Daha önce gene yazdıydım, bir daha yazalım…
Doğu Akdeniz Koleji, Doğa Kolejine devredilme sürecinde kavganın en yükseldiği yerde Mağusalı işadamları ‘biz de bu devir işleminde taraf olmak istiyoruz’ dediklerinde ‘yabancıya gitmesin’ tavrı birçok kişide etkili olmuştu…
‘Doğrudur, yabancı yiyeceğine bizimkiler yese daha iyi olur’ anlamına da giden bir tavır…
Kavga yükselmekteydi, şimdi safları bölmemek gerekirdi, yeşil yabancı sermayeye karşı ‘bizim’ çocukların sermayesine itiraz necin edilsin ki?
Sonra benzer yaklaşım Kıbrıs Petrollerinde oldu… Uluslararası tekellerle ilişkili bir şirkete devri söz konusu oldu, sendika direndi, birden usullere de uymayan hala hukuki yönü tartışılan bir ihaleye çıkıldı ve ‘yabancıya gitmesin’ mantığı burada da devreye kondu. Yabancıya gitmedi, ‘bizimkiler’ (!) aldı…
KTHY yerine kurulacak şirket konusunda da ‘yabancıya gitmesin’ mantığı işletilmeye çalışıldı, ‘yerli sermaye’ kazansın dendi, itiraz da çok fazla olmadı…
Bulut İnşaat sürecinde de benzer sorun yaşandı… İnşaat sektörü yükseldi, patladı, binlerce iş alanı açıldı vs… Hoş patlayan inşaat sektöründe Kıbrıs’ta yaşayanlar gene işsiz kaldı. Kapılar açılınca inşaatlarda çalışacak binlerce insanın Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığını gördük ama bunların çoğu ‘bizimkilerin’ inşaatlarında çalışmıyorlardı, ama ‘yabancıya’ çalışmayı tercih ediyorlar, burada bir terslik olsa gerek!
İnşaat sektörü patladı. Patlarken ekolojiye verdiği tahribatı çok fazla konuşamadık, konuşanları da çok fazla dinleyen olmadı, çünkü ekonomik çıkarımız vardı! KTMMOB içinde oluşturulan izin mekanizması böylesi inşaat sorunlarına çözümler üretmesi içinde ama ‘bizimkiler’ her tarafı kelimenin tam anlamı ile talan ettiler, izin mekanizması da çöktü, itiraz edenleri gene çok kişi dinlemedi.
Yönetenler ‘Kıbrıslı Rumlar döndüklerinde tek bir boş yer bulmasın’ intikamcı yaklaşımlarıyla bu süreci teşvik ettiler, desteklediler. Binaların kalitesi tartışılmadı. Enerji verimliliğinin bütün dünyada ciddi olarak tartışıldığı bir zamanda bu kadar kitlesel konut yapımında en azından enerji verimliliği üzerinden çözümler üretilip yürürlüğe konabilirdi ama yapılmadı. On binlerce konut ülkenin en bakir alanlarına, dağına, taşına, sahillere, dere yataklarına her yere yapıldı. Kâr hırsı ‘bizimkileri’ o kadar etkilemişti ki, ev fiyatları da patladı.
Tam da böyle bir dönemde Bulut İnşaat ‘serbest piyasa’ sevicilerinin hoşlandığı tarzdan piyasaya girip rekabeti kızıştırdı. Normal piyasa fiyatları altında ev satacağını ilan etti. ‘Bizimkiler’ isyan etti, ‘batarık’!…
Bizim için zorlu bir tartışma başladı, bir yanda ‘yabancıya gitmesin’ duygularımız, diğer tarafta ‘fakir fukara ucuza ev sahibi olacak’ düşüncelerimiz… Zor iş!
