Her ne kadar bu makalenin başlığı böyle olsa da aklımıza ilk gelecek bu partideki ideolojik-siyasi kırılma anlaşılsa da, devletin önceliklerinde yaşanmaya başlayan değişimdir asl olan.
Parti, kökler olarak araştırılmaya başlandığında; kuruluş sürecinin toplumun ihtiyaçlarından kaynaklanan bir sürecin sonucu olmadığının duru halidir. O; TC’nin kuruluş süreci öncesinden İttihat ve Terakki’nin ikincil kadrolarının belirleyici olduğu ve Balkan kökenlilerin etkin olduğu ve fırka düzeyine gelmeden evvelki hal olan Anadolu ve Rumeli Mudafa-i Hukuk Cemiyeti halinin fırkalaşmasından partiye dönüştüğü haldir. Bu haliyle Osmanlı çözülüş dönemi ve TC’nin kuruluş dönemi sürecinin siyasetteki vücut bulmuş halidir.
Parti; devlet kadroları ile örülmüş ve devletin şekillendirilmesi sürecinde devleti yöneten kadroların toplumu örgütleme mekanizması karakterindedir. Devletin kuruluş ilkeleri partide siyaset yapma ilkeleri haline getirilerek altı ok şeklinde topluma kristalize bir hale getirilmiştir. Toplumun nabzını tutmak yerine topluma nabız verme halindedir. Toplum bir bütün olarak yukarıdan aşağıya doğru şekillendirilmeye bir aygıt olarak yapılandırılmıştır.
Onun bu hali o kadar ileriye taşınmış ki; devletin valisi, kaymakamı CHP’nin il ve ilçe başkanları olmaları karar hükmü haline getirilmiştir. Partide görev almak devlette görev almakla ya da devlette görev almak partide görev almakla eşdeğer haline gelmiştir. Parti kadroları ve devlet kadrolarının bu yoğunlukta iç içe olmaları siyaset sahnesine Demokrat Partinin çıkmamsına kadar sürmüştür. Siyasette alternatifinin olmasıyla birlikte, bunun yansıması olarak devlet kadrolarında da alternatifinin oluşmasını meydana getirmişti.
İç ve dış siyasetin gelmiş olduğu yer noktasında ortaya çıkan 1960 27 Mayıs Askeri Darbesiyle birlikte yapılan yeni anayasanın sonuçlarıyla birlikte Türkiye’de siyaset yeni bir soluk kazanmış, yeni değerler siyaset gündemine girmiş ve bu değerler tartışma egemenliği durumuna gelmiş haldedir.
Kendisinin ve devletin oluşum sürecinin iç içe hali ve bunun 1950 ilk yarısına kadar devam etmesi CHP’nin siyasi tanımında ona açacağı en doğru yer olarak merkez partisi yakıştırması halidir. Ve dolayısıyla onun merkez partisi olması hali, onu devletin yürüyüşünü topluma taşıma görevlisi hali olması noktasıdır. Onun bu hali ona ikili bir karakter yüklemiştir. Devletin en iyi vahası ve devletinde onun için en iyi vahası olma imkanlarını ortaya çıkarmıştır.
1960 sürecinin getirmiş olduğu aydın hareketliliği (var olan sosyalist hareketlerde dahil olmak kaydıyla) nin özellikle üniversitelerde kendine karşılık bulması ve işçi sınıfının (ne kadarsa o kadar) kendi sorunlarını görünür hale getirme çabalarının sonucu olarak Türkiye İşçi Partisi ve 1965’te ki Milli Bakiye sistemi neticesinde bu partinin parlamentoda 15 milletvekili ile temsil gücüne kavuşması.
CHP’nin bu süreçte kullandığı dilinin toplumda karşılık bulamaması ve muarız Adalet Partisinin toplumda karşılığını bulan söyleminin egemenliğinin partiye yansıması; parti içerisinde aynı zamanda siyasi tartışmaları beraberinde getirmiştir. Gerek parti içi tartışmalarda ki dil gerekse Adalet Partisi dünyası tarafından kendisine yapıştırılmaya çalışılan sol, komünist sıfatlarına, ebedi Milli Şef İsmet İnönü’nün “biz ortanın solundayız, ne ilerisinde ne gerisinde tam ortanın solunda” söylemiyle CHP’de yeni bir dönemin başlangıç hali oluşmaya başlamıştı.
