Bizim derinde yerleşmiş bir değer yargımız var. Çok kötü etkileri olan ve her sorunumuzun kaynağına yerleşmiş bir değer yargısı bu. Solun da solla merhametle karıştırılmasının bir örneği bu. Komünistlerin inancı olarak bilinen şu ki üreten üretecek ve herkes bundan istediği kadar alacak. Sosyalistlerle aralarındaki fark da budur derler ve iddia ederler ki sosyalistler, ürettiğini üretenlerin adil olarak paylaşması yanlısıdırlar. Yani biri üretsin üretmesin istediğini alır, diğeri ise ürettiğini alır.
O zaman komünistlerin insanlığın herkesin istediği kadar üretebileceğine inandıkları ve hayalperest oldukları iddia edilir. Onlar da bu olasıdır derler ve gelişen teknolojinin bunu sağlayacağını düşünenlerle tüketme hakkının isteğe bağlı olmasının zamana ihtiyaç doğuracağını söyleyenler şeklinde ayrılırlar, bazıları da tüketme hakkının tanımını yaparak devletin bu hakkı belirleyeceğini söylerler.
Kim ne derse desin materyalist düşünce hayalperestliğe izin vermez ve sorunların ele alınmasında hayallere değil gerçeklere göre hareketi kabul eder. Yani herkesin istediği kadarını almasını kaosa döndürmek materyalist düşünceye ters düşer. Komünizm de herkese istediğini alma hakkı veremedi diye yanlışlığını kabul edip geri çekilmez. Tüm siyaset istediğini istediği kadar alma hakkına indirgenmez. Onun değerleri barış içinde vurguncu sermaye sınıfları yaratma ve çevreyi de mahvederek savaşları kaçınılmaz hale getiren kapitalizme yolu açmağa izin vermez. Herkes her istediğini alamasa bile ideoloji yaşamaya devam eder.
Bizde ise ilkel bir baba devlet anlayışı vardır. Derme çatma ahırının damı fırtınada havaya uçan çiftçi hemen devletten para ister ama seçimde gider kapitalist partilere oy verir. Zehirli zirai kimyasalları kullanır, ürünü imha edilir, devletten tazminat ister veya bana haber vermediler deyip zehrini bir süre daha kullanmasına izin verilmesini ister. Herkes işsiz kalınca devletten iş ister ama işsizlik ödeneği için sosyal sigortaya prim yatırmayı kabul etmez. İşsiz kalınca da devlet bana iş versin veya işsizlik ödesin der.
Seçimlerde hesap sorulabilir bir düzen kavgası verenlere destek olmaz, bilgi alma hakkını kullanması için doğru dürüst bir bütçe yapılması için kavga edenlere kulak vermez, maliye batmış diyenlere döner döner oy verir. Batırana hesap sorulmasını partilerini basıp hesap sormaz.
Buna baba devlet derler. O devletten sınırsız olanak varmış gibi her şeyi ister. Yetmez başkalarına da vermesini destekler.
Sayıştay yolsuzluk ihbarı yapan rapor hazırlar, mebuslar raporun gereğini yaptırmayı değil yolsuzluk yapanları aklayacak komite raporu çıkarır. Sayıştay denetçi almağa sınav yapması için kamu hizmetleri komisyonuna başvurur, onun usulsüz olarak vasfı tutmayanı da sınava aldı diye dava açarak 24 yerine 19 kişiyi kabul eder, 5 kişinin vasıfsız olduğunu saptar. Bir gazete ise mahkeme balkonunda şikâyetçilerin anlatısını kabul ederek onların da alınmasını destekler. Objektif olarak haberi vermez. Sayıştay’ı partizanlık ve torpil kokuları aldığını ileri sürer.
