Bugün yine bölgesel ve global büyük devletler Şam’ın Şekeri’ni yeme peşindeler. Yenilmeye çalışılan bu şeker, özü aynı olmak üzere amaca konsept değişiklikleri yapılarak varılmaya çalışılmaktadır.
Sovyetler Birliği sonrasında, ll.Paylaşım savaşının ortaya çıkarmış olduğu atmosferin getirisiyle de meydana gelen Varşova Paktı, karşı duruşun tarafı olan Nato İttifakı ile dünya; kutuplar üzerinden siyaset yapan ve buna tekabül eden ekonomik süreçler ortaya çıkarmaya başladı.
NATO kuşatmasıyla batıda kendine hinterland yaratan ABD emperyalizmi, Asya kıtası kara parçasında ise; daha yeni bağımsızlığına kavuşmuş olan Pakistan’la (Hindistan-Pakistan ayrılığından dolayı sorunları olan iki karşıt ülke haline –Keşmiş sorunu- ), burada hükümranlığını askeri varlığıyla pekiştirdiği başta Japonya olmak üzere, İngiliz ve Fransız emperyalizmi ile birlikte Sovyetler Birliği ile birlikte Çin’e sınır kuşatması yapmaya çalışmakta idi.
Pakistan; önder kadrosu (Cinnah) dan sonra bu ülke siyasetine yön veren ve kendi atadığı genel kurmay başkanı Ziya-ül Hak tarafından devrilerek, generalin mahkemeleri tarafından yargı(!)lanarak idam edilen Zülfikar Ali Butto’dan sora tamamen ABD emperyalizminin denetimine girerek Sovyetlere yakın noktada, anti-sovyetik operasyonel nokta konumuna getirildi.
Yine aynı dönemde Sovyetlerle sınır komşuluğuna salip olan Afganistan ise; Kapitalist Olmayan Yoldan Kalkınma Sovyetler Birliği projesi ile bu ülke ile ekonomik ve siyasi ilişkiler içerisindedir.
Ziya-ül Hak ile birlikte ABD yeşil kuşak projesi ile Sovyet sınırlarına olan ülkelerde İslami muhalefet hareketlerini yaratarak, destekleyerek, ayaklandırarak; anti-sovyetik hinterland oluşturmak istemekteydi.
Afganistan’da; Kapitalist Olmayan Yoldan Kalkınma/Kalkındırma ile yani devlet kapitalizmi yaratarak anti-emperyalist ekonomik ve siyasi odak noktaları yaratarak kendi etki alanını koruma ve geliştirme çabası içerisindedir.
Keza aynı dönem aralığı içerisinde ABD; Türkiye’nin de içinde olduğu İngilterekontrolörlüğünde İran ve Irak devletleriyle teşekkül haline getirilen Bağdat Paktı yaratılarak hem anti-sovyetik kuşatmayı genişletmeye çalışıyor hem de bu ittifak aracılığıyla Ortadoğu coğrafyasını siyaseti ve petrolü kontrol altına almaya çalışıyordu.
Ortadoğu’da Cemal Abdülnasır ile başlayan Arap milliyetçiliği uyanmaları neticesinde, başta Mısır olmak üzere Irak ve Suriye’de başarıya ulaşmasından sonra; anti-emperyalizm dilli karşıt odaklarda bir taraftan ortaya çıkmakta idi. Irak’ta Kral Faruk’un devrilmesinden sonra paktan çıkmasıyla ismini değiştirerek CENTO olarak yoluna devam etmiştir, ta ki İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin halk ayaklanması ile devrilip İmam Humeyni’nin anti-Amerikancı politikayı egemen kılmasına kadar devam etti.
Bu dönemde ABD; İslami etkinlikte anti-sovyetik kuşak/kuşatma yaratmaya çalışırken, ilgi duyduğu kara parçalarında da anti-emperyalist mücadeleler/muhalefetler yükselmekte ve kimi yerlerde de Kuzey Afrika’da olduğu gibi ABD emperyalizmi karşıtı Arap milliyetçi uyanma odakları oluşmaktaydı.
Sovyetler Birliğinin bu motifteki mücadelelere ve iktidara gelen güçlere Ulusal Demokratik Devrim/Dönüşüm (UDD), Kapitalist Olmayan Yoldan Kalkınma bakış açısı üzerinden kurmuş olduğu ekonomik ve siyasi ilişkiler çerçevesinde bu tür odakların ABD politikalarına direnme imkanları çoğalmıştı. Ve bu vesile ile de SSCB kendi politik etki alanını da genişleterek global siyasetine ve gücüne yeni imkanlar katmaktaydı.
Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgalle sonuçlanan politika biçimi ve burada işgale karşı gelişen mücadeleye ABD’nin Pakistan aracılığı ile tam müdahil olması ile İslami yeşil kuşak politikasının Asya ayağı tam olarak harekete geçirilmiş oldu.
Aden Körfezi ülkeleri baştan beri, başta Suudi Arabistan olmak Emirlik ülkelerinin ekonomik ve siyasi olarak ABD emperyalizminin denetimi altın olması da yeşil kuşak projesinin lojistik yapısı konumundadır.
