Canlı yaratıklardaki “bağ” ilişkilerin düzenlenmesinde en etkin rolü yüklenir. Tabii ki bunun ölçüsü “türlü çeşitli”dir. En aşikar örneği “netekim” askeri rejimlerde görülür “harabiyeti” yıllar geçse de sürer. Ceryan eden ülke ile sınırlı kalmaması, başka ülke ve toplumlara yansıması işte o “bağ” nedeniyledir. Bizi ele alalım; Kıbrıshalkı toplumların başına gelenlere bakınca “anavatan” bağı gösterilenlerin “yavru”larına yaptığıyla karşılaşırız. Dıştan super emperyal güçlerin kışkırtması var derseniz, doğru ancak izninizle bunları görememek “kör” olmanın da ötesi “aptal vs” olmakla eş anlamı taşır. Detaya hiç gerek bırakmıyor, çünkü yaşıyoruz! Toplum yöneticileri sözde çözüm arıyor ama yapılanlar tersini söylerse bir yanlışlığın eseri değil mi? Askeri rejimler coğrafyamızda eksik olmadı… En son Yunanistan sonra Türkiye’de gerçekleşmesi hala daha çoğunluğunca birbirinden ayrı ayrı olaylar şeklinde algılanması, büyük aymazlık! Her şey planlı, programlı ve “oyunculaı” ile “senaristler” ve de “yönetmenler” canlı ortada duruken… farkına varılamaması kendilerine piçilen rolün karakter aktörlük yerine tamamen değersiz (olmasa da olur cinsi) “”üçüncü sınıf figüranlıktıt.
Başından alırsak kendimizi suçlayacak o kadar çok “hata” var ki bir kaç yazı değil bizim “Mahmutpaşa Kütüphanesi” arşivi yetmez! Hatasız kul olmaz ama “kadıyı kadıya şikayet” edecek durumdan kurtuluşun yolu da mı görülmüyor? Böyle olunca “besleme” de olunur, mafya ve şiddet içeren (Kurtlar Vadisi gibi demokratik ülkelerde yasaklanacak) yapıtlar sizin 10 bin yllık tarihsel “kültür” elçiliğinize layık görülür, ülke de tabiatıyla hiç kimse gocunmasın kumarhane (kerhane, uyuşturucu) cenneti olur vs… İki gündür gündemin başına oturtulan ÖZELLEŞTİRME olayında bile izlenecek yol, yöntem bulunamadı ne yazık ki! Tabii ki her şeyin başı ülkeye taşınan nüfus, tanınan vatandaşlıklar… ve karşı çıkanlara “hain” gözüyle bakılmasının da etkisi var. Hele seçme – seçilme hakkı tanınmasıyla seçimlerin “karagözlüğe” dönüşrülmesi! Ancak hala daha “seçimle” bir yere varılacağına inanılmasında israr neyin nesi? Olsa olsa tekerleme “birlik, mücadele, dayanışma” nakaratının “postal” sesine karışmasındaki düzeni yansıtır.
1 Temmuz’da Rumların AB dönem başkanlığını bahane ederek söylenmedik şey bırakılmadı… Egemen Bağış bir gerçeği “ilhak ederiz”, yönetim kanalıyla da “radikal yaklaşımlarımız olacak” dışa vurulan yorumlar. Oysa her şey “Uluslararası hukuk ve anlaşmalar” ile çözüm… bunun dile getirileceği ve sonuna kadar savunulacak muhatap / makamlar AB ile BM merkezleridir. Hala daha meclis içinde veya bir kaç metre hemen dışında çözüm aranması zaman kaybı değil mi? Bahane çoktur… Kıbrıslıca “mahana” yani bahaneler vesilelere, vesileler de kalıcı “politika”ları oluşturursa geriye bizim bugün yaşadığımız “kurulu dizen” kalır. Yani ip, suyun başı malum yer ve aynada yansıyan Halk konseyi ile Hareketin “cirit” atan sahası! Bu durumda yönetici kalkar ve “ilişkilerimiz çıkara değil, kardeş ilişkisine dayanır” derse (kardeşin kardeşe veya ananın yavrusuna yapacağı şeyler olmadığı halde) böyle bir yapıda yanlışlık mı aranır? Anadolu’da 15 milyon Kürt ve milyonlarca Alevi vatandaşına “o hakları” tanımayan zihniyetten bizim 250 bin kişi için tanıması bekleniyor.Bilmem “meramı” anlatabildim mi?
