Ülkemizin temel sorunlarından olan hukuk; adil olmak, adaletli olmak, şüpheli/sanık durumunda olan öznenin, suçlama yetersizliği/delil yetersizliği durumunda; delil yetersizliğinin sanıktan/özneden yana kullanılması gerekir ilkesi içerisinde ele alınması gerekirliliği, hukuk ilkelerinin bir zorunluluğu iken, hukuk bizde ne düşmektedir, düşürülmektedir.
Alan sorunlarının, yaşamalarının nizamnameleri olan kanunların toplamı TC hukuk sistemi var hale getirilirken, devleti topluma egemen kılma ana anlayışından hareket edilirken; istisna olmayacak kadar sık örneklerle yaşamda kendisine imkanlar bulan ihlal etme, çoğalarak devam etmektedir.
Özellikle “devletin bekası” üst başlığına sokulan suçlar ve isnatlar söz konusu olduğu zaman, kanun koyucu ve kanun uygulayıcısı yapılar kanunu ihlal etmekte, ılga etmekte kendilerini kayıtsız serbestlik içerisinde görmektedirler.
Hukuk kurulları; kendilerine gelen/getirilen sorunlarda kanunları evrensel hukuk ilkeleri çerçevesi içerisinde önlerindeki dosyaya/dosyalara uygulamaları gerekirken, özellikle; özgürlük, eşitlik, demokrasi kavramlarıyla örtüşen sorunlarda kanun uygulamaları, hukuk nosyonları bir kenara bırakılarak karar almaları devamlılık arz eden ihlallerinde ısrarlı devamlılık yaratmaktadırlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının iç hukuk kurallarının üstünde olacağına onay veren; Türkiye kanunlarının çağdışı kalmış hallerinin sakıncalarından korumak için, kendisini evrensel hukukla iç içe tutacak olan AİHM’nin ilke ve kararlarına kendisini bağlaması gerekirken, AİHM’ye yolculuğa çıkan dosya sayısının neredeyse AİHM’de ki toplam dosya sayısının yarıdan fazlasını oluşturması en temel sorunlardan bir tanesini açığa çıkarmaktadır.
Kanunları ve yorumlarını evrensel hukuk seviyesine çıkaramamak ve mahkemelerin kılı kırk yarma titizliğini uygulamayı bir tarafa bırakmayı bir kenara bırakalım, kanunlardan bile kendilerini azade etmeyi alışkanlık haline getirmiş durumdalar.
Mahkeme kararlarına baktığımız zaman toplumda oluşmaya başlayan algı; “görülen lüzum üzerine tutuklama, görülen lüzum üzerine cezalandırma ve görülen lüzum üzerine beraat” hızla oluşmaya başlamaktadır.
Evinde yapılan aramada, 19 çakmağın olması ve bunun 1 tanesinin yarım dolu olması, kalan 18 tanesinin de boş olması; İzmir Özel Yetki 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, bomba yapımında kullanılacak olan düzenek parçaları olarak değerlendirilip; duruşma savcısının “suç işlenmemiştir, suç işleneceğine dair somut kanıt bulunamadı” beraat talebine, İzmir İl Emniyet Müdürlüğü raporunda “19 çakmağın bomba düzeneği haline getirilmesi mümkün değildir” raporuna rağmen; adı geçen özel yetkili ceza mahkemesi sanığı suçlu bularak 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum eder.
Kapalı Çarşı’da patlatılan bomba suçlamasıyla suçlanan Pınar Selek; bomba uzmanlarının patlayan bomba değil, esnafın kullandığı tüptür raporlarına rağmen, ısrarla cezalandırılmaya çalışılması.
Dc. Bedrettin Cömert’in öldürülmesinde aktif katılımcı olarak yargılanan ve aldığı cezanın Yargıtay’da görüşülmesi sürecinde, İbrahim Çiftçi’nin Savunma Bakanlığından dosyanın istenmesi talebinden sonra, gelen dosyaya müteakiben sanığın beraat ettirilmesi.
Geçmişten hafızalarda kalan son iki örnek ve en taze “19 çakmak vakası” da göstermektedir ki; hukukumuz, hukuk anlayışımız ciddi bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır.
Mahkemelerin almış olduğu kararların yaratmış olduğu sonuçlarından bağışık olmalarının yaratmış olduğu bu handikaptan kurtulmanın pratik yollarının yaratılması bir zorunluluk olarak orta yerde durmaktadır.
AİHM’de Türkiye’nin cezalandırılması durumunda, dosyanın buraya taşınmasındaki kararlarda, kararın oluşmasına olumlu oy veren üyelerin; TC’nin ödemekle yükümlendirildiği para cezalarını olumlu oy kullanan mahkeme üyelerinden tahsil edilmesi kararının alınması durumunda, Cumhuriyet hukukunun Evrensel Hukuk Normlarından kopmasına engel olmaya bir yerden başlamış oluruz.
Hem yurttaş olarak bizden kesilen vergilerin çar-çur edilmesinde bir kalem de eksilme olmuş olur.