Global siyaset NATO ve VARŞOVA Paktlarının siyaset ve ekonomilerine tekabül eden iki büyük kutup ve sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki anti-emperyalizm mücadelesinin ortaya çıkarmış olduğu siyaset biçimine göre de Bağlantısızlar Blok kampı (Çin-Yugoslavya-Arnavutluk global siyasette belirleyici konumda olmadıkları için, bağlantısızlar hareketi içerisinde ki var olan halleri ile blok içerisinde ele alındı).
VARŞOVE Paktının ekonomik ve siyasi olarak çökmeleri sonucu iki kutuplu olan global siyaset tek kutup, dolayısıyla kutupsuzluk haline gelmesiyle Bağlantısızlar Bloğu da bu yeni durumda ara konum örgütlenmesi siyasi konumundan aynı süreçte çıkmış oldu.
Kapitalizmin, finans-kapitalizmin global tekliğe yükselmesi, emperyalizm politikalarında biçimsel dönüşmeleri de beraberinde getirdi.
Eskiden açık diktatörlükleri (askeri diktatörlükler-faşist diktatörlükler), kendi çıkarlarına en yararlı ve gerekli politikalar olarak görürken ve bunun gereklerine göre pratikler yaratırken, dönemi bu tür politikaları tasfiye ye koyma olarak dönüştürerek demokrasi ve demokratik haklar ve özgürlükler politikasına ön verme haline getirdi.
Buradan Türkiye’ye bakarsak, Türkiye’nin iç ve dış halleri ne haldeydi?
NATO ittifakı ile beraber bu ittifakın ileri karakolu konumundaydı. Ülke askeri örgütlenmesi VARŞOVA paktı örgütlenmesine karşıtlık üzerine örgütlenmiş ve nihai savaş stratejisi de kontr-gerilla örgütlenmesi üzerine düzenlenmişti. Kontrgerilla örgütlenmesi; sivil savunma geniş yelpazesi içerisinde düşman işgaline karşı direniş olarak ifade edilirken, esas görevi ise her dönem de emperyalizmin ekonomik ve siyasal çıkarlarına göre sosyal ve siyasal pratikler geliştirmekti.
Bu eksende, Türkiye süreci; darbeler, sıkıyönetimler, açık diktatörlükler, katliamlar ve süikastlerle tamamladı. Dönemin temel özelliği; kont-gerilla örgütlenmesi temeli üzerinden milliyetçi ve siyasal İslamcı kamplar kurmak ve bununda toplumsal hegemonya sağlamasına yol açmaktı.
Emperyalizmin dolayısıyla Amerika’nın global egemen güç olması, etki etme yönteminde de konsept değiştirmesinin sonucu olarak, demokrasiden bahsetmeyen emperyalizm demokrasiden bahsediyor olmasına, demokratik hak ve özgürlüklerde de kriter takipçisi konumuna yükseltti.
TC’nin Kürt savaşı dolayısıyla ekonomik-sosyal-siyasal gücünü en üst noktaya çıkaran askeriye örgütlenmesi tam da bu nokta da yeni konseptin önün de en büyük direnme odağı konumuna gelmesi; onun bu halinin kırılmasını ve bu anlamıyla güçlenmiş hallerinin tasfiye edilmesini zorunluluk haline getirdi.
Ortaya çıkan, çıkartılan güç odakları (yeşil kuşağın Türkiye’ye yansıması olarak devamlı semirtilen siyasi İslami yapılar) ehlileşerek, ehlileşmeye baştan beri amade olarak ya da çatlatılarak; eski düzenin tasfiyesine paralel olarak siyaset sahnesinde güç edildi.
Siyasal İslamın kapitalizm ideolojisi ile uyumlulaşması, uyumlulaştırılması ile de Türkiye İslami nüfus coğrafyası içerisinde islamın Modern Prensi haline geldi, getirildi.
Petrolle ilişkileri olan İslami ülkelerin egemen yanı ya şeyhlik esası üzerinden oluşturulan devlet biçimi ve yönetimleri ya da anti-emperyalizm temeli üzerinden yükselen mücadeleler ve darbeler neticesinde emperyalizmle ilişkileri çok zayıf devlet kapitalizmi ve buna o ülke sosyolojisinin getirdiği yönetme biçimleri.
Kapitalist (kapitalisti) olmayan yoldan devlet kapitalizmi kalkınma modeli yapısı gereği, ekonomilerini uluslar arası tekellere açmadan ve daha önceden açılmış olan varsa da onları millileştirerek gelişme seyrini yaratmaya çalıştı. Bunun ülke sosyolojisine ve siyasetine yansıyış biçimi de esas olarak tek seslilik olarak ortaya çıktı. Örgütlenme, demokrasi, demokratik hak ve özgürlükler; bu eksenin izin verdiği kadar oldu ya da yasaklandı.
