detaylara girdi miydi? Size söz etti miydi?
Alpay DURDURAN: Söz etti tabii ki. Mesela kendisi için ölüm kararı çıkartıldığını ve Ankara’dan kendisine böyle bir kararın varlığının bildirildiğini anlatırdı. O zaman öldürülmesi için birinin, Ankara’dan izin istenirdi. O izin dolayısıyla kendisine “Ankara’ya gel, gör ve bu işi durdur yoksa işin zor diye haber aldığını” söyledi bana. Daha fazla kendimi bana anlattıklarını paylaşma konusunda yetkili hissetmem. Çünkü hep aramızda kalması şartıyla anlatırdı. Kendisine hatta sürekli bir sekreter verme teklifinde bulundum, anılarını yazdırması ve istediği zaman da yayınlanması için. “Henüz erkendir ama bunu yapacağız” derdi. Ve sonunda maalesef ani bir ölümle aramızdan ayrıldı. Ayrılması da çok ilginç ve saygıdeğerdir de… Maalesef bütçe komitesinde, ben çok nadir gitmezlik ederdim, o toplantıda ben yoktum. O toplantıda kiralanmalar için teklifler vardı. Ve Türk parası da büyük bir değer kaybı içindeydi. Dolayısıyla sabit bir kirayla malların 40-50 yıllığına kiralanması da saçmaydı. Ne yazık ki böyle bir kiralama konusu vardı. Bunun için şiddetli bir tartışma oldu. Ve elini masaya dahi vurarak çok yüksek sesle konuştuğunu söylediler bana. Ve onun sonrasında da kendisini Meclis’ten çıkarken trafik ışıklarında gördüm. El salladık birbirimize ve eve gittiğinde eşine demiş ki “bana bir şeyler oluyor çabuk doktor çağır”. Ve beyin kanaması sonucu Nalbantoğlu’nu kaybettik.
“Denktaş 1981 seçimlerini sabaha doğru gelen son dört sandık sonucu kazandı”
Mete TÜMERKAN: 1981 seçimlerinde bir Ziya Rızkı olayı var. O günlerde ne oldu?
Alpay DURDURAN: 1981 seçimlerinde Sayın Ziya Rızkı TKP’nin başkan adayı oldu ve partiden de fazla oy aldı Sayın Rızkı. O seçimlere damgasını vuran gece yarısına kadar gelen sandıklardan gelen haberleri kara tahtaya yazdık. Dört sandıktan haber gelmez oldu ta ki o sandıklardan gelen haberle Sayın Denktaş yüzde 50’yi aşsın, yüzde ellinin altındaydı oyları. Ama son dört sandık geldi beklenmeyen şekilde çok uzun zaman geçtikten sonra sabaha yakın geldi ve baktık ki Sayın Denktaş seçimi ilk turda kazanmış. Olay buydu.
“TKP Kurultayı ayrı devlet ilanına karşı çıkılması kararı almıştı”
Mete TÜMERKAN: KKTC ilanı sürecinde de sancılı günler yaşandı. Sayın Bozkurt “Biz TKP olarak bağımsızlık ilanına karşı değildik, Kurucu Meclis ve Anayasa’nın değiştirilmesine karşıydık” dedi. Siz o günlerle ilgili neler söyleyeceksiniz?
