Kıbrıs’ın kuzeyinde CTP hükümetleri döneminden başlayarak, 2004 yılından beri Kutlu Doğum Haftası adıyla bir takım etkinlikler düzenlenmektedir. Nisan ayı içerisinde gerçekleşen bu Neoliberal İslamcılığın icat ettiği Kutlu Doğum Haftası geleneği üzerine Umar Karatepe’nin sendika.org’daki yazısı Kıbrıs’ın kuzeyindeki gelişmeler açısından da dikkat çekicidir.
Umar Karatepe’nin yazısı şöyle:
Bugünlerde yeni bir geleneğin icadına tanıklık ediyoruz: Kutlu Doğum Haftası. Yaşı yirminin üzerinde olan herkes için bu yeni bir icat. En muhafazakar ailelerden gelenler için bile, Kutlu Doğum Haftası “önemli gün ve haftalar” ajandasına son yıllarda girdi. 27 Nisan muhtırası olarak bilinen 2007 yılındaki Genelkurmay Bildirisi’nin en önemli konularından biri oldu. O yıl Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde 11 binin üzerinde etkinlik düzenlenince Kutlu Doğum Haftası’nın 23 Nisan’a alternatif olarak tasarlandığı söylendi.
Bugün kadar dile getirilen itirazların temelinde şu vardı: Dünyada tüm dini bayramlar ve kandiller hicri takvime göre belirlendiği için miladi takvim kullanan Türkiye’de bu dini günlerin zamanı her sene değişmekteydi. Muhammed peygamberin doğduğu güne denk geldiği söylenen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri de 1989’da başladı ve hicri takvime göre, Mevlit Kandili’nin peşi sıra düzenlendi. Ancak 1994 yılından itibaren, durduk yerde, diğer dini günlerin aksine miladi takvime göre kutlanmaya başladı. Başlangıçta sembolik etkinlikler düzenlense de Kutlu Doğum Haftası AKP iktidarı tarafından hızla kurumsallaştırıldı ve neredeyse resmi bir bayrama dönüştü. Okullardan, işveren örgütlerine ve odalarına, işyerlerinden meydanlara kadar genişledi. Özellikle AKP’nin TSK’yı iktidarı açısından zararsızlaştırmasının ardından Kutlu Doğum Haftaları için atağa geçildi. Tek bir farkla. Diyanet 2008 yılında “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na alternatif kutlama olarak gösterilmesi gibi hiç de doğru olmayan bazı değerlendirmelere yol açması” gerekçesiyle haftayı yedi gün öne aldı ve 14-20 Nisan ilan ediverdi. Peygamber’in doğum günü resmi bir “genelge” ile bir kez daha değiştirilmiş oldu.
Kutlu Doğum Resmi Gazete’de
İş öylesine ciddiyetsiz bir hal aldı ki yıllardır Türkiye’de Peygamber’in doğum günü yılda iki kere etkinliklere vesile oluyor. Zira yıllardır alışılageldiği üzere Müslümanların bir bölümü Muhammet peygamberin doğum gününde Mevlit kandillerinde buluşuyorlar. “Doğum zamanı” anlamına gelen Mevlit hicri takvime göre bu sene 3 Şubat’a denk geldi. Ve iki ay sonra, Nisan ayında bir doğum günü daha ilan edilmiş oldu.
AKP döneminde bu kutlamaların resmi bir törene dönüştürülmesinin en çarpıcı örneğini ise Resmi Gazete’nin 13 Şubat 2010 tarihli sayısında yayımlanan bir genelgede bulabiliyoruz. Bu genelgede Kutlu Doğum Haftası’nın kutlanmasına ilişkin usul ve esaslar tek tek sıralanıyor. 2011 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın genelgesiyle okullarda Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri düzenlenmesi sağlanıyor. Laik olduğu iddia edilen bir ülkede önce bir dini gün yaratılıyor, sonra bunun tarihi ve kutlanma şekli genelgelerle, yönetmeliklerle, Resmi Gazete’de ilan ediliyor.
Geleneğin yeniden icadı
Peygamberin doğumundan 1418 yıl sonra başlayan, yaklaşık 20 yıl sonrasında da devlet eliyle yaygınlaştırılan bir dini gelenek olabilir mi? Bu ilginç durum Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’un “geleneğin icadı” kavramını hatırlatıyor. Hobsbawm bu kavramı 19. yüzyılda uluslaşma süreçlerini incelerken kullanıyor. Hobsbawm’a göre milli olduğu iddia edilen geleneklerin pek çoğu aslında geçmişe dayanmıyor. Aksine bu gelenekler, törenler, ritüeller ve bayramlar, ulus devletlerin oluşum sürecinde, “ulusal kimliği” yaratmak ve sağlamlaştırmak için icat edilmiş, yani tasarlanmıştı. Sanayi devriminin yarattığı keskin sınıfsal farklılaşmaları bu tasarlanmış “ulusal kimlik” giysisiyle kapatabilmek, işçi sınıfı saflarından yükselen itirazları bastırabilmek için bu tip icat edilmiş gelenekler oldukça işlevsel olmuştu. Siyasal ve toplumsal yapısının hızla değiştiği bir dönemde, geleneğe yapılan referanslar yoluyla değişimin tedirgin edici ve yıkıcı etkisi gözlerden uzak tutulmak istenmişti.
