Her şey ortada… Kıbrıslı toplumlar çözüm bekliyor modunda(!) ancak atı alanlar bizde (Üsküdar olmasa da) kendi yarattıkları dereyi çoktan geçmiş. Biz akıllılar(!) da bakarken birbirimize saldırmayı sürdürmeyi marifet sayarız. Doğu Akdenizdeki zengin doğal gaz kaynakları coğrafyadaki halklara barış ve rafah getireceğine, artık çağdışına itilen “düşmanlık” tohumları ekmeyi başarabiliyorsa çelişkisi bölge insanlarının bu senaryoda rol alması olmaz mı? Tarihi boyunca hata üstüne hata yapmanın ceremesi ödeniyor. Anavatanlar, babavatanlar derken işbirliği yapan süper güçlerin yaklaşımı farklı mı olacak sanıldı. Hele İsrail’in de bulaşması aslında olumlu yorumlanmalıydı… sadece eski aktörlere bırakılmaması olaya Rusya ve Çin”i dahil ederken “denge” unsuru yaratmış. Tek kutupluluk dönemi kapatır mı zaman gösterir. Arap baharı nelere mal oldu, Suriye, İran (islam din kardaşı Türkiye’ye rağmen) direniyorsa bundan. Kıbrıs’ta garantörlere ve ilişkili örgütlerin ayak oyunlarına karşın bir anlaşmayı zorlamalı diye düşünüyorum. Uluslararası çıkarlar öyle kardeşlik, anavatanlık “hissi” duygulara değil tamamen menfaatlere dayandığını öğrendiğimizde herhalde bizler de yol alacağız! Emperyalizm biliyor ve bu zayıf noktamızı iyi kullanıyor. Olay budur!
Durumlar böyle olunca tabiatıyla kafaları karıştırılan bilinç düzeyleri (kusura bakılmasın ama)toplumlar da gerçekten kendi ülke ve insanı için çözüm isteyince “bozguncu” hatta “vatan hainliği” damgasını yiyor. Kıbrısta yıllardır yaşanan travma aslında tedavisi basit… sorun olması bizzat garantörlerle onun arkasındaki gücün bölgedeki çıkarlarının yarattığı durumdan başka bir şey değildir. Çözüm istense uluslararası hukuk ile BM vd örgütlerde tescilli Kıbrıs Cumhuriyeti anlaşmaları esas alınmaz mı? Ama dedik ya niyet başka; coğrafyada Kıbrıslıların yaşamı değil emperyal güçlerin çıkarları! Hele AB’ye ne demeli? Kıbrıs toprağı, insanları vatandaşı ama sahip çıkılması yerine ayrılıkçılığa neredeyse ortak oluyor. Bu da o malum büyük “menfaat” adına olmaktadır. Uluslararası konferans eğer anlaşmalara sadık kalınsa yani “yol haritası” alınsa gerçekleş miydi sanırsınız? Sahneye başka başka oyunlar sürülünce tabiatıyla olmuyor… halk dilindeki karagözlük “tiyatro”ya dönüşmesi ne yazık ki barış umutlarını yok ediyor. BM, AB”adam” gibi olaya sarılsa halledilmeyecek dava mı Allahaşkına! Yarım asırdır seyir edilen oyun bu ama görülen ile gerçekleşen başka olunca Kıbrıslılar da boşuna bekler durur!
DANIŞIKLI “DÖVÜŞ” GİBİ!
Her şey hukuk ve anlaşmalar dışına çıkınca dünya da hakimiyet kuran güçlerin insafına kalıyor… BM ve AB dedik hani sorunlar varsa barış ve adil yollardan çözümlemesini beklediğimiz!! Toplumlar yol haritasındaki sapmaları görmeyince onlar da bağlı tutuldukları merkezlere hizmet etmek işin kolayı! 26 Nisan Çernobil nükleer felaketi yıldönümüydü… Ara bölgede mumlar eşliğinde, bizden YKP ile Güneyden Ekologlar işbirliğinde anıldı. Tekrar yaşanmaması dile getirildi. Bu arada Akkuyu santral ve Büükkonuk petrol dolum tesisi planları protesto edildi. Gece yapılan eylem sanki gündüz ve fener eşliğinde yapılsa tarihe damgasını vuran “adam arıyorum” diyen Anadolu’lu Diyojen’i haklı çıkaracağı kesin! İlgisi mi? Güneyden katılan (aslında ülkemizi güney ve kuzey diye adlandırmak bile teslimiyetin işareti) Ekologlar başkanı Pertikes’e “ne olacak bu memleketin hali” AB ne yapıyor? sorduğumda aldığım yanıt beni şaşırtmadı “AB kendi işine bakar, bizler umurunda zanedilir!” Bu eylemde Kıbrıs’ın karanlık tarihinin aydınlanmasında çaba gösteren ve malum çevrelerin aforoz ettiği yazar araştırmacı ve dokümanter belge yönetmeni Panikos dostumuz da vardı. Bizlerden (yani Kuzeyden) mangalda kül bırakmayan çevreciler ve sözde falan filancılar ise yoktu, artık anlayın!
Farkındaysanız müzakere süreci tökezleyince “karşı taraf” uzlaşmazlıkla suçlanmaktadır. Ancak zaman bize “uzlaşı”nın ne anlama geldiğini kimi sorumluların bilmediğini veya biliyor da toplumunu “aptal” yerine koyduğunu gösterir. Uzlaşının “ödün” vermek demek olduğu bilinmiyor mu, buna kimin ne oranda ve hangi konuda uyması gerektiği ortadayken suçlamakla geçiştirilmesi bizzat statükonun devamından yana tavırdır. Eskiden sağ şovenist görüşteki partilere fatura edilirdi ama ne yazık ki sol düşüncede olanları da gördük. Onlar da dış dayatmalara direnmeyip toplumlar kurban edilmiştir. Siyasi partileri hükümete getirirken göz önünde tutulan bakış ile sonraki anlayış ve kavram tutmayınca sonuç tabiatıyla kader olacaktır. BM yetkilileri “yöntem” bulmacasına sığınması da acizliktir, bir yerde kendi başarısızlığıdır. Bunca yıldır masada sadece kahve içip, fincan devirerek fal mı bakıldı yani? Görevi yani misyonuna ihanet edenlerin başında yer aldığını söylemek durumundayız. Uzlaşı sadece kendine ait bir şeyi vermek değil, gasbedilenleri iadeyi ifade ettiği de bilinmelidir.
Ülkemizde en basit beledi hizmetler bile yapılamamaktadır. Geçmişte 10 TL fatura öderken hizmet alırken, şimdi ayda 70 TL su vs artı emlak vergisi 150 TL üzeri katkı payına rağmen neden başarılamıyor, çalışanların maaşları ödenemiyor sorgulanması gerekirken sendikanın grevini suçlu gösterilmesi hangi düzeyde bulunduğuma örnektir. Çevre temizliğine sanki duyarlıymışız gibi çöp rezaletine ayıbımız sorun oluyor? Belediyede sadece başkanın sorumlu tutulması da yanlış onu oraya taşıyan siyasi parti ve daha önemlisi oy veren büyük çoğunluğa ne demeli? Bunlar algılanmadıkça hiç bir soruna çözüm bulamayacağımız iyice anlaşılmalıdır.