Aralarında YKP’nin de olduğu Mağusa İnsiyatifi, KTÖS, KTOEÖS, KTAMS, DEV-İŞ, GÜÇ-SEN, DAÜ BİR-SEN, DAÜ-SEN ve ÇAĞ-SEN Maraş konusunda ortak bir açıklama yaptı. Konu ile ilgili açıklama şöyle:
Kıbrıs görüşmelerinin bir kez daha tıkandığı ve büyük çıkmaza sürüklendiği hassas bir dönemden geçiyoruz.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı’nı üstleneceği 1 Temmuz 2012 tarihi öncesinde Türk tarafının takındığı tutum ve hayalet kent Maraş’la ilgili olarak geliştirdiği söylem ile buna paralel eylemler, soruna çare bulmaktan çok uzaktır. Kamuoyuna sızdırılan enformasyondan anladığımız kadarıyla, T.C. Hükümeti Maraş’ta turistik tesis sahibi olan bazı büyük Kıbrıslı Rum sermayedarlarla pazarlığa oturmuş, Türk Yönetimi altında açılacak bir Maraş’a geri dönüş konusunda onları ikna etmiş, sahip oldukları mülklerin yeniden inşa ve inkişafı içinse belli başlı Türk müteahhitlik firmalarına ağırlıklı bir rol biçmiştir.
Güney’de farklı iki tarihte yapılmış kamuoyu araştırma sonuçları ortada iken ve Türk Yönetimi altında kalacak herhangi bir bölgeye geri dönüş konusunda her 3 Rum göçmenden 2’si olumsuz görüş belirtmişken, Andreas Lordos’un çıkıp da “Her 3 Maraş göçmeninden 2’si Türk Yönetimi’ndeki bir Maraş’a dönmeye razıdır ve hazırdır” demesi ve üstelik de “Dönmeyecek olan göçmenlerin mülklerinin Türkiye’den gelmiş ya da gelecek yerleşiklere dağıtılmasına itirazım yoktur” şeklinde bir ifade kullanması, gerçekleşen pazarlıklar hakkında ciddi ipuçları vermektedir.
Tüm bu açıklamaların gerçeğe dönüşmesi halinde, bugüne kadar alınmış BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı yeni bir yol izlenecek ve bu da gerek Türkiye’yi gerekse Kıbrıslı Türkleri dünya ile bir kez daha karşı karşıya getirecektir. Bu görüşler bir süre önce “Maraş’ı Türk Yönetimi’nde açıp tek taraflı ekonomik kazanç sağlayalım, geri dönen göçmenlerle dönmeyenleri birbirine düşürerek siyasi açıdan Rum Hükümeti’ni zora sokalım” diyen KKTC İşadamları Derneği’nin görüşleriyle de örtüşmektedir. Oysa ki, bu yöndeki bir açılım, BM Güvenlik Konseyi’ne rağmen değil, Kıbrıs’ta çözüm için yıllardır uğraş veren tüm ilgili taraflarla uzlaşıya varılarak yapılmalıdır. Türkiye; İsrail, Suriye ve Ermenistan gibi ülkeleri BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymamakla itham ederken, kendi söylediğine tamamen ters düşecek bir yola sapmaya mı teşebbüs edecektir? Hayalet kent Maraş’ı Türk Yönetimi’nde açmak istemekle, Yukarı Karabağ’da Azerilere ait olan hayalet kent Ağdam’ın Ermeni kontrolünde açılması için bir emsal mi oluşturmaya kalkacaktır?
Konuya insani açıdan yaklaştığımızda ise, iki toplumu ilelebet birbirinden soğutup ayrılığı pekiştirecek girişimler söz konusudur ve bu girişimlerin odağında da asla ve asla insan yoktur. Maraş, Kıbrıs Rum ve Türkiye kökenli 5-10 tane büyük sermaye grubunun gönüllerince at koşturacağı ve geleceği hakkında hükme varacağı bir rant alanı değil, etnik kökeni ne olursa olsun tüm Kıbrıslıların ekonomik ve sosyo-kültürel zenginliği paylaşıp azami fayda sağlayabilecekleri bir yaşam alanıdır. Bölünmüş kent Mağusa’yı yeniden birleştirmek, Kıbrıs’ı yeniden birleştirebilmenin yolunu da açabilecek kilit öneme sahip bir hamledir. Bu anlamda Maraş, Kıbrıslıların ortak yaşam şanslarını sınayabilecekleri en ideal yerleşim yeridir. Bunu hayata geçirebilmek içinse Maraş’ın tüm yasal sahiplerinin güvence altında geri dönüş yapabilecekleri bir yönetim modeline ihtiyaç vardır ki o da Birleşmiş Milletler (BM) Yönetimi’dir. Bu seçeneğin tercihi, sadece azınlıktaki büyük sermaye kesiminin değil, çoğunluktaki orta sınıf halk kesimi ile küçük esnafın da geri dönüşünü ve kenti yeniden sahiplenmesini garanti altına alabilecektir. Temeline salt sermayeyi değil de insanı koymasını becerebilen böylesi bir anlayış, Kıbrıslı Türkler’in Maraş’tan azami kazanım elde edeceği bir müzakere gücünü de haliyle bizlere sunabilecektir.