Bugün yaşananlar Hobsbawm’un bu tespitlerini anımsatıyor. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısı hızla değişirken geleneklerin yenilenmesi, yani “yeni köye yeni adet” gerekiyor. Zira Cumhuriyet döneminde icat edilen gelenekler bugün egemenlerin birçok sorununu çözemiyor. Örneğin, sosyal devlet mekanizmalarının çözülmesi “sınıfsız-imtiyazsız bir kitle olarak ulus” masalı inandırıcılığını çoktan yitirmesine sebep oldu. Kürt sorunu, “homojen bir kitle” iddiasını geçersiz kıldı. Doğal olarak, bu vurgularla oluşturulmuş geleneklerin, istikrarı, itaati, denetimi daha başarılı biçimde sağlayan yenileriyle ikame edilmesi gerekli oldu.
Yeni milli günler ve milli din
Kutlu Doğum Haftası da bu ikame sürecinin bir örneği olarak öne çıkıyor. Kutlu Doğum Haftası’nın ana temaları da değişimin hangi ihtiyaçlardan türediğini gösteriyor. Hafta’nın geçen seneki ana temasının “merhamet” olması “sınıfsız-imtiyazsız bir kitle olarak ulus” iddiasının krizine işaret ediyor. Bu seneki soyut “kardeşlik” teması ise “homojen bir kitle olarak ulus” iddiasının çöküşüne soyut bir “çözüm” üretmeye çalışıyor.
AKP iktidarı ve yandaşları eski milli günlerin yerine yenilerinin gelmesini “Resmi ideolojiyle mücadele” olarak adlandırmayı tercih ediyor. Oysa yaşanan rejimin ideolojik giysisi olan Türk-İslam sentezinde İslam kısmının ağırlığının artması, böylece sistemin krizlerinin üstünün örtülmesinden başka bir şey değil. 19 Mayıs ve 23 Nisan gibi eski geleneklerin fiilen ilga edilmesi “toplum mühendisliğinin sonu” olarak sunuluyor ancak bunların yerlerini bunlardan da sert, ayrımcı başka dayatmalar alıyor. Kutlu Doğum Haftası’nın okullarda resmi olarak kutlanması değil sadece. Cami ve Din Görevlileri Haftası’nda çocuklar okullardan alınarak camilere götürülüyor. Milli Eğitim gençler için umre organizasyonuna girişiyor.
Bu gelişmeler sadece içeriye yönelik bir tasarruf değil. Hobsbawm’a göre “geleneğin icadı”nın en önemli amaçlarından biri de çevrede yaşayan halklardan ayırt edilmektir. Bu açından Kutlu Doğum Haftası önemli bir işlevi yerine getiriyor. Zira böylesi bir dini hafta sadece Türkiye’de var. Bu sene kutlamalarda Başbakan Erdoğan İslam aleminin Kutlu Doğum Haftası’nı kutladı ancak bahsettiği İslam alemi içinde bu haftayı kutlayan tek ülke Türkiye. Bu açıdan bu hafta “milli” bir dini hafta olarak yerleştirilmekte. Deniz Baykal’dan aldığı bayrağı düşürmeyen Kemal Kılıçdaroğlu da belki de bu “milli” bilinçle, geleneğin Diyanet İşleri tarafından düzenlenen törenlerine iki yıldır katılıyor.
Protestanlaşma ve piyasalaşma mı?
