1970’lerden beri finans özel, uluslararası finans kuruluşlarının artışı ulusal hükümetlerin ekonomi konusunda demokratik bir kontrol uygulamasını ciddi anlamda önledi.
Bu durum 1980’lerin başında sermaye akışı Fransız Hükümeti’ni ilerici ekonomik reformlardan vaz geçmeye zorladığında açıkça ortaya çıktı. O zamandan beri finans daha da güçlendi ve kısıtlamalar özellikle daha küçük ülkeler için giderek sertleşti.
AB’nin, ABD’nin dengi olabilecek bir blok olarak güçlenmesi önceleri güç dengelerini değiştiriyordu. Tüm Avrupa olarak hareket ederken ekonomi üzerinde demokratik kontrol kurmak tek bir devlet olarak bunu yapmaktan daha mümkündü.
Küresel eksende etkinlikler düzenleyen büyük şirketler üretimin -ve iş imkanlarının- yerini değiştirme tehdidi ile ülkelerin taviz vermesini sağlayıp onları birbirine düşürebiliyor. Ama Avrupa’nın pazarı -ABD ve Çin’inki gibi- tek bir bütün olarak terk edilemeyecek kadar önemli olduğundan daha da büyük düzenlemeleri ve şirket etkinliklerini empoze etme imkanı doğuruyor.
AB tabi ki pratikte farklı bir yol izledi. Özellikle 1980’lerden beri AB ekonomisinde -çoğu üye ülkede olduğu gibi- neoliberal yaklaşımlar baskındı. AB, toplumsal eşitsizliğin artışına sebep olarak giderek daha da dünya pazarına entegre olup agresif, merkantalist bir ticaret politikası benimseyerek ticaretin karıyla ittifak yaptı -birçok gelişmekte olan ülkeye de zarar verdi.
AB’nin en hırslı projesi, 1999’da avro uygulaması büyük hatalara dayanıyordu. Ortak bir para politikası var ama ücret ya da sanayi bir yana ortak bir mali politikası bile yok. Ortak para politiası da zaten Alman Bundesbank’In kısıtlayıcı prensiplerini aldı. Bu yaklaşım Alman işletmeleri için yıllarca karlı olduysa da Avrupa ülkeleri enflasyonu yükselten büyüme stratejileri peşinde koştular ve 2007’de krizin patlamasından önce bile işsizlik oranını arttıran bu prensiplerin avro bölgesine uygulanmasının ölümcül olduğu kanıtlandı.
EuroMemo grubu (Avrupa’da Alternatif bir Ekonomipolitik için Ekonomistler) 1990’ların ortalarında kurulmalarından beri ilerici ekonomi politikalarının ancak Avrupa seviesinde uygulandığında etkili olacağını tartışmakla birlikte AB’nin ve neoliberal politikalarının demokratik olmayan yapısını sürekli eleştirdi.
Grup, “Euromemorandum”larında (www.euromemo.eu) panavrupacı bir yaklaşım sergiledi. En acil konu da avro bölgesi krizine alternatif bir tepki ihtiyacı. Bu iki birbirine kenetli etmenin sonucu: ABD’de başlayan uluslararası mali kriz ve avro bölgesinin kendi içindeki büyük dengesizlik.
Uluslararası Mali Kriz
Büyük Avrupa bankaları 1990’larda işletmelerini kar etmek amacıyla ABD’ye taşıdı ama kriz patlak verdiğinde büyük kayıplar verdi. Ekim 2008’de büyük bir çöküş ancak hükümetin geniş çaplı sermaye desteğiyle önlenebildi.
Kriz ciddi kredi yokluğuna sebep oldu ve 2008’in son, 2009’un ilk çeyreklerinde Avrupa 1930’lardan beri yaşanan en sert gerilemeyi yaşadı. AB’nin üretimi %5 düştü ve hükümetler ekonomilerini canlandırmak için acil durum programlarına başvurmasaydı durum etki çok daha derin olurdu.
Bankaların kurtarılması, acil durum programlarının bedeli ve vergi gelirlerinde düşüş hükümet bütçelerinde büyük açıklar yarattı. Avro bölgesinde gayri safi yurt içi hasılada açık 2007’de yüzde 0.7 iken 2009’da yüzde 6.4’e çıktı.
Avro Bölgesindeki Dengesizlikler
Ülkeler avro bölgesine katıldıklarında enflasyon oranları Almanya’nın seviyesinde birleşiyordu. Düşük enflasyon oranları, daha çok ekonomik büyüme ve artan maaşlara katkı sağlarken enflasyonu Almanya’dan yüksek olanlar maaş artışlarının gerçek değerini bir noktaya kadar törpülüyordu. Düşük oranlılar ayrıca İrlanda ve İspanya’da ev fiyatlarında bir patlamayı da ateşledi.
