Doğruya doğru her iki taraftaki ekonomi de iyi değil. Güney’in genelde global kriz ve Yunanistan ekonomisinin batağa saplanmasından, bizimse hem Türkiye’ye bağımlılık hem de Kuzey’deki siyasal irade eksikliğimizden dolayı meydana gelen ekonomik karmaşa maalesef devam etmektedir. Birileri bizi uçuracak dedi ama galiba halkın kendisi bu zamlarla kafayı uçuracak. Merkez Bankası’nın basına açıklanan bültenine göre (30 Ocak 2012, Havadis Gazetesi)Çalışma Dairesiişsizlik verilerine göre 2011’in üçüncü çeyreğinde 511’i erkek, 973’ü kadın olmak üzere Kuzey Kıbrıs’ta bin 484 kayıtlı işsiz bulunuyor. Bu sayı 2010’un aynı döneminde yüzde 9.51 daha yüksekti ve 710’u erkek 930’u kadın olmak üzere 1640 işsiz vardı. 2011 yılı üçüncü çeyreğinde, kayıtlı erkek işsiz sayısı yıllık bazda yüzde 28.03 oranında azalırken, kayıtlı kadın işsiz sayısı ise, yüzde 4.62 oranında arttı. 2011 yılının ikinci çeyreğinde, birinci çeyreğe nazaran kayıtlı işsiz sayısında görülen artış eğilimi üçüncü çeyrekte de devam etti (Aynı tarihli gazete). Bu arada 2011 mali yılı KKTC bütçesi, yılın dokuz ayında 1 milyar 897 milyon TL giderine karşılık, 2 milyar 24 milyon TL gelir elde elde ederek, 127 milyon TL bütçe fazlası verdi. Bütçe fazlasının gelirlerin artmasından değil enflasyon ve devalüasyona rağmen maaşlara zam olmaması olduğunu da burada eklemek gerekmektedir. Tabi ne isterse olsun ekonominin bu istatistik verilere göre iyiye gitmediği ve birçok işyeri ve kişinin iflas etmesi, kamu çalışanlarının on yıldır artış almaması, enflasyonun %37’i aştığı, asgari ücretin de uzun yıllardır değişmediği gerçeği vardır. Bunun yanında Kuzey Kıbrıs’taki nüfusun da ne kadar oynak ve belirgin bir nüfus olmadığını da söylemek gerekmektedir. Bu açıklamaların halkın gelir düzeyi noktasında bir mana ifade etmediği de gerçektir. KKTC’de 2011 yılının Eylül ayı itibarıyla bankacılık sektörünün bilanço büyüklüğü 9 milyar 632 milyon TL’ye , mevduatlar ise 8 milyar 118 milyon TL’ye ulaştı ama bunun halkın gelirine bir katkısı yok. Nitekim 22 Şubat 2012 sayılı Yenidüzen gazetesi daha da açık bir gerçeği dile getiriyor: Yerel Yönetimlerin çoğunun iflas ettiği gerçeği….Lefkoşa Türk Belediyesi’nin 90 milyon 400 bin TL’lik toplam borcu (25 Şubat 2012 , Cumartesi tarihli Yenidüzen gazetesi Sayıştay raporuna göre bu borcun 142,350,150,06 TL olduğunu da iddia ediyor) 56 bin 146 nüfuslu Lefkoşa’da kişi başına 1610 TL borcu beraberinde getirdiğini iddia ediyor gazete( 23 Şubat 2012, Perşembe). Gazeteye göre Lefke ve Paşaköy, Büyükkonuk, Yeni Erenköy, Mehmetçik Çatalköy ve İnönü gibi köy belediyelerinin de borçları var…Bu aradaLefke Belediyesi’nin de 25 milyon 758 bin 405 TL toplam borcu bulunduğu da belirtiliyor aynı gazete tarafından.
Güney Kıbrıs’ta da büyük bir buhran var. İnşaat sektöründe büyük sorunlar başgösterdi. Yunanistandaki kriz de Güney Kıbrıs piyasalarına oldukça menfi olarak etki etti. İş aramak üzere Güney’e giden Yunanistanlı işçi sayısı artmış bulunmaktadır. Güney’deki gazetelere göre Rum gençlerinin %34’ü çalışmak üzere başka bir Avrupa ülkesine göç etme niyetinde (Kıbrıs, 15 Şubat 2012, Çarşamba).Kıbrıs Bankası, Yunan borçları nedeniyle 2011 yılında 1.3 milyar Euro zarar etmiş bulunuyor.Güney’deki gazeteler Şayet Yunan borçları olmasaydı bankanın 312 milyon kar etmiş olacağını da belirtiyorlar.Aynı gazeteler Güney Kıbrıs’taki katma değer vergisinin (KDV) 1 Mart itibarıyla yüzde 17 oranında uygulanacağını da yazdılar.Bunun da elektrik faturalarına etki edeceği biliniyor. Yine bazı KİT kuruluşlarında maaş bile verememe tehlikesi başgöstermiştir (24 Şubat 2012, Kıbrıs). Avrupa Komisyonunun, Euro Bölgesinde ekonomik kalkınmayla ilgili yayımladığı raporunda da Güney Kıbrıs ekonomisinde, 2011 yılındaki yüzde 0.5 oranındaki küçük kalkınmanın ardından, 2012 yılında yüzde 0.5 küçülme beklendiği belirtildi (25 Şubat 2012, Cumartesi, Yenidüzen). Yani kısacası her iki tarafta da ekonomiler iyiye gitmiyor. Her iki tarafta da planlı bir ekonominin olması gerektiği gün geçtikçe ve sorunlar da arttıkça daha da belirginleşiyor.