Madem bizim vasıflarımız uymazdı niye bizi sınava kabul ettiler diye şikâyet eden davacıların sınava girmelerine izin verilince peşinen vasıflarının kabul edilmesi gerekir gibi muamele görmelerini hak olarak görür. Bir memur hata yapmışsa o hatanın düzeltilmesini talep etmez. Baba devlet sineye çeksin der ama denetçi olmak için gereken vasfın önemli olup olmadığını düşünmeden varsın atansın, denetçilik yapamayacak biri ise zamanını gazete okumakla geçirsin veya denetler gibi yapıp işin kalitesini sağlamasın.
Bu bir hastalık belirtisidir ve sürekli ortaya çıkmaktadır. KTHY’nin partizanlıkla idare edilmesinin bir sonucu olarak batırılmıştır. Partizanlık tabii ki genel idaresinde vardı. Personel seçiminde kalite aranacağına yandaşlık ölçütü kullanılmıştır. Fazla personel alınmıştır. Yolcu olmadığı halde özel maksatla hatlar açılmıştır. Ucuza yük taşınmıştır. Denetimsiz ve usulsüz masraf yapılmıştır. Haksız kazançlar sağlanmıştır. UBP’nin seçim zamanı bedava seçmen taşıtmasına izin verilmiştir. Borçlarını ödememesine göz yumulmuştur. Ve daha neler. Bu işleri yapanlar kendilerini çöplük haline getirilen şirkette çalışmalarını sağlayanlara hizmet ettikleri açıktır. Amma onlar suçlu olarak görülmemekte ve işlerinden olunca geri alınsınlar veya devlette istihdam edilsinler diye grevler yapılıyormuş gibi hareket edilmekte mahzur görülmemektedir. Partizanca istihdam edilenlerin de usulsüzlüklere çanak tutanların da hakları varmış gibi davranılmaktadır.
Şirketi batıranlar sadece hükümette bulunanlarmış gibi hareket edilmektedir. Hesap sorulmasını istemek yanında partizanca istihdam edilenler ve usulsüzlüklere alet olanların da desteğini almadan eylem yapılabileceği sanılmaktadır. Esas yolsuzların bir kısmının zaten hemen devlette başka postalara atanacağını ve bir kısmının zaten atandığını gördükleri halde arınalım denilmemektedir. Hatta başka yerlere atanacak olanların eylemlerden kaçmaları ve özelleştirmeye karşı mücadeleyi terk etmeleri anlaşılır ve affedilebilir olarak ilan edilmektedir.
O zaman nasıl olur da yolcusu olmayan hava limanlarına sefer açanlara karşı çıkacak gerçekten yerine layık memur görmek isteriz. Böyle memurlar olmadan burnumuzun boktan kalkmayacağını anlamıyor muyuz?
İzinsiz inşaata kilit vuran memuru belediye başkanının çiğneyerek kilidi açtırmasına karşı çıkıp basına bilgi vermesini boşuna mı bekleyeceğiz? Görevi olmadığı halde bakanların memurları atlayıp personel almasına, inşaat izni vermesine, görevlendirme deyip terfi yapmasına, ilk torpilli kişi konu olunca kararnameleri değiştirmesine ve görev dolayısıyla yetki benim deyip bakanların keyfi kararlarına itiraz edecek memurları biz ne zaman göreceğiz?
Anayasada memur güvencelerini dünyada örneği olmayan kadar verirken, bunun için kavgalar çıkarırken böyle memurlar görmek için uğraştık. Bunları görmek hakkımızdır. Ancak bir barem için artış için, bir adım ileri kadroya ilerleyebilmek için direnme hakkını kullanmaktan vazgeçenler bizi mahcup ediyorlar. Liyakat yani merikotrasi esas olmalıdır ama memurlar da kendilerine verdiğimiz güvenceleri hak ederlerse bunu sağlamaya yaklaşırız.
Zaten alın daha alın demeye güç yetmez. Öncelikle devlet gelirlerinin tam anlamıyla gayri adil olduğunu hatırlayıp devlet versin derken bin defa düşünmeliyiz. Açıkları kapatan Türkiye’nin müdahalelerine fırsat yarattığımızı da unutmamalıyız.