Tersine, Almanya’da da Sosyal Demokrat/Yeşil hükümetin 1999’da avroyla birlikte gelen politikaları hiçbir zaman gerçekten maşları yükseltmedi. Tüketicilerin sönük harcamalarından ötürü ekonomik büyüme ihracatın artışına bağlıydı. Tek bir para birimine dönülmesiyle Almanya ihracatını avro varken olan değer artışı olmaksızın diğer avro bölgesi ülkelerine yaymayı (ve daha pahalı satmayı) başardı.
Bu zıt gelişmelerin bir sonucu olarak 2000 ile 2007 yılları arasında Almanya’nın ticaretten elde ettiği artı değer 65 milyardan 195 milyar avroya yükseldi. Bu durum Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın açıklarındaki büyümeye çok benziyordu, 61 milyardan 160 milyara. Kuzey ülkelerinin açıklarının çoğunu Almanya ve Fransa’daki bankaların kredileri karşıladı.
Kuzey ve güney Avrupa’daki kutuplu ilişkinin en zayıf halkası Yunanistan’dı. 2007, kriz can yakmaya başlamadan önce bile ensesi kalınlardan gelecek vergideki bir başarısızlıktan dolayı hükümetin açığı gayri safi yurt içi hasılanın %5’ine eşitti. Bu 2009’da %15’e yükseldi. Mali yatırımcılar kan kokusunu alınca 2010 başlarında Yunan hükümetiyle ilgili spekülasyonlar yoğunlaştı. AB’nin Mayıs’ta durum kritik hale gelene kadar tepki göstermemesi avronun zayıflamasına ve avro bölgesi krizinin başlangıcına yol açtı.
AB’nin Tasarrufa Zorlaması
2007’de krize sebep olanlar -ve hükümetler onları kurtardıktan sonra- hükümet tahviliyle ilgili spekülasyonları yayanlar büyük bankalar olsa da AB’nin finans sektöründe reform yapmak için uyguladığı önlemler ABD’dekilerden bile daha hafifti. Bütün finans sektörünü yıkıp baştan yapmak yerine, AB’nin tepkisi -Almanya önderliğinde- mali düzeni empoze etmeye odaklıydı. Ama mali açıklar krizin sonucu, sebebi değil. Yunanistan dışında, avro bölgesi ülkelerinin çok az mali açığı vardı, hatta İspanya’da birikim bile vardı. Çoğu ülkede borç içinde olan özel sektördü.
Yunanistan ve akabinde İrlanda ve Portekiz mali destek için AB’ye başvurmak zorunda bırakıldıklarında, bu durum kemer sıkma programlarına bağlı yapıldı. Bu durum ülkeleri gerilemenin derinliklerine ve ek olarak giderek kötüye giden toplumsal etkilere çekmişti, vergi gelirleri düşmüştü ki bu da hükümetlerin borçlarını ödemelerini iyice zorlaştırdı. Aynı zamanda İtalya ve İspanya hükümet tahvil pazarına Avrupa Merkez Bankası’ndan (ECB) destek almanın koşulu olarak toplumsal harcamaları kesmeye zorlandı. Bunun sonucunda avro bölgesi, geliri diğer ülkelere olan ihracına bağlı olan Almanya dahil, en iyi durumda 2012’de tamamen duracak.
Mart 2011’deki AB zirvesi avro bölgesindeki dengesizliklerle uğraşmak için birçok önlem kabul etti. Yine de bu açıkları olan ülkelerin ayar yükünü arttırdı. Almanya gibi ticaret artı değeri olan ülkelerin genişlemeye ihtiyacı yok. Güney Avrupa gibi maaşların üretimden hızlı arttığı ülkelerin ayara ihtiyacı vardır, ama yine Almanya gibi maaşların üretimden daha az arttığı ülkelerin yoktur.
AB’nin krize tepkisi ya sebepleri düzeltmede başarısız oldu ya da aslında onları daha da kötü hale getirdi. Örneğin özel şirketlerin tahvillerinden kayıp vermesi konusundaki ısrar panik halinde satış yapmalarına sebep oldu. Özel satışlardan dolayı İtalya ve diğer ülkelerin 2012’de hükümet borcunu kapatmak için ödemesi gereken faiz son derece fazla.
Alternatiflerin Temeli
Acil bir önlem olarak Avrupa Merkez Bankası bu panik halindeki satışları durdurmak için hükümetlerin açıklarını kapatmak için ne gerekiyorsa ödeyeceğini duyurmalı. Sonra da AB finans sektörünü küçültmek üzere önlemler almalı. Şu anki devasa kar güdümlü kuruluşların karmaşık sistemi yerine bankaların toplumsal ve çevresel yatırımları üstlenmeleri desteklenmeli.
