Rigas’ın anayasası sonrası yansımalar büyük olur ama şansızlıklar da Rigas’ın peşini bırakmaz:
“Bu devrimci “Anayasa”, Viyana’dan Trieste’ye sandıklar içinde, sözde bir ticaret malı olarak ulaştırıldı; peşlerinden de Rigas gitti (19 Aralık 1797).Bildiriler basımevi sahibi olan bir Yunalıya gönderilmişti. Ancak ilgili mektup, olan bitenden haberi olan Koronios’un eline değil, yanlışlıkla “işin” içinde olmayan ortağı Dimitrios Oikonomou’nun eline geçti. O da olayı Avusturya polisine ihbar etti. Avusturya yönetimi yayınlara el koydu, Rigas’ı tutukladı ve sorguladı. “Komplo hazırlayanlar” Viyana’da da tutuklandı. Rigas kendini öldürmeye çalıştı; zamanın polis raporuna göre; elleri bağlı olmakla birlikte, ele geçirdiği sivri bir aleti battaniyesinin altında saklayarak kalbine batırmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Bir süre tedavi gördü.Avusturya içinde; Viyana, Trieste, Peşte ve Semlino’da Yunanlılar arasında tutuklamalar devam etti. Rigas iki ay sorgulandı. Avusturya polisinin sorgulama raporlarına göre, Rigas’ın planı hemen Mani’ye (Güney Mora) geçip devrimi orada başlatmaktı. Bütün Mora Osmanlı yönetiminden kurtarıldıktan sonra Erpir’e geçilecek, Sulililer ile (Solyotlar) bir olunup Makedonya, Arnavutluk ve sonra da genel bir ayaklanma ile kalan alanlar kurtarılacaktı. Avusturya polisinin eline geçen evrak arasında, Rigas’ın o sıralarda İyalya’da savaşmakta olan Napolyon’a göndermek üzere yazdığı bir mektup da vardı. Mektupta komutandan, özgürlüğüne ulaşması için Yunanistan’a yardım etmesi ,steniyordu. O yıllarda böyle bir beklenti gündemdeydi. 1797 yılının Mayıs ayında bin yıllık Venedik Krallığı’na son verilmiş, bir ay sonra da Korfu Adası’na giren Fransız askerleri “özgürlük”ü gündeme getirmişti.
Sonunda Osmanlı uyruklu olan, aralarında Rigas’ın da bulunduğu sekiz “suçlu”nun Osmanlı yönetimine teslim edilmesine karar verildi. Sorgulama tutanaklarını incelemiş olan kimi tarihçilere göre, bu olay Avusturya’nın sivil mahkemelerinde görülmüş olsaydı, tutuklanmış olan devrimci demokratların “cinayet”i –eylem polis tarafından böyle değerlendirilmişti- cezasız kalacaktı. İdari bir kararla sekiz devrimci 10 Mayıs 1798 tarihinde Belgrad’da Osmanlı yönetimine teslim edildiler. Rigas ve arkadaşları, kesin olmayan bilgilere göre, kırk gün işkence edildikten sonra, İstanbul’dan gelen fermana uyularak öldürüldü. Söylentiye göre, kementle boğulmuşlar ve cesetleri Tuna’ya atılmıştır. Yaygın inanca göre, işkence süresinde Rigas, davasına inanmış bir kimsenin yürekliliğini göstermiştir”.
“Aydınlanma ve Fransız Devrimi rüzgarlarının öncelikle Osmanlı gayrı-müslimlerini etkilemesi de açıklanabilir bir durumdur. Osmanlılarda burjuva sınıfı, “kent ve özellikle ticaret burjuvazisi İslam’a yabancıydı: Bunlar Ermeniler, Yahudiler, Yunanlılardı…”: “Günlük ticaret Arap, Ermeni, Yahudi, Hintli ve Yunanlı tacirler (son kategori, gerçek Yunanlıdan başka Makedon/Romenleri, Bulgarları ve Sırpları da içermektedir), hatta Türk tacirler tarafından yürütülürdü; ama genel olarak sonuncular ticareti pek çekici bulmazlardı.”(Braudel: 1982,727 ve 1989,481-482).
Bu “yeni” burjuvaların Batı’daki gelişmeleri frenleyen bir düzenin kısıtlamalarının yanı sıra etnik ve dinsel bir sınırlama içinde oldukları da düşünüldüğünde, çıkış yolu aramakta öncü olmaları anlaşılır hale gelmektedir.
Rigas’ın “ulusçuluk” kuramının özellikle Yunan ulusçuluğu açısından ele alınması da gerekir çünkü ancak o zaman Rigas etraflı bir biçimde anlaşılabilir. Rigas’ta görülen ulusçuluk, “dogma” ya da “filizlenme” aşamasında olan bir ulusçuluktur. Bağımsız ulusal devlet anlayışı henüz tam oturmamıştır.
