İnsanlarımızın durumdan memnun olmadığı tüm açıklığı ile ortada ama hükümet edenler ve onlara paket yollayıp nasıl hareket etmeleri gerektiğini söyleyenler protokole sadık kalarak bir şeyler yapmakla durumun düzeleceğini iddia etmeye devam ediyorlar.
Son olarak memnuniyetsizliklerini İngiltere’de hapsedilen Asil Nadir’i savunmamakla veya tam istedikleri gibi hareket etmemekle suçlayan yürüyüşle gösterdiler. Denebilir ki aslında hükümet de onlar gibi Asil’in suçsuz olduğunu iddia ettiğine göre ve Eroğlu dâhil protesto mesajı verdiklerine göre yürüyüş onların aleyhine değildi. Ancak demokratik olduğunu söyleyen ülkelerde hükümet sözünü tamam söylediği zaman yürüyüş olmaz. En azından yetersiz kalmalı ki halk yürüsün. Başka şeyler yapılmasının istemeseler insanlar sokaklarda yürümez.
Gene de yürüyenlere sorsanız birçoğu olmadı demez oldu der. Çünkü burası demokratik olmayan ve yabancı güçler karşısında boynu kıldan ince olan insanlar memleketi idare eder. İzledi iseniz eski cumhur reisi de yabancılar bastırırsa elbette boyun eğilir demişti. Hâlbuki demokratik ülkelerde halkın iradesine yabancılar da saygı gösterirler ve sorunlar karşılıklı saygı ve görüşmelerle çözülür ve taraflar rıza ile anlaşırlar. O zaman da boyun eğme değil rıza çözümü getirir. Buralarda ise en kahraman görünenlerse karşılarındakinin isteklerine rıza değil ancak boyun eğme ile karşılık verirler onun için de bastırırlarsa “boyun eğeriz tabii” derler. Veya kendileri kahraman olduğu için “boyun eğerler tabii” derler.
Yürüyüş tabii ki tam kendilerine göre oldu. Uluslararası kovuşturma konusu olan birisinin İngiltere gibi gelişmiş bir ülkede mahkûm olmasını kınarken İngiltere’nin Rumların siyasi oyunları dolayısıyla mahkûm edildi ve bu tüm Kıbrıslı Türklerin mahkûm edilmesidir diye konuştular. Çünkü gerçeklerle hiç kaşı kaşıya getirilmediler. Gerçekte uluslararası bir adli kovuşturma varsa onun konusu hallolunca değil onu sakladığı sürece bir toplumun ülkesi cezalandırılır. Geçen ay İngiltere’de vergiden milyonlar kaçırıp Kıbrıs’a gelip saklandığı söylenen kişi için polisimiz işbirliği yapmazsa kaçakları saklayan bir ülke durumu söz konusu olur ve ülkemiz cezalandırılır. Onun gibi yabancı caniler ve soyguncular da ülkemize sığındılar. Öyle bir ülke kaçakların sığınma yeri damgası yer ve tüm ticari ilişkilerinde artırılmış sigorta primleri, konsinye ticaret yapamama kısıtlaması ve peşin parayla alış veriş ve maliye bakanının çantayla para taşımaya ihtiyaç duyarız, Swift dediği şekilde para transferi yapamayız gibi masraflarla cezalandırılır. Ülke rekabet gücünü kaybeder ve hayat gereksiz yere pahalanır. Üreticiler de bundan kazık yer. Onlarsa kaçaklara sahip çıktılar.
Türkiye’ye götürülüp geri getirilerek aklanacak olan milyonların haberi bastırıldı ama ülkenin bir de para aklama merkezi olduğunu kanıtlandığına göre ve suçlular kovuşturuluyormuş gibi de yapılmadığına göre iyi bile idare ediyoruz.
Bu arada hava ulaşımı kontrolörleri sendikası “mesleklerinin uluslararası standartlara uymayan şekilde çalıştırılmalarını protesto etti ve grev günü ilan edip direniş göstereceğini söyledi. Ayakta olmayan esas emekçi kesimi örgütlü davranmaya yanaşmadığı için asgari ücret havada kaldı. Asgari ücret altında ve sosyal güvencesiz çalıştırılanlar da ayni şekilde gayri memnun olmaya devam ediyor.
Bu arada UBP kurultayına hazırlanıyor ve UBP içindeki hempalar menfaat kavgası için bol paralı şölenler yapıyorlar.
ULUSLARARASI CİNAİ KONULAR DAHA SIKI DENETLENMEYE BAŞLADI
Ne yazık ki bizim ahali hala dünyada ticaretin gelişmesi için suçlulara saklanacak yer bırakmamak isteyenlerin olduğunu ve buna yardımcı olmayanların cezalandırılacağını kabul etmiyor. Burada cinai işleri yapanların ceza görmeden dolaşması, ticari birçok suçun suç bile sayılmaması ve tanınmamış bir devlet olduğumuz için bundan yararlanmak marifet gibi görüldüğü için halk denetimi yoktur. Halk içteki tanıdık suçluların bile kovuşturulmamasını görerek susup oturuyor ve genel ahlaki durumumuz nedeniyle kandırma marifet sayılıp devletin kandıranlara engel olma görevi olduğunu idrak edemiyoruz.