Aslında adı üstünde bir gün olan doğum gününün bir haftaya yayılması Hıristiyanların Noel yortusuna alternatif bir hafta yaratılmaya çalışıldığı yorumlarının yapılmasına neden oluyor. Özellikle bu haftanın mucitlerinden Fethullah Gülen’in kimi ifadeleri bu yorumları destekliyor. Fethullah Gülen Ekim 1991’de Sızıntı dergisindeki yazısında şöyle diyor: “acaba bu Kutlu Doğum’u (…) daha içten ve daha ciddî olarak değerlendiremez miyiz? Hz. İsa ile alâkalı günler, halkı hıristiyan olsun-olmasın, hemen her ülkede âdetâ neş’e, sevinç kıyametleriyle kutlanır; (…) her tarafa O’nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. (…) dörtbir yan kandillerle süslenir; çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar…”
‘Çarşı pazar’ı coşturan bir hafta tasavvuru, doğal olarak “neoliberal İslam” veya “İslam’ın Protestanlaştırılması” tartışmalarını da alevlendiriyor. Hıristiyan dinin, kapitalizmle uyumlulaştırılması sürecinin ürünü olan Protestanlık gibi, İslam’ın da kapitalist gelişmeye paralel olarak yaşadığı dönüşümün bir yansıması olarak Kutlu Doğum Haftası örnek veriliyor.
Dini yayınevlerinin yanı sıra kimi marketler bile Kutlu Doğum Haftası’na özel indirim kampanyaları ile satışlarını arttırmaya çalışıyor. Umre turları, milyonlarca gül, kitap, kent merkezlerindeki çadırlar, dört bir yanı saran afişler, pankartlar, şaşalı organizasyonlar için harcanan paralar piyasaya can katıyor. Kutlu Doğum Haftası’nda çocuklara hediyeler alınmasının onlarda peygamber sevgisini arttıracağı nasihat edilerek tüketim kışkırtılıyor. Henüz Hıristiyanlığın Noel’i düzeyine ulaşmasa da murat edilenin piyasalara can vermek olduğu Gülen “hocaefendi”nin sözlerinden anlaşılıyor. “O’nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. (…); çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar..”
İçeriden’ de itirazlar var
Aslına bakılırsa konu İslamcı/muhafazakar kesimlerin de tamamının içine sinmiş değil. Gülen cemaatinin başını çektiği Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, iktidar desteğiyle birçok tarikatın da katılmasıyla büyüse de hala bazıları için bu hafta tartışmalı bir “bi’dat” (yenilik) olarak görülüyor. İslamcı şair İsmet Özel, Kutlu Doğum Haftası’nı ve hatta mevlit geleneğini, Hıristiyanlıktaki gibi yortuları bulunmayan İslam’ın Protestanlaşması süreci olarak görüyor. İslamcı Cafcaf dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Kasım Gültekin de bu haftayı olumlu bulsa da konuya dair tereddütlerini gizlemiyor ve İsmet Özel’in bu değerlendirmesini “yabana atmamak lazım” diyor. Gültekin, Kutlu Doğum’da “Hıristiyani bir yan” gördüğünü söylüyor. Yine aynı çevreden yazar Zeki Bulduk da “27 Nisan’a yanıt” olarak bu haftayı desteklerken “Lutheryen” (Protestan) bir hal gördüğünü de itiraf ediyor, cemaat.com yazarı Fatih Bilge ise Kutlu Doğum Haftası’nı resmi bir kutlama olarak daha uzak gördüğünü şöyle anlatıyor: “Kandil denildiğinde ‘hacı amcalar’ zihnimde beliriyor. Kutlu doğum haftası denildiğinde kravatlı, takım elbiseli insanlar. (…) Ayrıca az önce google’dan baktım, Mevlid Kandili 412.000 defa, Kutlu Doğum Haftası 1.890.000 defa geçiyor. Bu da kutlu doğumun yaygınlaştırılmaya çalışılmasıdır diye düşünüyorum.”
Muhafazakar/İslamcı kesimin internetteki buluşma noktalarından İHL sözlük gibi tartışma platformlarında Kutlu Doğum Haftası’nın şöyle gerekçelerle eleştirildiği görülüyor: “Peygamber efendimizi gül ile maddileştirip, sembolleştirme hatası”, “Muhammed peygamberi İsa peygambere benzetme çabaları” ve “doğum günü kutlamasının İslam’da olmaması”, “Diyaneti işgal etmiş olan nurcuların işi”…
Bu kadar tartışmalı bir hafta ‘yukarıdan aşağıya’ topluma benimsetiliyor. Ana muhalefet partisi kitlelere ulaşma adına devlet tarafından icat edilen bir geleneği destekliyor. Buna karşı itirazlar ise “ne güzel eski bayramlarımız vardı” ekseninde sıkışıyor ve yaşananları açıklamakta yetersiz kalıyor. Diğer taraftan, baştan aşağı piyasacı, otoriter, dayatmacı ve dışlatıcı yeni bir resmi ideoloji, yeni geleneklerini de yaratarak toplumun dokularına yayılmaya çalışılırken “eski de beterdi” diye susmaya ve onaylamaya davet edenler, iktidarın kürsülerinden bizi yanlarına çağırıyor. O tarafın gittiği yer belli. İhtiyacımız olan daha yaratıcı ve cüretkar bir yol…