Alpay DURDURAN: Bağımsızlık adı altında ne ise o yapılan, KTFD zaten bir devletti yani, sadece federasyon kurulursa bu devletin bazı yetkilerini anlaşmaya göre devredeceği söyleniyordu. Yani KTFD’nin pek bir eksik yanı yoktu. Buna rağmen ismi de değiştirerek bağımsız bir devlet ilan edildi diye bir iş yapıldı. “Kimden bağımsız, o güne kadar kime bağımlıydı?” soruları da açıkta kalarak bir şey yapıldı. Böyle bir şey yapılacağı daha 1978 yılında söylenmeye başladıydı. 1979 yılında da çok yüksek sesle söyleniyordu. Halbuki Denktaş- Kipriyanu anlaşması imzalanmıştı. Onun için biz bu konuda da girişimlerde bulunduk. Ve TKP olarak biz Büyükelçi Batu’ya gidip dedik ki, “Siz destekliyor gibi görünüyorsunuz. 77-79 Doruk Anlaşmaları imzalanıyor. Ama aynı anda da Meclis’te bu hükümetin sözcüleri ayrı devletten bahsediyor. Ne olacak bu işin sonu?” diye sorduk. Bize, “Önemsemeyin onları. Sayın Denktaş hini hacette bizim dediğimizi yapar. Onun için önemli değildir” dedi. Biz bu izahatı kabul etmedik ama izahat da bu kadar oldu. Bunun yapılacağı hakkında 1983’te de yılbaşından itibaren daha yüksek sesler çıkmaya başladı. Sonra BM Genel Kurulu’na Rum tarafı başvuru yapıp yapmayacak mı diye tartışmalarla beraber yapılıyordu bu. Eğer yapılırsa ve Türkiye’nin aleyhine bir karar alınırsa biz de ayrı devletin ilanını yaparız diye sesler yükselmeye başlamıştı. Bu tartışmalarda TKP hep buna karşı çıktı. Hiçbir hazırlık da yapılmadığı, hiçbir işe yaramayacağını ve hiçbir şeyi de değiştirmeyeceğini, Kıbrıs sorununun devam edeceğini iddia ettik. Bunların arkasında başka niyetler de olabileceğini ve Anayasa’nın da değiştirilerek Sayın Denktaş’ın da aday olmasına izin verilmek istendiğini de bu arada eleştiri olarak yapmakta idik. Bu eleştirilerle TKP Kurultayı’na gidildi ve kurultayda ayrı devlet ilanına karşı çıkılması kararı alındı. Hem de itiraz olmadan bu karar alındı. Ve Sayın Bozkurt da o kurultayda başkan seçildi. Ben de o kurultayda aday olmadım ve başkanlığı bıraktım. Yani kurultay kararı alındı. Devlet ilanına karşı olunduğu duyuruldu. Ve bu konuda da kategorik eleştiriler yapıldı. Bunlardan bir tanesi de Anayasa’nın değiştirilme ihtimaliydi. 1981 Türkiye Anayasası gibi bir Anayasa’ya geçme ihtimaliydi. Bir tanesi de mesela elektriksiz kalma olasılığıydı. Bir de devlet ilanına rağmen her şeyin sanki devlet ilan edilmemiş gibi devam etmesi olasılığı ileri sürülerek devlet ilanına karşı çıkıldı. Sayın Bozkurt anladığım kadarıyla o günlerde bu yaşananları sonradan değiştirdi. Çünkü sizinle yaptığı röportajında da kendisi ile istişare edildiğini ve TKP’ye de bilgi verildiğini ve bizim de buna karşı çıkmadığımızı söyledi. Bunu nasıl söylediğini ben anlayamıyorum. Sayın Bozkurt geçmişi kendisine göre düzenliyor. O dönemde parti meclisi toplantıya çağrılmadı. Meclis grubu ve duyan bazı arkadaşlar geldi. Ben başkan değildim. Bozkurt başkandı. O gece, bütün gece bu konu konuşuldu. Ve sonuca varılamadı. Çünkü tartışma neydi? Sayın Denktaş dedi ki, “Buna karşı çıkanların bu toplumda yeri olmaz”. Elçi’ye gittiler. Elçi de onlara demiş ki, “Bu yönetimde, bu idarede yeri olmaz”. Şimdi “Toplumda yeri olmaz, idarede yeri olmaz.” Bunların anlamı nedir. Bunların üzerinde şiddetli