Bu süreç kendi içinde yürürken CHP içerisinde o dönemin ağır toplarından olan Prof. Turhan Feyzioğlu’nun ayrılıp Güven Partisini kurmasıyla sonuçlarını da vermeye başlamıştı.
İnönü’nün hamiliğine sahip olan Bülent Ecevit ve ekibinin tartışmaları zaman içerisinde “su kullananın, toprak işleyenin” sloganıyla taçlandırmasıyla parti tartışmalarının mücadeleye dönüşmesini beraberinde getirerek Dr. Kemal Satır ve ekibinin partiden ayrılarak Cumhuriyetçi Partiyi kurmasıyla kendi yol almasına devam etmekteydi.
Nihayeti olarak tartışma-mücadele bir üst seviyeye sıçrayarak Ecevit-İnönü haline dönüşerek Ecevit’in partiye genel başkan olmasıyla birlikte “biz sosyal demokrat, demokratik sol bir partiyiz” tümcesinin partiye egemenlik hali meydana çıkmış olmuştu.
Parti bu kadar ayrılmalara rağmen “su kullananı, toprak işleyenin” “biz sosyal demokrat partiyiz” söylemi ile çok partili sistemde ilk en yüksek oy oranına ulaşmış ve parti dinamik bir karakter haline gelmişti. Ayrılmalar ona güçsüzlük olarak dönmemiş, aksine çoğalmasına imkan yaratmıştı. Merkez partisi olan CHP’nin kendisini toplumsallaştıran “ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen” emek eksenli sloganları; kendisinin de dahil olmaya çalıştığı sol-sosyalizm (en geniş anlamıyla) söyleminin toplumsal ruh haline gelmesi durumuyla da birleşince, parti toplumda talep edilen konumuna hızla geldi ve tarihinde bir daha karşılaşmadığı oy yüzdesine ulaşmış olmuştu.
CHP sosyal demokrat bir parti olmuş muydu !
CHP merkezde kendisiyle birlikte yer tutan partinin söylemini topluma egemen etme başarısına oranlı olarak kendisini emek söylemi ile oksijen çadırına alarak güç toplamaya çalışmıştı. Bu noktada hitap etmeye çalıştığı seçmen havuzunun sol siyaset canlılığı ona bu havuzda kalma süreci olmaktaydı.
1980 Askeri darbesiyle Türkiye’de sol dilin, sol kültürün hukukun ve kanunların iğfal ve ılga edilerek yoklaştırılmaya çalışılmasıyla sessizleştirilirken, toplum; partilerin kurulmasına izin verilmesiyle birlikte siyaset canlılığına yeniden kavuşmaya başladı.
Fakat bu dönemde, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğünün geliş nedenlerinden olan 24 Ocak Ekonomik kararlarının sonucu olan “ithalata dayanan ekonomi”nin yerine “ihracata dayalı ekonomi”nin yaratmış olduğu ekonomik-demokratik ve siyasi hak kayıpları yanına; son on yıllarında batak haline getirilmiş olan KİT (Kamu İktisadi Teşekkülleri)’ler, ÖZAL ANAP’ının satacağız, özelleştireceğiz söylemine Necdet CALP’ın ‘sattırmayız’ söylemi, darlığına rağmen HALK PARTİSİ toplumda %30 lar ekseninde toplumsal karşılığını bulmuş ve daha sonraki süreçte de SODEP ile HALK PARTİSİ’nin birleşmesi ile Ecevit eksikliğiyle birlikte CHP esas olarak kendisini tamamlamıştı.
Sosyalist solun en güçsüz olduğu dönemde gelişip serpilen ve kendine özgü kanallar açan Kürt siyaseti, Kürt sorununun görünürcüsü halini almaya başlamıştı. Kürtlerin demokratik taleplerinin bir dönemle birlikte SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) içinde son bulmasıyla, gerek Türkiye siyaseti ve CHP siyaseti yeni bir durumla karşı karşıya kalmaya başladı. Ortaya çıkan Kürt siyaset partisi doğrudan CHP’ye dokunuyor ve siyasette etkilediği seçmen kitlesini bir daha dönmemek üzere kendisinden uzaklaşmış halini yaşamasına neden oluyordu.