Kıbrıslı Türkler, Türkiye tarafından sürekli biçimde bypass edilmekten yani Türkiyeli firmalar ya da meslek odaları Kıbrıslı Rum muhatapları ile serbestçe ilişki kurup iş bağlantıları yaparken, kendi kurmaya çalıştıkları ilişkilerin Türkiye tarafından sorgulanıp devamlı sekteye uğratılmasından ciddi biçimde rahatsızdır. “Türkiye Kıbrıslı Rumlarla hısım, Kıbrıslı Türklerle Rumlarsa birbirine hasım” şeklinde özetlenebilecek bu dayatma hiç de hoş değildir.
Maraş’ın BM Yönetimi’nde açılması, Mağusa Limanı’nın uluslararası deniz trafiğine açılmasının önündeki bütün engelleri de kaldırabilecektir. Şu anda yarısı askeri maksatlara hizmet eden, diğer yarısında ise çevre ve insan sağlığına aykırı her türlü faaliyet yer alan ve “Akdeniz’in Çöplüğü” diye nam salmış Limanımız, nihayet çağdaş işletmecilik standartlarını ve uluslararası taşımacılık normlarını yakalama fırsatını ele geçirebilecektir. Yine son dönemde, Mağusa Limanı’nı büyük sermayeye oldu bittilerle peşkeş çekme gayretleri sürdürülmektedir ki, bu da kabul edilebilir bir davranış değildir. Liman halkımızın öz malıdır ve özerk bir “Liman Otoritesi” yönetiminde modernize edilerek faaliyetlerini devam ettirmelidir.
Maraş’ın BM Yönetimi’nde açılmasının bir diğer avantajıysa, uzun yıllardır atıl durumda bulunan ve bir türlü lehimize kazanca dönüştüremediğimiz Mağusa Suriçi’nin hak ettiği değeri bulabilecek olmasıdır. Bilindiği üzere Mağusa Suriçi’ndeki antik Ortaçağ kentimizin dünyada eşi benzeri yok denecek kadar azdır. Ancak, UNESCO Konvansiyonu’na ada çapında taraf olan otorite Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’dir ve tarihi-kültürel mirasla ilgili atılacak adımlarda onun nihai onayına ihtiyaç duyulmaktadır. Her ne kadar 2008 yılından itibaren, Kıbrıs’taki iki yönetimin vardığı uzlaşı neticesinde Kültürel Miras Komitesi oluşturulmuş ve adamızın iki yanında, tehdit altındaki tarihi eserler listelenerek bunların restorasyonu ile ilgili olarak bir anlaşmaya varılmışsa da, bu bizim için yetersizdir. Çünkü Mağusa Suriçi’nde listeye dahil olamamış ama acilen restorasyon ve bakım-onarıma ihtiyacı olan daha pek çok eserimiz mevcuttur. Uluslararası yetkinliğe sahip uzman kurum-kuruluşlar, buradaki eserlerin restorasyonu ve korunması için görev üstlenmeye ve maddi katkı koymaya fırsat kollamaktadır. Halbuki, tüm bu fırsatları değerlendirebilmek halen Rum tarafının oluruna bağlıdır. İşte, Mağusa Suriçi’ne hakettiği değeri vererek, onu UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil ettirebilmek ve ciddi bir turizm potansiyelini ülkemize kazandırabilmek, bu bağlamda düşünüldüğünde tamamen bizim elimizdedir.
Maraş konusu, kör siyasete kurban edilmeden aklın, sağduyunun ve insani değerlerin rehberliğinde ele alınması gereken bir olgudur. Bizler, Maraş’ın savaştan kalma travmatik görüntüleri altında yıllarca ezildik, horlandık ve yaşamdan soğutulduk. Savaş öncesinde Kıbrıs’ın en müreffeh kentinde yaşarken, sonrasındaysa en büyük köyünde yaşamaya mahkum edildik.
Tüm bu anlattığmız çerçevede konuyu değerlendirdiğimizde, Maraş’ta sadece otellerin değil, yel değirmenleri ile portakal çiçeklerinin de yeniden uyanışını görmek, en doğal insanlık ve yurttaşlık hakkımızdır.