tartışmalar yapıldı. Çünkü bütün arkadaşlarda bir korku vardı. Parti kapatılacak, bazıları tutuklanacak gibi… Hatta bana telefonla dediler ki, “Seni de Uzun Ada’ya süreceklermiş Özker’le beraber”. Biz içeride Sayın Denktaş’la yemek yerken evime telefonlar edildi ve “Duyduğumuza göre Sayın Başkan’ı Özker’le beraber sürmüşler Türkiye’ye. Tutuklamışlar götürmüşler bu doğru mu” diye eşime soruldu. O da bana ulaşamaz tabii. Herkes kısacası bir korku havası içerisindeydi. Ve fakat ben ve birkaç arkadaş buna sertçe karşı çıktığımız için kurultay kararımız da vardı, epeyi bir tartıştık ama bir karar veremedik. Dedik ki “Yarın sabah Meclis’e gidelim, grup odamızda toplantı yapıp kararımızı orada verelim”. Oraya gittiğimizde CTP’nin buna evet dediğini öğrenince kala kala iki kişi, karşı çıkmaya devam etti ve biz salona öyle girdik. Salonda oylama yapılmış falan. Halbuki öyle bir oylama yapılmadı. Necat Konuk, “Ayakta oy birliği ile kabul edilmiştir” dedi. Kabul edenler, etmeyenler ve çekimser var mı yok mu diye bakmadı. Zaten Meclis kuşatılmıştı. Meclis’in koridorlarında yürümek imkansızdı. Her taraf kalabalıktı. Kim neye ne diyecek belli değildi. Karşı çıkanlara ne yaparlar, o kalabalığa ne yaptırırlardı onu da bilmez kimse. Korku ve baskı altında o karara TKP katılmıştır. CTP’nin de aynı şekilde hareket ettiğini biliyorum ben. Ve bu muhalefeti tahkir eden, aşağılayan bir “Hayır” deme hakkını bile esirgeyen bir hareket şeklinde yapıldı. Sayın Bozkurt ne derse desin, Sayın Varoğlu, şimdi TDP’nin de genel sekreteridir, “Biz taraftardık buna ve KTÖS olarak biz onlarla iş birliği içindeydik” falan deyip o da TKP’nin taraftar olduğunu iddia eder. TKP kimdir? Kurultayı buna ‘hayır’ dedikten sonra nasıl oldu bu iş? Bu soruların yanıtlarını vermezler…
“1983’te 40 kişi bir kişiye teslim oldu ve bizi dünya aleme rezil ettiler”
Mete TÜMERKAN: Sonra Anayasa değişti? Sayın Bozkurt bunun sivil bir darbe olduğunu söyledi.
Alpay DURDURAN: Sonuç bir darbeyi gösterir ama bu darbe kimden ve nereden geldi, başımıza balyozu kimin vurduğunu da söylemesi lazımdır. Nasıl olur da kırk kişilik bir Meclis bir kişiye 31 kişi daha seçip 71 kişiye çıkarma yetkisini verir. Biz buna ret oyu verdik ama Meclis verdi. Meclis’in çoğunluk partisi UBP azınlığa düştü. Ana muhalefet partisi UBP oldu. Denktaş da ayrı bir hükümet kurdu. Böyle bir dönem yaşattılar ve bizi dünya aleme rezil ettiler. Bu kısacık ömrümde ben iki kez Kurucu Meclis üyesi olmak durumunda kaldım. Allah üçüncüsünden saklasın. Şimdi yine adı filan değişsin diye konuşmalar başladı. Bakarsınız bir kurucu Meclis daha olur.
“1985 seçimlerinden sonra kurulan UBP-TKP ortaklığına ben karşı çıkmadım ama desteklemedim de”
Mete TÜMERKAN: 1985 seçimleri sonrasında bu kez TKP UBP ile bir ortaklık kurdu. Ne oldu?
Alpay DURDURAN: Bir iddia da benim bu ortaklığı desteklediğim şeklindedir. Hayır. Ben koalisyona girilmesine karşı çıkmadım. Ben, “Bir işe yaramayacak, ama çok saldırıldı dedim daha önce UBP ile kurmadık diye ve görüyorum ki siz de temayül ettiniz koalisyona gireceksiniz diye. Onun için size karşı çıkmayacağım” dedim ve çıkmadım.
METE TÜMERKAN: Biraz geriye gidecek olursak, 1981 yılında Mağusa Grubu muydu UBP ile koalisyona karşı çıkan?
