Genelde hepimiz şu kolay yanılgıya düşeriz: istenilen konular istenildiği gibi algılatılıp konuşturulur. Sistem bunu yaparken poletikacısıyla, medyasıyla ve başarıldığı kadar öğretisiyle sağlar. Bize istenileni algılatılarak onun çizdiği eksende konuşturur, tartıştırır ve hatta gelecek hedefini belirler. Düşünmeden salt algılatına öğretilenle bizlerde takılıp çizilen muhalif merkez ekseninde oturup gündem içinde savrulup gideriz.Kuzey Kıbrıs gibi yapılarda zaten işbirlikcilikten çizilen dar alan koşulalrında bu oyun çok güzel kurgulanıp yerleşti. Sistemin özüne karşın, sanki olgu yokmuşcasına tekileştirilerek daraltılarak ve yalanlarla doldurularak öylesi kurallarla konuşturma hep yapılıyor. Hatta bir çok olayda olduğu gibi adamına göre yerin durumuna bakarak kavram konuşturulur veya hasıraltı edilerek bunlar günceleşir. Bu haftaki makalemi bu yanlışlarla nasıl örüldüğümüzü yeniden olaylarla anlatacam.
Çokca konuşturulan basit ama can yakıcı son günlerin olaylarından başlayalım: Yangınların artışı ve zararları artık yatsınamaz: Ama yatsınmayacak başka gerçek ise konuşturulma yelpazesi olmaktadır. Verilen zarar ile “Helikopter” eksikliğ durmadan vurgulanır. Buna duygusal sözcüklerle “ciğer yanışı” eklenerek konu gündeme düşürtülür. Olayın geriye kalan taşları konulmadığı için olay güncel ve sınırlarla duvarlar içinde kalır. Ekolojik bozulmanın iklimlerin darmadağın olması etkisi pek konuşturulmaz. Çünkü konuşturulursa o zaman sistemin sorgulanmasına, sınıfsal sömürü gerçeği karşımıza gelir ki istenmeden olay değişimle siaysal sorgulamaya gelinir. Yine onca yangın gördük ve önemli katletmeler oluştu. Anımsayın eski Beşparmaklar yangınlarını veya son olanları! Hiç nedenleri duyuldumu? Bunları yaratan etkenler sorgulandımı! Örnek; Karavadaki son yangında neden yerleşim yerlerine kimyasal madelerin olduğu depolamanın yapıldığı soruldumu? Elbet sorulsaydı en basit gerçek ortaya çıkacaktı: Adamına göre karar ile kişilere yakın olmaya göre yasaları uygulayan siaysetin kurumsal durumuyla yüzleşecektir. Helle onca savurganlıkta yapılan tercihlerin yanlışları bolca ortaya çıkacaktı. Bundan dolayı her olguyu istenilen ve sistemi sorgulamayan şekliyle algılamak şart.
Ayni olayı salt bir olguda değil genelde hep raslarız: Daha çirkini kayırmanın kendisini buluruz. Birkaç satıcı kulanıcı uyuşturucusu yakalanırken, hiç uyuşturucu baronları veya bunun kurumsal gerçeğini hiç duymayız. Hatta konu deşilip yukarıya gidilme aşamasına gelince “aman susun” tehdit korkutma davranışarla engelenirsiniz. Sahi bolca mahşete çekilip bir kişi yakalanıp sora suçsuz olduğu ortaya çıkan Mağusadaki dıştan gönderilen uyuşturucu olayı ne oldu? Çünkü olay buraya kadar dendi.Ayni durum tecavüz taciz olaylarında aynen değimli? Sıradan insanlar yapınca mahşetten düşmezken, birilerine gelince haberi yapılmaktan kaçınılan ve sorgusu olmayan noktaya gelir. Hahta içi bunu yeniden yaşadık. Bunlar olup giderken işimiz yolunda: 20 Temuz geliyor. İş hamasete yağa dönüyor. Kandırma ve yalakanın resmileşmiş şekli ana yollarda boyanarak yapılıyor. Ama çekilecek nutuklar oldukça önemli:
Kimine öfkesini kimine yağını döktüren açıklama bizat Beşir Atalay tarafından yapıldı.Atalay resmen Kuzey Kıbrıs aynasının renklerini ortaya koydu. Hedeflerini çizdi. Kendine göre doğru yanlışı vurguladı. Elbet var olan gerçeklerle Kuzey Kıbrısın ne olduğunu haykırdı. Örgütsüzleştirme ve yörenin resmen yeniden kendine has ayarlanmasıdır. Elbet söyledikerine tepki koymak başka, ama olanları yansıtma başka ayraca konulmalıdır. Örgütsüzleştirme ve ilhak sürecine karşı çıkma doğruyken, Atalayın gelecek Kıbrıs hedefini söylemesi de odenli doğrudur. Onun siaysal hedefi budur. Buna yalan çekerek pay almanın hesapcıları gibi görmemezlikten gelmemek gerekir.
