Mali krizle beraber kültürel ve insan hakları temelli eylemler devam ediyor. Türkiye YKP’ye göre her beş yılda bir iki katına çıkarması gereken yardım ve krediyi ödememek için istikrar(!) önlemleri dayatmaya başlayınca önce KTHY kurban gitti. Arkasından DAÜ’nün parçaları gitti ve birçok yerde ücretler ve haklar budandı. Daha da devam ediyor. Kazanılmış haklar da hedef tahtası oldu. Yetmez devam.
Emekliler sırada. Onlar mücadelelerini kazanılmış haklara dokunulması üzerine bir hukuk mücadelesi olarak devam ettiriyorlar. Davalarında siyasilerin birinin verdiğini ayni kişinin de bulunduğu partiden kişiler tarafından çiğnenmesini sözlü sözleşme kurallarına oturtuyor ve anayasayı yanlarına alıyorlar. Kazanırlarsa yargının onuru yükselecek ve çalışanların sözleşme haklarının ayaklar altında kaldığı bugünkü halin değişmesine hizmet edecek.
Bu arada mali destek sağlama şartı olarak dinci saldırıya göz yummaları istenen sözde laik idarecilerin dini külliye ve sanat okulunu imam hatip okulu yapma kararlarına karşı direnme başladı.
Alevilere cem evi vaat etmeyen siyasi parti yok ama hala daha bir cem evi açılamadı. Amma okuldan çok cami bulunan bu yerde cami yapımı devam ediyor. Gene de göz göre göre halkın ve sözde dincilerin çok meraklı olduğu Evkaf’ın malları peşkeş çekiliyor. Evkaf’ın gelirlerini arttırması ve daha çok hizmet sağlaması için kullanılacak çok değerli mallar uzun vadeli hiç para ile kiralanabiliyor.
Bu mali kriz sırasında insanlarımız hangi iş için eylem yapsınlar, dinlenilmeyince nereye kadar götürsünler bilemiyorlar.
O kadar ki “acaba müstekil yaparlar” diye Kıbrısca sorular soruluyor.
EKONOMİ İLE MALİYE KARIŞTIRILIR
Maliye yani devletin hazinesi battı. Türkiye adına battı demeden, bizimkilerin batan KTHY ilgili suçlanan olmasın diye iflas etti demediler ya onun gibi, başına değnekçiler dikti. Yardım heyeti ve merkez bankası değnekçilik yapıyor. Amma ekonomik batak da vardı zaten. Onun için değnekçilerin önlemleri ekonomiyi de dibe itmeye başladı.
Ekonomi gazetesine göre geri dönmesi geciken alacaklarda kamudan çok özel sakat halde. Karlar maşallah çok ama borçların tahsili çek topuzlarına ve hapis cezalarına rağmen bankaların hali sağlamlık göstergeleri dışında içler acısı. Herkesi donlarına kadar teslim aldılar lakin gidiş alamete binmiş selamete değil felakete haline geldi.
Sıkı mı bankalar batabilir demek!
Kıbrıslı haber merakından ölecek. Her gün dünyanın haberlerini alır ve yorumlar. Bakın Yunanistan’a uçan kuşa muhtaç demek de moda oldu. AB batıyor, EURO can çekişiyor deyip halimize şükredelim diyen büyüklerimize hak verenler oluyor. Ancak AB içinde EURO’ya geçmeyen ve devalüasyonla idareye (!) çalışanlara gıpta edenlere bakarsak onların halinin daha iyi olmadığını görürüz. Türk Lirasına nerede ise yatıp kalkıp dua edecek olanlara Macaristan, Romanya, Çek Cumhuriyeti ile biri EURO bölgesinde (Estonya) ve diğer iki Baltık ülkesi (Letonya ve Litvanya) ya AB programına katıldı ya da IMF’ye teslim oldu ve devalüasyon yaptı. Lakin hepsi de ayni sorunlarla boğuşuyor. Milli gelirleri düştü işsizlik arttı. Polonya ile Bulgaristan ise işsizliği arttırmadan ve küçülmeden geçiştiriyor.