Alpay DURDURAN: Çok sert bir tepki vardı oradan. Hususi o iş olsun, görüşmeler başlasın diye 1981 yılında ben Mağusa’ya gittim. Konuştum ve razı ettim bazı arkadaşları en azından görüşmelerin başlamasına izin versinler diye. 1985’te de kurulduğunda tepki gösteren vardı ama azınlıktaydı ve ben de onların arasındaydım. Karşı çıktım ben. Bakanlık da talep etmeyeceğimi hemen söyledim. Çünkü bir de ben sorun çıkarmayayım dedim. Benim bakan olmamı UBP’nin nasıl karşılayacağını ben bilemiyordum. Çünkü giderek parti içerisinde daha sert bir muhalefet grubu olarak görülmeye başlandıydık. O yüzden bakan olup sorun yaratmak istemedim kendilerine. Hatta Sayın Erbilen bana “Ben bakan olmayım sen ol benim zaten işlerim var” diye son gün bana ısrar etti. Ama ben kabul etmedim. Bu işi kabul etmedim, bu işe girmedim.
“Ben koalisyonun devamını savunmadım”
Mete TÜMERKAN: Peki Özal’ın gelmesi ve sonrasında yaşanan tartışmalar sırasında sizin koalisyon hükümetinin devamını sağlamak için devreye girdiğiniz söylenir…
Alpay DURDURAN: Doğrudur söylenir. O günlerde de söylenirdi. Bazı arkadaşların anısıdır bu. Ama aslında ben yurt dışındaydım. Bu kriz o zaman çıktı burada. Oradan telefonla bana bir şeyler söylerler. Ben onlara bir şeyler söyleyeceğim. Tabii ki iletişim imkanları bugünkü gibi değildi. Ben “bekleyin gelelim ve ona göre konuşalım” dedim. Ben “bekleyin gelelim” dediğim için koalisyonu kurtarmaya çalışacağım diye yorumlandı bazıları tarafından. Bu fikir de dolaştı etrafta. Ama böyle bir şey yoktur ve ben durumu bilmiyordum. Daha fazla bilgi alma imkanım da yoktu. Telefon imkanım yoktu. Biz sürekli hareket halindeydim. Konuyu konuşup tartışmamız imkansızdı… Onun için o programa uymak bakımından “bekleyin de dönelim” dedim. Gelip ben burada görseydim ki Sayın Özal’ın bizim UBP ile daha önceden hazırladıklarımız ve yaptığımız görüşmelere rağmen başka bir paket ile geldiğini ve “bu paketi kabul eden eder, etmeyen gider” dediğini ben bu koalisyonun devamını nasıl savunabilirdim.
Mete TÜMERKAN: Ve koalisyon bozuldu. Dönüp geriye baktığınızda TKP doğru mu yaptı?
Alpay DURDURAN: Zaten girmesi hataydı. Bu hatasına karşı çıkmadım. Buyurun yapın dedim. Dersini alsın diye bıraktım. Dersini aldı. Ayrıldı. Ama dersini aldı mı? Almadı. Ondan sonra yine koalisyona girdi aynı şartlarda. Ve bir hayal kırıklığını yine bu toplum yaşadı. Arkasından CTP girdi. O da aldı boyunun ölçüsünü ve şimdi kim kurtaracak memleketi diye muhalifler parti ararlar.
“Sayın Denktaş’ın hücreleri görevlerini yapıp partiyi parçaladılar”
Mete TÜMERKAN: TKP içerisinde sonra ne oldu?