“Avrupa Birliği, Avrupalı büyük şirketlerin çıkarlarını desteklemek için kurulmuş bir kapitalist klüpten, anlı şanlı bir gümrük birliğinden başka bir şey değildir. Bunun işçi sınıfının çıkarlarıyla ortak hiçbir yanı yoktur. Hareket noktamız budur. AB’ye karşı çıkışımız, herhangi bir ülkenin kapitalizmine ya da genel olarak kapitalizme karşı çıkışımızla tümüyle aynıdır. Biz açık bir bağımsız sınıf tutumu alıyoruz. Kapitalist AB’ye tek alternatif Avrupa Sosyalist Birleşik Devletleridir.
Bizim genel tutumumuz budur. Bununla birlikte, genel talepleri, kapitalizmin krizinin yükünü, yaşlısı, genci, kadını, hastası, işsiziyle bütün işçi sınıfının omuzlarına yükleme girişimlerine karşı somut bir mücadele programıyla birleştirmek zorunludur. İşçi hareketinde, özellikle de solda, para birliği için Maastricht kriterlerine karşı büyüyen bir muhalefet var. Bizler, işçi sınıfına yönelik bütün kapitalist önlemlere karşı olduğumuz gibi, Maastricht’e de karşıyız. Bununla birlikte, sollar gibi, kemer sıkma tedbirlerinin sadece Maastricht’ten kaynaklandığı yanılsamasına kapılmamalıyız. Maastricht, Avrupa’nın her tarafında uygulanan kesintiler ve saldırılar için bir bahane ya da sis perdesi olarak kullanılmaktadır. Bu saldırılar Maastricht olsa da olmasa da yapılacaktır. Sağcı iktisatçılara göre, “işçi maliyetleri çok yüksektir”. Avrupa kapitalizminin tekrar ayakları üstünde durabilmesi için bu maliyetler aşağı çekilmelidir. Bu durum bizzat kapitalizmin krizinden kaynaklanmaktadır. Kemer sıkma tedbirlerinin Avrupa’dan Japonya’ya ve Amerika’ya kadar kapitalist dünyanın dört bir yanında eşzamanlı olarak uygulanmasının nedeni budur”.
“Sadece işçi enternasyonalizmine ve toplumun sosyalist dönüşüm programına dayanan bir Marksist politika, işçi hareketini patronların Avrupa’sına karşı ciddi bir mücadele için silahlandırabilir. Bankalara, finans kurumlarına ve tekellere el konulması ve çalışanların demokratik yönetimi ve kontrolü altında planlı bir sosyalist ekonomi için savaşmak şarttır. Bütün Avrupa’nın devasa üretici potansiyelini uygun bir tarzda birleştirme ihtiyacı temelinde, sınırları –bu barbarlık kalıntılarını– yok edecek ve serbest dolaşım için ve halkların kardeşliği için gereken koşulları yaratacak enternasyonalist bir perspektife sahip olmalıyız. Avrupa’nın geniş ekonomik, maddi ve insan kaynakları üzerinde yükselecek demokratik sosyalist bir üretim planı, işsizlik kâbusuna son vermemizi mümkün kılacaktır. Acilen 32 saatlik iş haftasına geçilmesi, Avrupa’daki 18 milyon işsize iş sağlamanın ön koşuludur. Kâr için üretimin yapay sınırlamalarından ve ulus-devletin dar sınırlarından kurtulan üretim görülmemiş doruklara fırlayacaktır. “Ekonomiyi özgür kılmanın” yolu budur, kapitalist anarşinin çılgınlığı değil! Bu temelde, şimdiki gibi yıllık %2-3’lük sefil bir büyüme hedefinden değil, minimum %10’luk bir büyüme oranından söz eder hale geliriz.
Avrupa’nın birleşik kaynaklarıyla desteklenen bir planlı ekonomi için çok mütevazı olan böyle bir hedef iki beş-yıllık plan döneminde Avrupa’nın refahının ikiye katlanması anlamına gelecektir. Kemer sıkma tedbirleri, kesintiler, hastane ve okul kapatmalar artık söz konusu olmayacaktır. Tersine. Tarihte asla görülmemiş en tutkulu kamu işleri programına girişmek mümkün olacaktır. Yaşam standartlarının düşürülmesi ve uzun çalışma saatleri yerine, daha büyük bir refah meydana getirecek olan üretimi artırarak, ücretleri ve emekli maaşlarını her yıl yükselten ve çalışma saatlerini kademeli olarak azaltan bir durumda olacağız. Avrupa’nın geri bölgelerinde bile, yoksulluğu ve yoksunluğu çok kısa sürede ortadan kaldırabileceğiz”.(Alıntı: www.marxist.com).
Yukarıdaki görüşler bundan yıllarca önce yayımlanmış ama kaale alınmamış görüşlerdir. Şu anda batı’daki Marksist ekonomistler bu alıntılardaki görüşleri tartışmaktadırlar. Serbest Piyasa Ekonomisi’nin 1970’li yıllardan sonra dünya ekonomisini getirdiği durum pek de içaçıcı değildir. Dünyada sorun çıkmadık, kan dökülmedik ülke kalmamıştır ve sadece acı çeken de ezilen ve çalışan insanlardır.
Daha fazla kana ve barbarlığa yol açmamak için “Planlı Ekonomi” yi tartışmalı ve hayata geçirmeye çalışmalıyız. Çözümü tartışırken halkların ekonomisini de tartışmak ve devam eden ekonomik şartların da barışa hizmet etmediğini söylemek gerçek dışı değil aslında…