Mayıs sonunda bu köşede “Yunanistan Temsilî Demokrasinin Tuzağında” başlıklı bir yazı yayımlandı; komşumuzun 17 Haziran seçimlerine gidişi gözden geçirildi; Syriza’nın “kemer sıkmaya hayır!” platformunun uzantıları tartışıldı.
Yazıdaki iki vurgulamayı hatırlatmak istiyorum.
Birincisi, AB’nin güç odakları, seçimlerin Yunanistan’ın Avro Bölgesi üyeliğini belirleyecek bir referandum olduğunu ısrarla vurguladılar ve Yunan seçmenlerini açık bir şantajla karşı karıya bıraktılar: “Seçim sonuçlarını bekliyoruz. Syriza iktidara gelirse, Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB’nin) Yunan bankalarına desteğini keseriz. Mevduat karşılıksız hale gelir; bankalarınız çöker…”
İkinci olarak bu şantajın etkileri üzerinde duruluyordu: “Avro’dan çıkış, orta sınıflar için bir kâbus senaryosu olarak sunuluyor. Syriza da bu nedenle avro’ya bağlılığını ısrarla vurguluyor.”
***
Sonrasına gelelim: AB’nin kodamanları ve finans çevreleri, seçimlere utanmazca müdahale etmeyi sürdürdüler; şantajın dozunu artırdılar. Örneğin, AB, AMB ve IMF’nin (kısacası “Troyka”nın) Yunanistan için örneğin kredi faizlerini aşağı çeken bir “kolaylaştırma paketi” hazırlamakta olduğunu; ancak bu seçeneğin sadece Yeni Demokrasi Partisi’nin (YDP’nin) hükümeti kurması halinde gündeme geleceğini basına sızdırdılar. (Financial Times, 14 Haziran).
Büyük Batı medyası da “Troyka” çevrelerine ayak uydurdu. Seçim programının bir ayağını “avro’dan çıkmayacağız” öğesi üzerinde oluşturan Syriza üzerindeki bilgi kirliliği öylesine yoğunlaştı ki, Atina Üniversitesi profesörlerinden Yanis Varoufakis, 17 Haziran’da “BBC’ye ve Uluslararası Medyaya Seçim Gününde Bir Mesaj” başlıklı bir açık mektup yayımlamak zorunda kaldı. Aktaralım:
“BBC ile uluslararası TV ve radyo muhabirlerinden oluşan bir güruh, elbirliğiyle kaba bir saptırma yapıyorlar. Onlara göre bugün Yunan halkı ‘Sağduyu’ ile ‘Sorumsuzluk’ arasında; avro’da kalmak ile avro’dan çıkma fantazisi arasında bir tercih yapmaktadır. (Sağduyu ile kastettikleri, YDP’dir.)”
“Bu söylenenler gerçeğe saldırıdır. Bir kere Yunanlılar avro’da kalıp kalmamayı oylamıyorlar. Avro Bölgesi’nde kalmayı mümkün kılacak iki farklı program arasında bir oylama yapıyorlar. Bunlardan birisi, kurulu düzenin ıskartaya çıkmış yaklaşımıdır; buna göre, avro’da kalmak için Troyka ne derse harfiyen yapılmalıdir. Diğeri ise Syriza’nın seçeneğidir. Buna göre, söylenenlere harfiyen itaat, Yunanistan’ın toplumsal ekonomisinin ayakta kalan öğelerini de çökertecek; Avro Bölgesi’nden iflas yoluyla çıkmamıza yol açacaktır. Bunu önlemek için ciddi bir pazarlık sürecini başlatmak gerekmektedir.”
Sonuçta, AB kodamanlarının, finans çevrelerinin ve (medya üzerindeki tekelci etkilerini kullanan) büyük sermayenin şantajı, kısmen başarıyla sonuçlandı. Yunan halkının yarısından fazlası (yüzde 51.2’si) “Troyka’ya teslimiyete hayır” diyen partilere oy verdi; ama Samaras’ın YDP’si seçimlerden (yüzde 2.8’lik bir farkla da olsa) birinci olarak çıktı. Seçim sisteminin birinci partiye “açıktan” elli milletvekili amağan etmesi sayesinde, YDP, (Varoufakis’in ifadesiyle “dejenere sosyalist”) PASOK’un ve “liberal sol” DİMAR’ın katılımıyla hükümeti kurdu. Yunanistan, böylece, bir kez daha “Troyka”nın güdümüne girdi.