Alpay DURDURAN: Ondan sonra Sayın Bozkurt hayal kırıklığı yarattı bazı arkadaşlarımızın üzerinde. Ben de dahil olmak üzere. Ben yürütmenin bir üyesiydim, Kıbrıs sorunuyla ilgili üye olarak çalışacaktım. Ondan sonra baktım ki TKP’nin politikası artık değişiyor. Zaten değişmeye başladığı için ben başkanlıktan ayrılmayı kabul ettiydim. Ben başka şeyler söylemişim yıllarca… Baktım gördüm bunlar değişiyor. Bazı arkadaşlar ki bu arkadaşlar sonradan partiden istifa ettiler, onlar istifa etmesin diye partinin bazı görüşlerinin artık savunulmaması gerektiğini söylemeye başladılar. Bu arkadaşlar Fuat Veziroğlu, Ekrem Ural, Hasan Özbaflı idi. Bu arkadaşlar sonra partiden ayrıldı. Bir de Gözel Halim arkadaşımız vardı. O bağımsız olarak hareket etti ve politikadan ayrılmak istediği için koptu. Parti böylece parçalandı. Nitekim 1985 seçimlerinde beni Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiler, partinin bir kısmı benim aleyhime Sayın Denktaş’ın lehine çalıştı. Sayın Denktaş’ın hücreleri görevlerini yapıp partiyi parçaladılar.
Mete TÜMERKAN: Daha sonra İsmail Bozkurt parti başkanlığından ayrıldı. Yurt dışında kalmak zorunda olduğu için bu işin bu şekilde devam edemeyeceğini söyleyerek ayrıldığını belirtmişti başkanlıktan, neler oldu?
Alpay DURDURAN: Kendisi öyle izah ediyor. Bize bu konuda bir şey söylemedi. Ama parti içerisinde o dönemde Sayın Bozkurt’u destekleyen falan kalmamıştı. Seçimlerde darbe yiyince TKP bu sefer bir kurtarıcı aradılar ve kurtarıcılar geldi partiye…
“Akıncı ve arkadaşları beni partiden attılar”
Mete TÜMERKAN: Kimdi bu kurtarıcılar?
Alpay DURDURAN: Sayın Akıncı başta olmak üzere geldiler partiye ve partiyi kurtarmak üzere faaliyete geçtiler. Ben bu hareketin yanlışlığına karar vermiştim. Partinin görüşleri artık budanmıştı. Mesela ayrı devlet ilanının ve KTFD’den sonra yeni bir durum yaratılmamış olmasının hesabını veren olması lazımdı. Baskılar, tehditler içerisinde demokrasi oyunu oynuyoruz, buna takılıyorduk, bunun hesabının verilmesi lazımdı. Sorulmadı hiç, vazgeçildi bundan tam tersine uyum çalışmaları başladı. Bu uyum çalışmaları sürerken memnuniyetsizlerin sayısı parti içerisinde sürekli arttı ve muhalefete geçtiler. O çerçevede bazı arkadaşlar partiye dönüş yaptılar seçimlerde kurtaracaklar partiyi diye harekete geçtiler. İşte buna rağmen bu seçim başarısızlığı da geldi. Onun için son bir şey olarak ben parti başkanlığına tekrar aday oldum ve Mustafa Akıncı’ya karşı kaybettim. Ve tabii kurultay günü salona baktığımda birçoğunu tanımıyordum. Nereden geldiler, üye oldular da o salona geldiler belli değildi yani… Bilerek gittim ve seçimi kaybettim. Sayın Bozkurt da bunların olacağını bildiği için daha önceden vazgeçti ve aday olmadı tekrar. Ve TKP de yeni bir şekle girdi. Yeni bir şekle girdi nasıl olduğu anlaşıldı kesin olarak. Biz bir dernek kurduk. Kıbrıslılar Dayanışma Derneği diye. TKP’nin programından alıntı yaparak söylediğim bir şeyi Halkın Sesi Gazetesi yayımladı. Onu delil göstererek parti görüşlerine aykırı faaliyette bulunuyorum diye beni partiden Akıncı ve arkadaşları attılar.
“Türkiye’nin kabul edebileceği bir tip olsaydım Başbakan da olurdum”
Mete TÜMERKAN: Bir iddia daha var Sayın Durduran. Sizin bu kadar Türkiye karşıtı bir duruş sergilemenizin nedeni olarak 1981’de Başbakanlığınızın engellenmesi gösteriliyor. Öyle mi?
Alpay DURDURAN: Bu yanlış olsa gerek. Çünkü 1981 koalisyonunun kurulamamasının sebebi bizim o anki görüşlerimizdi. Yoksa benim görüşlerim o engellendi diye benim görüşlerim değişmedi. O görüşlerimizi Türkiye engellemek niyetinde olmasaydı zaten bu işler olmazdı ve ben Başbakan da olurdum Türkiye’nin kabul edebileceği bir tip olsaydım… İdare edilebilecek yumuşak başlı birisi olsaydım Türkiye de memnun olurdu.