TİYATRO VE SAHNEDEKİ BİZLER!
27 Mart “Dünya Tiyatrolar Günü” idi… Ustaları “dünya bir sahne, insanları da oyuncu” der! Bizim başlıktaki “… her dönemin oyuncuları” gibi yer alanlar yani. Tiyatro aslında ciddi bir uğraş ancak halk dilinde “ne yaptığını bilmeyen kişi ve yönetimler için” kullanılmaktadır. Yönetime bakın; Devlet Tüyatrosu sahnesi (bina) 1999’da yanıp kül olmuş ama devlet kendi Tiyatro sahnesi yerine halk dilindeki “tiyatro” oyununu, kaç yıl geçmiş oynamaya devam ediyor. Hade yapamamış diyenler olabilir ancak, susmaları gerekirken eğer kalkıp Dünya Tiyatro Günü’nde “kültür ve sanata ne kadar çok değer verildiği” hiç olmazsa söylenmeseydi, ayıp oluyor! LTB Tiyatro Genel Koordinatörü Yaşar Ersoy dostum güzel ifade etmiş “devlet utanmalıdır”. Tabii ki bunun yanında “duyarlı” olmayan hepimizin utanması gerektiğini de eklediğini söylemeliyim, az bile! Tiyatro denince iki değerli dostumun kaybından dolayı acısını duyarım; Kemal Tunç ve Yücel Köseoğlu… az emek vermediler!
Tiyatro konusuna neden gerek duyuldu? 27 Mart gecesi YDÜ Sahne Sanatları Fakültesi öğrencilerinin sahneye koyduğu “Ölüm ve Kız” oyununu izledim… Konusu coğrafyamızda yaşanan “askeri rejim” marifetlerine benzerliği nedeniyle ele almak ihtiyacını duydum. Dünyada Batı emperyalizmin güç kaybına uğradığı dönem (tam bizde yaşanan) 1973’te Şili’de CIA desteğiyle Pinochet’in gerçekleştirdiği askeri darbede devletin halkı susturmak için başvurduğu işkencelerle işkencecileri konu alan bir oyun! Darbe sonrası sürgüne gönderilen kadın yazar Ariel Dorfman Şili Üniversitesinde eğitim görmüş, daha sonra aynı üniversitede profesörlük yapmıştır. Oyun işkenceye uğrayan bir kadının unutamadığı “travma” isyanı üzerinden işkence ve işkencecilerin unut(tur)ulmaması gerektiğine vurgu yapan bir yapıt… Sahnede başarılı performans gösteren son sınıf öğrencisi oyuncuları ile öğretim görevlisi oyun yönetmeni Zerrin Akdenizli’yi kutlarız.
Dünyamızda yer alan ve unutturulması başarılan anti demokratik “faşist” rejimlere yol açan ortamlardan beslenen her dönemin “oyuncuları” hep vardı ve bu haliyle de ne yazık ki var olacaktır. Bunu yaratan yanlış eğitim, kültürel erozyon vb “olumsuzluk”ların bilincine varılmadıkça dünyamızda daha pek çok “işkence” ve “işkenceciye” yataklık yapılmasının önü alınamayacak demektir. Ki bu korkutucu bir durum olsa gerek! Örneğin Türkiye’de son 12 Eylül askeri darbe ürünü “anayasa” yürürlükte iken bugünkü yönetimin emekli Genel Kurmay ile cuntacıları mahkemelere sürüklemesi “şov”dan başka bir şey değildir. Mahkemedeki suçlamalar savunma gereği bile duymayarak salonu terketmesi doğaldır. İstenen özgürlük ile demokrasi olsa olsa kendi islami siyasetin önünü açacak yolun düzlüğe çıkarılmasıdır. Özgürlükten cehaletin anladığı; eskiden mahallelerde ”kabadayılar” olurdu, hani geceleri meyhaneden eve dünüşte “nara” atarlardı. Şikayet eden mahalleliye ise yanıt hazırdı “memlekette hürriyet” var! Bu ve benzeri vak’alar sorgulanmadıkça “gidilecek köyün minareleri” belli değil mi? Yeri mi bilmem ama Charles Darwin yüzyıl önce “Türlerin kökeni” yorumuyla tanrısallığın yaratılışını bile sorgulamaya açarken bizim bugün nelerle uğraştığımıza bakınca cidden acınacak bir durum düye düşünmeden edemiyorum.