Konu madem 20 Temuza geldi; Kısa bir tarihi bilgi ekleyelim: Yalnız yine tekrar edecem: Bize resmi tarih anlatılırken yaşananları değil günümüz siaysetinin çıkarına yönelik bilgi verilmektedir. Dinlediğimiz ve hamasetle iyice doldurulan nutuklar güncel siaysete yönelik olduğu için elbet konuşturulan tarih değil günümüz oluyor.
1974 Temuz olayları yaşanırken hep konu ben öteki çizgisine hapsedildi. Hiç emperyalist gerçek, yeniden sömürgeleşme konulmaz. Hatta ilgili dönemde yaşanılanların önemli kısmı yok sayılıyor. Böylelikle günümüzde konuşulan Kuzey Kıbrıs yapısıyla geşmiş yazılıyor. 20 Temuz ve sorası olanlarla ardından başta B.M. kararları ve belirli anlaşmalar oldu. Bu kararların hiçbiri uygulanmadı. Ama Konuşurken hep “B.M. kararları” denilir. Yine öylesi sanal anlatılar olur ki sanki gelişmeler hep Rumların tetiklemesiyle olduğu anlatılır. İlgili tarihte olmayan ama hamasetleştirilip anlatılan çatışmalar katliyamlarla konu değişkenleştirilir. Birkaç olguyu yazalım:
Yapılan 15 Temuz darbesi sorası ilk başta Denktaşından Türkiyenin B.M. temsilcisi Osman Olcay, olayın Rumların içişleri olduğunu söylediler. Ecevit Kalahan görüşmesinden sora söylem dönüp adaya Türkiye İngiltere birlikte değil, Türkiyenin tek başına müdahale etme haberleri birden yayıldı. Dikat; Kimsenin söylemekten kaçındığı Amerikan yetkilisi Sisgo Ankarada bulunuyordu. Yine ayni tarihlerde Yeşil kuşak projeside geliştiriliyordu. Son bir not: Olaydan önceki aylarda senenin başında Türkiye Genelkurmay başkanı Sancar özelikle gizli ödeneğin artırılması Özel Harp dayresi miktarının çoğaltılmasını teklif ediyordu.
Açılan Kıbrıs ve Yunanistandaki darbe ve sorası dosyalarda şu bilgielr uçuşuyordu. Yunan cuntası ve Kıbrısdaki temsilcileri Amerikaya gelmekte olan gemileri söylerken, Amerika onlara “Bunlar Natonundur” yanıtını veriyordu. Hatta Yunanistan belgelerinde Amerikanın Yunanistana müdahale etiği taktirde Türkiyenin Meriçten Yunanistan içlerine gideceğini söyledi. Önce “yoktur” derken, sora “sizi işkal eder” ikili poletik oyun sahnelendi. Buna benzer Amerikan belgeleri odönemde uçuşması sonucu tepki duyan Rumlar Amerikan elçisini vurdular. Bunlar hep onutuldu. Bu konuda daha çok belge ilgili süreçte uçuştu. Özelikle kaybeden taraf elindeki belgelrle nasıl kandırıldığını açıkladı. Fakat yeniden yapılanan ilişkiler sonucu Yetmişler ortasında uçuşan bilgiler birden Seksenler başında kesildi. Boşaltılarak yavaş yavaş yeniden 2 tarafa sıkıştırıldı.
Yazmaya başladım ama kısa makalede bukadar olur. Onutmayalım; Konuyu sistemle ekonomiyle ve yapılanış kurumsalıkla düşünelim: Denktaş, Makariyos, irsen değil bunların sadece sistemin yaratığı kişiler olarak algılayalım. Bunlar olmasa başkası olurdu. Hani derdik ya Denktaş; Anımsayın Denktaş bitirildi Mehmedali efendi geldi. Peki sistemsel değişkenlik ne oldu. Sadece işbirlikci oynunda oynanan oyun figürleri kayganlaştı. Kendi aydınını jürnaleyen ondan saray rüyaları makam koltukları düşlenen ülkemizde elbet hep garibanın durumları konuşturulur. Buna da siaysal gerçeklik denilir. Bundan dolayı üretimi bitirilen, örgütsüz yaşamla daha kolay sömürgeleşmenin savunulması neden onlara göre yanlış olsun: Bu pastadan yiyenler elbet savunacaktır. Konu buna karşı olanların neden ayni noktada buluşmamasıdır.