Mete TÜMERKAN: Ama Türkiye’ye karşı tepkinizin bundan dolayı büyüdüğü iddiası var?
Alpay DURDURAN: Ben bunu daha görülür hale gelmesi şeklinde anlarım… Daha görünür hale gelmesinin sebebi şudur. Biz 1975’te ben kişi olarak da umardım ki demokrasi engellenmeyecek, düşünce özgürlüğüne müdahale edilmeyecek, bayraktarlık kalkacak, askerin denetimi kalkacak vs… Bunlar seçimlere müsaade edecekler, normal siyasi hayata geçilecek… 1981 seçimlerinin sonuçları da böyle zorla iptal edilince anladık ki seçilsen de bir seçilmesen de bir. Seçimi kazansan da bir kazanmasan da bir… Hükümet kursan da bir kurmasan da bir olduğunu anladık. Oradan gördük. Sonra TKP de CTP de hükümete katıldı değişen bir şey olmadı. Çünkü ipler başkasının elinde… Yani Sayın Denktaş’ın da kullandığı bir deyim vardır. “Davul bizim boynumuzda, tokmak elçinin elinde…” Bu durum dolayısıyla daha fazla bu konuları işlemeye başladık. Bunlar kalkmadıktan sonra demokrasi olamayacağı kanısı zaman içerisinde güçlendiği için daha yüksek sesle konuşmaya başladık. Bunu bir karşıtlık olarak nitelendiriyorlar. Bizi partiden attıktan sonra biz de Yeni Kıbrıs Partisi’ni kurduk…
“Üzerimize şenlikli bir şekilde geldiler ve YKP’yi toplum önünde izole ettiler”
Mete TÜMERKAN: YKP serüveniniz nasıl oldu, beklediğiniz gibi mi?
Alpay DURDURAN: İlk başlarda daha fazla her şeyin anlaşılacağına dair ümidimiz vardı. Ve daha fazla etkili olacaktı diye. Dünya çapında da etkisi olabileceğini düşünüyorduk. Olmadı. Üstümüze de çabuk geldiler. İki bomba, bir kurşunlama… Bir kundaklama… Şenlikli bir şekilde üstümüze geldiler ve bizi toplumun önünde izole etmeyi becerdiler. Benim gün oldu akrabalarım bayram ziyaretine geldiler. Kapıdan çıkar çıkmaz arabalarının altını muayene ettiler bakalım bomba var mı diye… Öyle arabalarına bindiler. Öyle bir ortamda da gelişme ancak bu kadar olabilirdi. Biz burada bir ateş olsun, bir fikir yayınlansın diye varlığımızı sürdürüp gidiyorum…
Mete TÜMERKAN: “Kırmızı pasaport” dediğiniz zaman herkes size farklı gözlerle baktı…
Alpay DURDURAN: Delirdi dediler benim için. Aslında Türkiye tarafından bu Kıbrıs Türk toplumunun kafası devamlı ellenmese apaçık meydandaydı her şey. Yani bunu görmemek nasıl olabildi ben anlayamadım. Bana ileriyi gördüğümü söylediler. Halbuki öyle bir şey yok. Ben önümde görürdüm bunu. Kıbrıs başvurmuş AB’ye, başvurmadan önce gümrük birliği çalışmaları devam etmiş. Bizim yönetim de katılmış gümrük birliğine. O da programlarını uygulamış. Gümrük Yasalarında ayrı bir cetvel açmış ve AB ülkeleri için de ayrı tarifeleri de benimsemiş. Yardımlarını da almış… O durumda belliydi. Kıbrıs AB’ye girecekti. Kıbrıs sorunu çözülürse girecek. Onun için uzun konuşmalarımda en sonunda “Gelin Kıbrıs sorununu çözelim AB’ye katılalım. Birer kırmızı pasaport alalım” diye bağlıyordum. Yani bir iki saniye ancak sürüyordu bu açıklamam. Diğer söylediklerimin hiçbiri hatırlanmaz yalnız bu hatırlarda kaldı. Kıbrıs da bildiğiniz gibi karamboldan AB’ye girdi. Türkiye’nin Kıbrıs sorununu çözmeye teşvik edilmesi için sorun çözülmeden de Kıbrıs’ın AB’ye girebileceği kararı alındı sonunda. Ve o karar alındığından dolayı bütün işlemler tamamlandı. Ve son bir toplantıda Türkiye’nin de Kıbrıs sorununun çözümü anlaşmasını desteklemesi istendi. Sayın Denktaş buna mani olunca Kıbrıs sorunu havada kaldı ama Kıbrıs’la ilgili bütün kararlar alındığı için de mecburen üye yaptılar kendisini şimdi de derdini çekiyorlar.