80’lerin sonları 90’ların başlarında demokratik hakları ve özgürlükleri parti siyaseti haline getirme çabalarında; dönemin önemli aktörlerinden Deniz Baykal’ın direnci (cezaevlerinde hak gaspları ve Kürt nüfus coğrafyasında yapılan baskılara) bu partinin o günkü var olan haliydi. Nihayetinde Deniz Baykal’ın CHP’ye genel başkan olmasıyla, parti kendini bütünlüklü görüşlerinde netleştirdi. 70’lerden kalan emek eksenli söylem parti hayatının dışına düştü. Siyasi partilerin demokratik hak ve özgürlükler ve demokrasi konusunda tutumlarının katalizörü olan etnik sorun/ulusal sorun CHP’ye kendi kök hallerini tekrar hatırlattı.
16 yıla tekabül eden Baykal genel başkanlı CHP, Türkiye sorunlarına kendisini dışında tutması; CHP’nin 70’ler de kazandığı toplumun dilini unutmasına yol açarken, partiyi, devleti koruyan ve kollayan noktaya tamamen oturmasına yol açtı.
2000’in başlangıç yıllarıyla birlikte AKP’nin süreklilik arz eden hükümet olma hali ve bu partinin de asker-yargı vesayetinin Kürt sorunundan kaynaklanan gücünü dikte ettirmedeki hareket yüksekliğinin yaratmış olduğu durumdan dolayı; 1974 Kıbrıs Askeri Harekatından sonra NATO dışı olarak oluşturulan Ege Ordusunun, NATO örgütlenmesi ve denetiminden ısrarla kaçırılması insan ve malzeme envanterinin NATO’dan gizlenmesi; 20 yıllık Türkiye yaşanmışlıklarının sonuçları ile birleşince, Türk Silahlı Kuvvetlerinde NATO operasyonu bir gereklilik olarak başlatıldı. AKP’nin hükümetten iktidar olmaya yol alması bu operasyonun kazandığı derinlikle paralel olarak yürümeye başladı.
Tam da bu noktada yeni bir dilin ve söylemin merci olması gerekirken, CHP kendisini devletle ilişkilendirmede son ihtiyatlarını da atarak (Genel Kurmay Başkanından daha fazla askeri kurumları ve uygulamalarını sahiplenmesi) merkez partisi karakterini devlet partisi karakterine dönüştürdü.
CHP’nin bu dönemde farkına varmadığı mesele şu olmuştu.
Türkiye siyasetinde merkez değişmişti. O ise hala bunu fark etmeyip eski merkez (asker-yargı) noktasında parti siyaseti faaliyetlerini yapıyordu. Onun bu hali, bir bütün olarak toplumdan uzaklaşmasını beraberinde getirdiği gibi, çözülen merkezin ağırlık noktasının kalmamasından dolayı siyasette boşlukta kaldığını bilmemesidir.
Bugün CHP ikili hali ile bir yanıyla yeni durumu anlayarak politik söylemini ona göre oluşturmaya çalışırken , aynı zamanda diğer yanı da eskinin kalmamış olan hali üzerinden politika yapmaya çalışmaktadır.
80 yılın aşkını olan CHP, TC’nin kuruluş sürecinin en önemli aktörü olmanın getirmiş olduğu devlet karakterli merkez partisi olma hali; devletin bugün yolculuğa çıkmış hali ile kendisini artık devlet merkezli politika yapmada ana aktör konumu yapamamaktadır.
Yeni durumdaki devlet halinin siyasetteki en tamlayıcısı olan parti AKP dir. Dolayısıyla AKP’nin üreteceği politikalar; devletin yeni halinin bekası üzerinden oluşturacağı devlet merkezli politikasıdır.
AKP yeni devlette merkez partisi olma halini tek başına yaşamaktadır.
CHP, kaybettiği eski kimliği ve yaratamadığı yeni kimlik halinden dolayı tarihinin en bunalımlı dönemini yaşamaktadır.