***
Peki, seçim öncesinde “AB çevreleri”nden medyaya sızdırılan haberler gerçekleşecek mi? Yani, “Troyka” Samaras’ı ödüllendirecek mi?
AB’nin esasen sembolik olan “ödül vaatleri” tutulabilir; ama fazla “kıymet-i harbiyesi” yoktur. Merkel ise, ilke olarak ödünsüzdür: “Önceki yükümlülüklerinizi harfiyen uygulayacaksınız…” Üstelik, Samaras hükümetinin 16 milyar avro’luk ek bir kredi için Troyka’ya avuç açacağı da söyleniyor. Bu tür ek destekler olası görünmüyor; zira Merkel, ülkesi içinde sıkışmaktadır: Alman Anayasa Mahkemesi, Temmuz’da yürürlüğe girecek olan (ve ESM diye bilinen) kurtarma mekanizmasının Anayasa’ya uygunluğunu tartışmaya başladı; Malî Birlik Anlaşması ile ESM henüz parlamento onayından geçmedi ve kırk saygın Alman iktisatçısı, ülkelerinin avro’dan çıkmasını isteyen bir açık mektup kaleme aldı.
Aslında, Samaras hükümetine yapılacak olan en önemli “armağan”, AMB’nin Âcil Likidite Yardımı diye bilinen (ve Yunan bankalarına dönük) fon akımlarının devamıdır. Bu katkı sayesinde, Yunanlılar bankamatiklerden para çekmeyi sürdürebilecekler; “mevduata saldırı” son bulacak; avro’dan çıkış (şimdilik) ertelenecektir.
Syriza’nın “borçları ödemeyeceğiz; avro’dan da çıkmayacağız” programı, finans kapitalin hegemonyasına karşı bir başkaldırıdır. Ve bu programla iktidara gelen bir Syriza ile AB’nin pazarlığa oturması, beklenemezdi. “Yılanın (yani başkaldırı girişimlerinin) başı küçükken ezilmeliydi.” Varoufakis, iyimser öngörüsünde yanılıyor. AB’nin Syriza iktidarına karşı olası tepkisi peşinen belirtilmişti: AMB’den Yunan bankalarına dönük avro akımının kesilmesi… Yunanistan kriz ortamında milli gelirinin yüzde 10’u (30 milyar dolar) civarında cari açık vermektedir. Borçların ödenmesi durdurulsa bile, AMB’nin muslukları tıkaması rafları boşaltacak; sıradan Yunanlıları, tüketicileri, kiracıları, ev sahiplerini, tüm şirketleri, bankaları ağır bir likidite krizine sürükleyecek; drahmi’ye dönüş kaçınılmaz olacaktı.
Yakın geçmişte hem dış borç ödemelerini durduran, hem de büyümeyi sürdürebilen örnekler vardır: Rusya, Ekvator ve Arjantin… Ancak, bunlar (Yunanistan’ın aksine) normal yıllarda cari fazla verebilen; güçlü ihracat tabanı olan; petrole, ham maddelere dayanan ekonomilerdir.
Bu deneyimler, AB ile çatışarak drahmi’ye dönmek zorunda kalan bir Yunanistan senaryosuna örnek oluşturamaz. Yunan Solu, “drahmi’ye dönme” seçeneğini açıkça Yunan halkına sunarak iktidara gelseydi, iki ayaklı bir kriz yönetimi uygulamak durumunda kalacaktı: Uluslararası dayanışma kanallarını sonuna kadar harekete getirerek AB/IMF dışında dış finansman seçeneklerini oluşturmak; ülke içinde ise kararlı bir sınıfsal dayanışma, direnme, mücadele çizgisi izlemek…
Syriza ise seçim stratejisinde Avrupa ve Avro tutkunu kalabalık orta sınıfları ürkütmekten kaçındı. Bu yaklaşım, Syriza’ya değil, Yunan Sağı’na yaradı. Belki Syriza için de iyi oldu. “Borçları ödemeyeceğiz; avro’dan da çıkmayacağız” programının tıkanması, Yunanistan’ı daha da ağır ekonomik çalkantılara sürükleyecekti. AB patronlarının “başka seçenek yok” tezinin haklı çıkması, sadece Yunanistan’da değil, tüm Avrupa’da ilerici güçlerin yenilgisi anlamına gelecekti.