“Gelinen nokta aslında bulunduğumuz noktadır. Bir değişiklik olmadı. Dünya Kıbrıs’ın bölünmesini ve iki ayrı devlet olmasını içine sindiremiyor”
Mete TÜMERKAN: Gelinen aşamayı nasıl değerlendirirsiniz?
Alpay DURDURAN: Gelinen nokta aslında bulunduğumuz noktadır. Bir değişiklik olmadı. Dünya Kıbrıs’ın bölünmesini ve iki ayrı devlet olmasını içine sindiremiyor. Çünkü bu çok kötü bir örnek olur. BM kararları ile bunca uzun süre yaşamış bir ülkeyi ikiye bölüp de ayrı bir devletin kurulmasını onaylayacak biri bulunamıyor. Dolayısıyla bu sorun askıda kalmaya mahkumdur ta ki taraflar uzlaşsınlar. Rum Yönetimi diyeyim Kıbrıs Cumhuriyeti olmaktan vazgeçer ve “Ben artık Rum yönetimiyim artık” derse başını bu tarafa dönerse o zaman derler ama demezse o zaman bu iş olmaz. Sürüp gidecek. Türkiye’ye bağlanır mı? Türkiye’ye de bağlanamaz. Türkiye’nin işine gelmez. Çünkü Türkiye garantörlük haklarını da kaybetmek istemez. Çeşitli nedenler var. Dolayısıyla bizi askıya aldılar. Lord Hanney “limbo” dedi. Asıl biz limbo asılı havada dururuz.
“Maalesef çok kötü bir duruma düştük… Halkın geneli memnuniyetsiz oldu!”
Mete TÜMERKAN: Toplumda yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alpay DURDURAN: Maalesef çok kötü bir duruma düştük. Biz zaten memnuniyetsizdik. Halkın geneli memnuniyetsiz oldu. Ve tepkiler göstermeye çalışıyor. Bu memnuniyetsizliği getiren unsurlardan hatırlayabildiklerinin giderilmesi için eylemler talep ediyor, zorlamalar istiyor. Yani bir haş eden tencereye benzedi. Ha patladı ha patlayacak. Ama ümidi de yok biri gelip bunları düzeltecek diye. Dolayısıyla ne yapacağını da bilemiyor. Çok tehlikeli duruma geldi işler. Bir de bu Türkiyeli Kıbrıslı konusu ortaya çıktı. Bunun ağırlığı da hissediliyor ve çirkin bazı reaksiyonlara maalesef gündeme geliyor devamı bu da ilişkileri zehirliyor. Çok kötü bir durumdayız. Lider görüş, lider parti boşluğu var. Halkın kabul edebileceği bir şey yok. Ve siyasilere karşı da kesin bir güvensizlik var.
Mete TÜMERKAN: Geriye dönüp baktığınızda hata yaptığınız ve keşke böyle olsaydı dediğiniz bir şey var mı?
Alpay DURDURAN: Önemli bir şey yok. Hata olmadı mı çok oldu ama bunların bir şeyi değiştirebileceğini görmüyorum yani. Hata yapsan da birdi yapmasan da… Çünkü bir tünelin içerisinde sürüklenip gidiyoruz…