Örneğin bir Suriyeliye kandırarak mal kakalayanın milli kahraman ve halkına yardım eden bir olarak alkışlanması normal oluyor. Hâlbuki geçen ay Çin bir vatandaşını Kıbrıs’ta Hristofias’ın danışmanına rüşvet derip bir ihale kazandığı yani eski Larnaka havalimanını uzun vadeli kiralayıp büyük bir ticari iş yapmaya kalmasına engel oldu. Çin Kıbrıslılara rüşvet verip kazıkladı diye yurttaşını durdurdu. Bu iş temizlensin ve aklansın yoksa para transferine izin vermem seni de cezalandırırım dedi.
Bu iş şimdi durdu ve Kıbrıs’ta ilgili kişinin kovuşturulmasının sonunu bekliyorlar.
Amerika’da Apple, Samsung’u telif haklarını ihlal etti diye dava etti ve suçlu buldu. Ayni haftada Güney Kore’de de hem Apple hem Samsung birbirlerinin haklarını ihlal ettiler diye mahkûm oldular. Güney Kore ABD’nin Apple’ı kayırdığını iddia etmedi.
ABD’de faizler için temel olarak kabul edilen libor oranını suiistimal ederek kredi vermeleri için kullandığı aracı bankalara haber vermeden yüksek faizler uygulamalarına neden olmak suretiyle müşterileri ve hatta aracı bankaları zarara sokmaktan takibe alındılar. Milyarlarca Dolar ceza soz konusu oldu ve bazı müdürler istifa etmek zorunda kaldılar.
Uluslararası krize kaynaklık eden banka ve finans kuruluşlarının paralarını güvenli olmayan yerlere risk alarak yatırdıkları için suçlu bulundular ve takiptedirler. Birçok yöneticinin takipte olduğu ve görevden alındıkları biliniyor. Hükümetler para onların kendileri bilirler demediler. Devlet merkezi veya yerel ticari hayatın dürüstçe ve rasyonel şekilde yürütülmesinden sorumludur ve tüketicileri daha doğrusu müşterileri koruyucu önlemleri almakla yükümlüdür.
Bizdeki yasalar da ayni kuralları haizdir. Ancak devlet işlememektedir. Şirketlerin parası en büyük ortağın parasından farksızdır. Müşteriyi korumak bir tarafa müşterilerin şikâyetlerini dinleyecek bir yer de yoktur. Onun için halk haklarının farkında bile değildir. Yasadışı faizlerle halkı soyan banka mahkemeye gittiğinde davayı kaybeder ve faizler düşürülür ama devlet böyle bir bankayı “nasıl bu işi yapabildin, başka kimlere yaptın” diye sorgulamaz. Bir bankayı şikâyet edene bir daha banka yardımcı olmaz diye korkutulanlar imzasız mektuplarla derdini gazetelere yazar; o kadar.
Bileşik faiz hala yürürlüktedir, faizler ve faizciler denetlenmez. Birileri bankalara görevlerini hatırlatıp kredi şirketlerini denetlemeyi istedi diye kızanlar oldu. Öyle ki bu soyguncu dizenin de bekçileri ortaya çıkmış. Kredi şirketi deyip otaya çıkanların yanında en az onlar kadar büyük hacimde tefecilik (borç para verenler) ise yasasına rağmen mukayyit uyarılıp kayda alınmadıktan sonra ileri bir adım atılamaz. Onun yerine borcunu ödeyemeyenlere silahlı tahsildarların kurşunları atılır.
Halka kredi kartı kazığı atıldı. Kolay borç almak kumar gibi bir hastalıktır, etrafı sardı. Kredi kartı borçlarına faiz ise şirketlere kalmış. Yakalanan bir daha paçayı kurtaramaz. Çekler yasası da insanları mahvetmek için birebir. Ödeneceği tarihten önce keşide edilen bir çek çek değildir kuralı eskide kaldı. Borcunu ödemeyene ceza verilmez, ödeme gücüne göre ödemeye devam ettikçe öder kuralı da İngiliz devrinde geldi idi; artık tarih oldu. Devlet bile ileriki tarihli çeklerle müteahhitlerini oyalamaya başladı. Hâlbuki maliye aylık raporlarla meclise bilgi vermek zorundadır. Demek ki olmayan parayı kullanıp meclisten habersiz işler kıvırıyor.
Bankalar, kredi şirketleri, tefeciler, karşılıksız çekler ve ileriki tarihli çeklerle alış veriş uyuşturucu tehlikesinden bin kat fazla yıkıcı oluyor. Devlet buna karşı gücünü kullanacağına bu düzenin devamını sağlamaya çalışıyor ve polisini de kullanıyor, hapishanesini de…