Zaten o yıllarda böyle sorun dünya gündeminde de önem kazanmamıştı. 1789 ve 1793 Fransız İnsan Hakları Bildirgesi’nde “halkların bağımsızlığı” konusuna hemen hiç değinilmez. Rigas’ın ölümünden 10-20 yıl kadar sonra yaygınlık kazanmaya başlayan “bağımsız devlet ulusçuluğu” o yıllarda henüz netlik kazanmamıştı. Rigas’ta din ve dil birliğine dayalı “üniter” devlet kavramı da görülmüyor, devlet içinde farklı diller konuşan toplulukların bulunması doğal karşılanıyor. Yunan dilinin “egemenliği”nin ulusal devletlerde olduğu gibi, egemen ulusun dili olarak doğal bir uygulama şeklinde değil, “kolay anlaşılan” bir dil olarak sunulması bile, Rigas’ın ulusçuluk alanında henüz emekleme aşamasında olduğunu gösteren bir başka unsurdur.
Rigas’ın “ulusçuluk” açısından değerlendirilmesi özellikle kuramsal açıdan büyük önem taşımakla birlikte, ayrı ve geniş inceleme konusudur. Böyle bir incelemeden elde edilecek sonuçlar yalnız Yunan ulusçuluğuna değil, bütün Balkan ülkelerindeki ulusçuluk “yasalarına” ışık tutacaktır. Burada bu konuya girmeyeceğiz. Burada, Rigas’ın politik eyleminin, zamanında Avrupa’yı da saran ideolojilk mücadelenin etkisinde kalmış bir monarşi-demokrasi (cumhuriyet) mücadelesi olduğunu tekrarlayalım.
Rigas’ın temel düşmanı, “sultanın istibdadıdır” Yandaşları ise, oldukça açık bir biçimde, etnik fark gözetilmeksizin tüm halk kitleleridir. Anayasa üzerinde yapılan dikkatli bir inceleme, Fransız Anayasası’yla tam bir paralellik içerdiğini, temel anlayışın monarşik rejime karşı halkçı, “demokratik” bir rejim kurmak olduğunu ve belli başlı farkın, “Fransız” sözcüğü yerine, Osmanlı gerçeği göz önüne alınarak “Yunan, Arnavut, Türk vb.” Sözcüklerinin kullanılması olduğunu göstermektedir.
Eğer bu değerlendirme genelde doğruysa, şu da söylenebilir: Rigas’ın örgütlediği ayaklanma, bu günkü Yunanistan toprakları üzerinde ulusal bir devlet kurmayı amaçlayan bir eyleme yönelik değildi. Amaç, Fransız devrimi paralelinde, “Bosna’dan Arabistan’a” yayılacak ve tüm halkları içerecek sosyal, demokratik bir burjuva devrimiydi.
Osmanlı devleti içinde temel toplumsal değişiklikler amaçlayan bir devrim girişiminin başlamış olmasının Osmanlı toplumu ve tarihi açısından önemi hemen anlaşılabilir. Böyle bir devrimi gerçekleştirebilecek güçlerin varlığının yok sayılmış olması, toplumsal ayaklanmaların, sonradan aluşturulan değerlendirmelerle genelde “ulusal” ayaklanmalar olarak algılanmış olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Osmanlı Devleti içinde Batı tipi burjuva hareketlerinin varlığının saptanması ise, Osmanlı toplumu tarihine-farklı ve ulusçu bir bakış açısıyla-yeni bir değerlendirme kazandırabilir. Örneğin Rigas monarşik yönetime karşı çıkmış, cumhuriyeti savunmuş ilk Osmanlı aydını olarak algılanabilir ve Osmanlı toplumunun da bir burjuva devrimi potansiyeli taşıdığı düşünülebilir.
Rigas belki de erken değil, ilk öten horozdu. Uyanmak istemeyenlerin çoğunlukta olması da ayrı bir konudur. Ama Rigas’ı anlamak için yapılması gereken, Anayasa’sını yayımladığı zaman kimlerin paniğe kapılıp ona karşı çıktıklarına bakmaktır. Rigas’a karşı çıkanların bir değerlendirmesi de, ki bunlar gene Rum toplumu içindeki “tutucu” güçlerdi, Rigas’ı daha anlaşılır kılacaktır”.