Onun için sıkı mali denetimle ekonomiyi kurtarmanın yolunun olmadığı aşikar olarak ortaya serildi.
Siyasiler konuya kesin gitsin veya kesmeyin arttırın diye yaklaşmadan öteye gidemediler.
YKP’den başka ekonomiyi kurtarma önerisi yapan yok.
Gene ekonomi gazetesi acı durum raporu verdi.
İŞ YAPANLARA TERFİ YOK PARTİZANLAR İKTİDARLIĞINA DEVAM
Kamu yönetiminde asıl ve sürekli işleri yapan ve bağımsız ve tarafsız olan kadrolar esastır. Anayasa öyle der. Kamu yönetimi bilimi de öyle der. Daha 18.inci YY. idari ilimleri ve hukuku bunu amirdir ama bizim partizan idaremiz iş yapanları terfi ettirmeyerek üst kademelerde amir bırakmadı. Emekliye ayrılanlar gitti. Yerlerine biri alınmadı ve kadro dışından veya alttan üçlü kararnamelerle evsafsızlar dolduruldu. Üst kademe yöneticileri sınıfının kadrolarında doluluk oranı %92 iken üçlü kararname dışındaki üst kademede %37.
Mesleki teknik hizmetlerinde de %49 doluluk oranı var.
Geçici işlerde 2 600 kişi var ve ne olduğu belirsizler bulunuyor.
Kimsenin ataması tamam olmadığı için güvencesi yok haline dönüldü ve atama ve terfi bekleyenler inanılmaz dereceye çıktı. Bu da yetmezmiş gibi Haziran’dan bugüne çalışan sayısı daha doğrusu çalışan ve çalışır gibi yapan sayısı %2 arttı. Emekliye ayrılanların çokluğundan şikâyet vardı, kadrolar boş ama çalışan sayısı arttı.
Türkiye’nin değnekçiliğinde bu iş bu kadar.
Kamu yönetiminin partizanlığı her şeyiyle ortada. YKP bu konuda haber yapmış ve çalışabilecek deneyimli kadroların bir kenara atılıp işlerin ne idiğü belirsiz yandaşlara havale edildiği ortada, görmemek olanaksız.
KIBRIS SORUNU TARAFLAR ARASINDA KAVGAYA DÖNÜŞTÜ
Rum tarafında gelinen noktanın partiler arasında çıkarması kaçınılmaz olan kavga seçim öncesine de denk geldi. Onun için iki taraf arasındaki kavga kendi aralarında da kavga sebebi oldu.
Rum tarafında milli birlik ve beraberlik merakı vardı. Onun için federasyona karşı olan partiler bile nasıl olsa Denktaş engeller güvencesiyle ilerlemelere göz yummuşlardı. Şimdi önlerinde ya buradan ileriye ya da yalnız kalmanın sorumluluğunu yüklenme derdi var. Seçimlerde de hükümete katılmak için ya AKEL ya da DİSİ ikilemi ile karşı karşıya bulunan retçiler dertli ama AKEL ve DİSİ de dertli çünkü dünya kamuoyu önünde Annan planını onayladıktan sonra ret kampanyası açma suçunu işlemenin itibarlarına yaptığı zararı telafi edemediler. Görüşmeleri hayır demeden karşı tarafı suçlatma taktiği ile yürüten Türk tarafı da itibar kazanmadı ama onların durumu da düzelmedi. Onun için kabul edilebilir bir çerçeve çekecek dış desteği bulma şansları kalmadı.
Türk tarafı zaten çözüm peşinde değil. Onun için çözüm olmamış diye üzülmüyor yöneticiler. Halk ise emindir ki çözüm olmadan Türkiye bizi azat etmeyecek ve sorunların üstüne bir de din sorunu eklenerek artacak olan sorunlara çözüm olmayacak.
Siyasiler utangaç eleştirilerine devam ederken Rum tarafındaki anlaşma yanlılarına ip atacak bir öneriyi akıllarına bile getirmiyorlar. Halbuki örneğin CTPP ve Talat kendilerin ip atmadı diye Hristofias’a demedik laf bırakmadılar.