Devlet kapitalizmi, kapitalist olmayan yoldan kapitalizmi ne kadar geliştirmeye çalışırsa çalışsın, devletin güç odaklarına hakim olan unsurlar ya da katmanlar ellerindeki bu imkanları sonuna kadar kullanma özgürlüklerini ellerinde tutarlar, kendilerinde görürler. Sürecin ilişki ve çelişkileri mutlaka kendi kapitalistini ve giderek burjuva sınıfını yaratır. Fakat devlet kapitalizminin etkin yanı hala ülke ekonomisinin uluslar arası tekellere açılmamasıdır, dolayısıyla emperyalizm buralara istedikleri kadar nufüz etme imkanlarına sahip değildir.
Buradaki anlatılar ışığında tespitlerimizin altını çizersek:
Yeşil kuşak ABD projesi, başta Sovyetlerin çökmesi ile birlikte Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) dönüşmüştür.
Siyasal İslamın da Türkiye’de Modern Prensi yaratılmıştır ve suni-halefi karakterlidir.
Ve orta-doğu’da devlet kapitalizmi ekonomilerin çatlama imkanları da yedeklenerek bu devlet yönetimleri çatlatılarak emperyalizme açık alan haline getirilmektedirler.
TC ekonomisinin gelişmişlik seviyesi, emperyalizmle olan tarihsel ilişkisi ve emperyalizmin iç olgu haline gelmesi.
Türkiye siyasal islamının kapitalizmle uyumlulaşması.
Osmanlının kalanı olması, mirasçısı olması (Balkan-Kafkasya-Ortadoğu-Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika toplamlarının Osmanlı İmparatorluğu olması)
Siyasal islamın Türkiye’de iktidar olması, Türkiye’yi ve iktidarını İslami toplumlarda ki popüler hali.
Bunların tümünün toplamı, Türkiye’ye ekonomik ve siyasal güçte odak olma imkanlarını doğurmuş bulunmaktadır.
Bu durum ona, çevresinde yaratılan dönüşümlerde aktör olma heyecanı vermektedir. Ekonomik ve siyasi güç alanını genişletmeyi kendisine hedef koydurtmaktadır.
ABD emperyalizmi Büyük Ortadoğu Projesi planıyla, orta-doğu da ki devlet kapitalizmi devletlerini kendisine açarken bu ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini denetimine alıp, bu ülke ekonomilerini kendi ülke ekonomisinin sömürüsüne uygun olarak ekonomik ve siyasal düzenlemeler yapmaya çalışırken, aynı zamanda; başta Çin, Hindistan, Japonya olmak üzere Avrupa ekonomilerini de kontrol etmeyi ve siyasetine etki etmeye çalışmaktadır.
AKP devlet politikası; Osmanlı İmparatorluğunun etki alanının geçmiş halini gündeme getirerek, Türkiye’ye yeni dönemde ABD ile uyumlu ve etkin rol almaya çalışmaktadır. Bu konuda o kadar heveskar ki; Osmanlıdan devlet olarak çıkan ülkelere kendi çıkar politikalarını dayatmaktadır. Onun bu tez canlı hali, onu zaman zaman ABD ve özellikle Avrupa emperyalizmiyle çıkar çatışmasına götürse de, o bundan kendini gocundurtmamaktadır.
Türkiye politikası bu eksende yürütülürken, diğer eski toprak parçalarında olduğu gibi Arap toprak coğrafyasında ve özellikle de tazeliği anlamında Suriye toprak parçasında Suriye aydınlarına ve Suriye halkına karşı uygulamış olduğu şiddet politikası ve idam ettiği Suriye aydınlarını hiç akla getirmemektedir.
Osmanlının çöküşünde kaybettiği toprak parçalarında Osmanlı Müslüman toplumun Osmanlı kimliği etrafında bir araya gelmeye çalışırken Osmanlı üst kimlikli aydınların katli önlerinde tarihsel güvensizlik olarak durmaktadır.
Suriye geçmiş halleriyle Arap milliyetçiliğinin odak noktalarından olması ve bugünde kısmen yitmiş bile olsa bu etkisinin devam etmesi; Türkiye’yi Arap aydınları arasında geçmişi hatırlatmaya tekrar götürecektir.
Her ne kadar Sovyetler dağılmış olsa bile, orta-doğu başta Rusya olmak üzere Çin ve Hindistan için; gelecekleri açısından stratejik değerdedir ve dolayı da şu anda ABD emperyalizmine karşı duran Şii-Alevi hinterhandı nüfus alanının bu hali İran ve Suriye üzerinden korunmaya devam edecektir.
Suriye’de ki kaos şiddetinden çıkarılması için Annan Planı çerçevesi içerisinde öne çıkan koşullara Türkiye, Davutoğlu’nun ağzından:
Ataş-kes için tankların ve diğer silahların kışlalarına dönmesi,
Şam yönetimi barışçıl gösterilere izin vermeli ve bunlara silahla müdahale etmemeli vb. gibi insani gerekçeleri ileri sürerek bu ülkeye olan askeri ilgisini saklamaya çalışmaktadır.
Osmanlı Şamın şekeri’ni severdi de, 1915’ler de 1916’lar da Şamın Şekerine ağu yu da Osmanlı sürdü.
Şam; şekerine sürülen ağu yu bugün bir kez daha hatırlamış haldedir.