BİR DEMOKRATİK CUMHURİYETÇİ DAHA TEVFİK FİKRET…
Osmanlı aydınlarından olan Tevfik Fikret de yaklaşık bir 200 yıl sonra Rigas gibi Fransız İhtilalinden etkilenmişti.”Vatanım yeryüzü, milletim insanlık” sloganına hayatı boyunca bağlanmış , bu slogan ve ilke için hem görevini hem de Osmanlı vatandaşlığını kaybetmeyi göze almıştı. Padişahlığa ve istibdada ve aynı zamanda İttihad ve Terakki’nin Pan Türkizm politikalarına açıkça cephe almıştı. Bu yüzden hayatı boyunca ölene kadar devamlı çekiştirildi, hatta bu yüzden toplumla da arası çok açıldı. Tüm insanların ulusal sınırlar olmadan birarada kardeşçe yaşayacağına inanıyordu. Bu ilkesini eserlerinde devamlı yansıtmaya çalıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde yetişmiş devrimci ve hümanist bir şairdi. Servet-i Fünun Edebiyat Topluluğu’nun lideriydi. Fikirleri, devrin aydınlarını etkilemiştir. Çağına göre ilerici düşünceleri nedeniyle yaşadığı zaman dilimini sonraki dönemlere bağlayan bir isim olmuştur. Türk edebiyatının batılılaşmasında büyük pay sahibi bir şairdir. Manzum öykü biçiminde kaleme aldığı eserlerinde aruzu başarıyla kullanıp konuşma diline yaklaştırmıştı. Türk edebiyatındaki ilk çocuk şiir kitabı Şermin’in yazarıdır. Çok başarılı bir öğretmen olan ve ömrünün sonuna kadar öğretmenlik mesleğini sürdüren Tevfik Fikret, Ocak 1909’dan itibaren bir buçuk yıl süreyle Mekteb-i Sultani’nin müdürü olarak görev yapmış ve okulun efsanevi müdürü olarak ünlenmiştir.
Tevfik Fikret; özgürlük, devrim, hak ve insanlık şairidir. Şiirlerinde, sağlam bir nesir yapısı; kendinden önceki şairlerde görülmeyen iç ve dış yenilikler; toplumsal ko¬nular; biçim, kafiye serbestliği; ustalıklı bir aruz görülür.
Türk şiirinde insan, bilim, fen, teknik sevgisi onunla gelişir. Türk şiirini iç gözlemden dış gözleme, mistisizm¬den dinamizme kaydırır. Türk edebiyatının Batılılaşma¬sı hareketinde bir dönüm noktası olan Servet-i Fünûn akımının en önemli şairi Tevfik Fikret’tir. O, “Yerinde kullanılmak koşuluyla her kelimenin ayrı bir kuvveti, ayrı bir tabiatı, ruhu vardır, Halka bildirmek ve anlatmak için yazdığımız makalelerde en basit, en açık kelimele¬ri tercih edelim. Ancak diğerlerini de yeri geldikçe edebi zevkle ihtiyaç oldukça yazmak için saklayalım.” görüşündedir.
Usta şair, aruzu, Türkçenin söyleniş ahengini bozma¬dan başarıyla kullanmış, anlamı birden çok beyitte ta-mamlayarak şiire konuşma dilini getirmiştir. Ayrıca şii¬rin konu alanını tamamen genişletmiş, bir söz kompo-zisyonu, sağlam, ahenkli bir şiir dili meydana getirmiş¬tir. Şiirimize getirdiği yeniliklerle geleneksel olmaktan kurtulmuştur.
Tevfik Fikret’te mısra hâkimiyeti yoktur, cümleler, mısralara hâkimdir.
Cümleler, akışa göre nerede bitmeleri gerekirse orada biter. Böylelikle bir cümleden birkaç mısra kurulabildi¬ği gibi, cümlelerin sonu da mısranın herhangi bir yeri¬ne denk gelebilir.
O, Divan edebiyatıyla bütün bağlarını koparmış, şiirle¬rinde hem öz bakımından Batı edebiyatının, özellikle Fransız edebiyatında parnasyen adı verilen şairlerin etkisi altında, gözleme dayanan, kişisel duygular yeri-ne dışarıda görülenleri anlatan, biçim kusursuzluğuna önem veren şiirler yazmıştır.
Tevrik Fikret, sanatı yalnız güzelliğin peşi sıra koşmak¬tan kurtarmış, bir topluluğu kuran bütün bireylerin or-taklaşa hayatlarıyla ilgili bir gayeye yöneltmiştir. Bunun içindir ki memleketin haklarını, hayatını, düzenini tehli¬keye düşüren her türlü siyasal ve sosyal baskıların, bağnazlığını, cehaletin, ahlaksızlığını karşısında dur¬muş, 1901’de Servet-i Fünûn dergisinden ayrıldıktan sonra sanatını tamamıyla toplumun hizmetine vermiştir.
Osmanlı topraklarında bulunan tüm insanların birliğine inandığı için bu düşünceleri oldukça tepki çekti. Zaman zaman mesleğinden de uzaklaştırıldı. Aynı topraklarda yaşayan Ermeniler ve diğer ulusal topluluklar dahil işkence ve eziyet çekmelerine karşıydı. O, onları da kardeş görüyordu. Bu yüzden hep yalnız kaldı. Rigas ve Tevfik Fikret gibi düşünenler elbette Fransız İhtilali’nin saptırılması ve ulusal sınırların çizilmesiyle arkadan vurulan devrimci demokratlardı. Eğer onlar fazla olsaydı muhakkak bugünkü insanlığın kaderi de dünyanın durumu da farklı olacaktı.
Not:Bu yazı Herkül Milas’ın Toplumsal Tarih Dergisindeki (151,Temmuz 2006) “Velestinli Rigas” adlı yazısı ve Google’dan da yararlanarak hazırlanmıştır.
-BİTTİ-