Tabii, diğer ülkelerde bu konuları düzenleyen kuralların olduğunu unuttuk. Özellikle uluslararası tekelci sermaye ile yerel düzeydekiler çeşitli zamanlarda karşı karşıya gelmektedirler. Sorun, haksız rekabet yaratacak şekilde bir grubun, tekelci özelliklerini kullanarak fiyata kırmak suretiyle mevcut piyasada da tekel durumu yaratma zorlamasıdır. Buna karşı yaşadığımız kapitalist düzende anti-tekel yasaları, rekabet kurulları olması gerekir, yani serbest piyasa denen şey de orman kanunlarının geçerli olduğu kapitalizm değildir. Elbette buna meraklı olan sermaye kesimi vardır ancak tekellere karşı kapitalizm kendi içinde mekanizmalar oluşturdu, çünkü günü geldiğinde tekeller kapitalizmin canına okuduğunu yaşayarak öğrenilmişti. Kıbrıs’ta bu mekanizmaların kurulmasını istemeyiz, çünkü ‘bizimkiler’ kendi alanlarında küçük tekeller olma hallerine bir şey gelmesini istemezler, tekel olma hallerinin daha büyük tekel gelerek ortadan kalkmasına da karşıdırlar. Bu nedenle kendi küçük tekel imparatorluklarına saldırı olduğunda ‘ulusal sermaye’ olma halleri akıllarına gelir, ‘yabancıya gitmesin’ sloganlarını artırırlar, hatta yeri gelir laik, çevreci falan bile olabilirler…
GAÜ Karpaz’da koruma bölgesinde talana girişirken kendi kampüsü yanına yapılacak inşaata karşı ‘çevreci’ olabilir… UKÜ tıpkı YDÜ gibi belki de bir iki yıl için ilahiyat fakültesi açıp buradan da para kazanmaya gidecek ama şimdi en ‘laik’ üniversite, peşine örgütleri katıp külliye inşaatına karşı savaşa girişmekte, kamu malını korumak istediğini ilan etmekte!… Tabii, kendisinin Ortaköy’de dere yataklarını doldurup, kamusal alanları hiç edip ilk kampüs alanını inşa ettiğini unutturmak istemesinden daha doğal bir şey olamaz!
Bulut inşaat ise olayın farkında, ‘iyi’ bilen bir tekel olarak, ilk açıklaması, ‘bizimkilerle’ birlikte bu işleri yapacağını söylüyor, yani yalnız ‘yemeyecek’!
Zaten geçen hafta müteahhitler ve esnafın eyleminde Küçük’e verilen muhtırada ‘yabancı’ sermayeye yerli ortaksız izin verilmemesi talep edilmişti… Yani ‘yabancıya gidecekse da biz da payımıza düşeni alalım’, biz? yani yerli sermaye, halka bir şey düşürme bilinmez!
Bu durumda bir kez daha durup düşünmekte yarar var.
Bizimkiler sendikalı, çalışma yaşamına saygılı, adil ücret ile iş yapmaya hazır mı? Bizimkiler elde ettikleri zenginlerinin karşılığında adil ve yeterli vergi ve diğer kamusal çıkar olan alanlara katkılarını yapıyorlar mı? Bunların cevabının hayır olduğundan şüphesi olan var mı?
Bizimkiler bu ülkenin geleceği umursamıyorlar, ekolojiye verdikleri tahribat ortada, yarattıkları çevre felaketleri belli…
Güneyde inşaat sektörü ve daha birçok zor sektörlerde çalışan binler göstermiştir ki, bu coğrafyada yaşayan gerçek bizimkiler, ‘yabancı olmayan’ yani yerli sermayenin kölelik koşulları dayatmasına karşı burada değil orda çalışmayı tercih ediyor.
Böylesi koşular yabancıya gitmesin tavrı sizce hala doğru mu?
Yabancı ipi yerine yerli ipi ile intiharı niçin seçelim?
Seçenek soran olursa evet, üzgünüz, bazılarının canını sıkacak ama sosyalizm tartışması hala canlı ve anti-kapitalist bir mücadele hala mümkün!