Yunanistan’da olduğu gibi, sürdürülemez borçlar bir borç denetimine tabi olmalı ve hangi borçların mantıklı olduğu, hangilerinin silinebileceği belirlenmeli. Borçların azaltılması aynı zamanda zenginlerin düzgün vergilendirilmesiyle sağlanmalı. 2011’de avro bölgesindeki zenginliğin 40 trilyon avrosu onlara ait ve son yıllardaki neoliberal politikalardan daha da kar ettiler. İleride zayıf ülkelere karşı çıkan spekülasyonları önlemek için avro bölgesi hükümetleri kalan hükümet açıklarını hep birlikte çözülebilir hale getirmeli.
Ortak para politikası koordineli bir avro bölgesi maliye politikası ile tamamlanmalıdır. Mali disiplinin şu anki tek taraflı vurgusu yerine bu, ekonomiyi istikrara kavuşturmayı ve ILO’nun “saygın iş” dediği şey ile tam istihdamı teşvik etmeyi amaçlamalıdır. Makroekonomik bir etki ve daha zayıf olan bölgelere destek sağlayabilmek için şu anda AB gayri safi yurt içi hasılasının %1’ine denk olan bütçe en azından %5’e çıkartılmalıdır. Bu maksatla uzun dönemde yüksek gelirlerin vergilendirilmesindeki düşüş tersine çevrilmeli, yıllık 250,000 avroyu geçen gelirler için vergi %75 olmalı. Ek olarak, avro bölgesi taleplerii güçlendirmek ve bütçe açığı olan ülkeler üzerindeki baskıyı hafifletmek için Almanya gibi ticaretten artı değer elde eden ülkeler genişlemeci politikaları tanıtmalı.
Özellikle de çevre ülkelerde, düşük ücretle değil de modern teknoloji ve kaliteli işe dayalı bir üretim kapasitesi için kamusal yatırımda güçlü bir program gerekli. Şimdiden tahvil konusunda yetkili olan Avrupa Yatırım Bankası bu işin finansmanını üstlenmeli.
Koordineli bir avro bölgesi ücret politikası, milli gelirin dağılımındaki eşitsizliğin tersine çevrileceğini ve daha düşük gelirli ülkelerdeki ücretlerin yüksek gelirli ülkelerdekilerle eşitleneceğini garanti etmeli. Hem işsizlikle mücadele etmek için hem de hayatın ücretli işe dayanmadığı bir toplum yaratmak için haftalık çalışma saatleri 30 saate düşürülmeli.
Avro bölgesindeki krize verilecek ileri tepki aynı zamanda büyük bir zorlukla karşı karşıya: avro bölgesindeki çevre ülkelerin borç krizi ekonomik büyümeye ihtiyaç duyarken çevresel sürdürülebilirlik açısından yenilenemeyen kaynakların tüketimi ve sera gazlarının emisyonlarının azaltılması gerekiyor.
AB’de Demokratikleşme
AB’nin krize tepkisi son derece otoriter oldu. Avrupa Komisyonu avro bölgesi devletlerinde mali disiplini uygulayacak ve AB maliye bakanları büyük çoğunlukla askıya alınması yönünde oy kullanmadığı sürece bazı önlemler otomatik olarak uygulanacak. Yunanistan ve Portekiz gibi ülkelerde ekonomipolitik üzerindeki demokratik kontrol gelecekte öngörülebilir şekilde askıya alınacak. Mevcut durum sürdürülebilir değil. Çevre ülkeler uzun süreli kemer sıkma ve kitlesel işsizlik ihtimali ile karşı karşıya. Ama Yunanistan gibi küçük bir ülke için avro bölgesinden ayrılmak ekonomik aksaklığa ve yaşam standartlarında daha da büyük düşüşe sebep olur.
EuroMemo grubu koordineli bir tepki için tartışmalarını sürdürüyor. Almanya’nın Fransa’yla baskınlık ekseni yerine etkili bir demokratik kontrolün öznesi olabilecek bir Avrupa düzeni gerekli. Bunun için de Avrupa Parlamentosu’nun rolü güçlendirilmeli. Bunun dışında AB vatandaşlarından da böylesi politikalara destek sağlanmalı.
Euromemorandum önerileri sendikalar, Attac gibi toplumsal hareketler, Alman Die Linke ve Yunan Synapsisimos gibi sol partiler ve bazı sosyal demokrat ve yeşil partilerin sol kanatları dahil çeşitli üye devletlerden destek aldı. Öneriler şimdi ilerici ekonomistler ve hareket aktivistlerin arasında derinleşerek geliştirilmeli ve AB politikalarında köklü bir değişime Avrupa çapında destek kazanmak için kullanılmalı.