Yüksek mahkeme başkanı adli yılın açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada anayasaya aykırı olarak faizin toplam borcu geçmemesi gerektiği ilkesinin bozulduğu kararın iptaline rağmen meclisin gerekli yasal işlemi yapmamasını eleştirdi. İptali halinde doğan boşluğun anayasa mahkemesi tarafından doldurulamaması nedeniyle meclis dolduruncaya kadar anayasaya aykırı durum devam edebilmektedir. Onun için hukuka saygının gereği meclis acele karar almalıdır. Ancak yasa tasarıları hükümetten ve yasa önerileri de milletvekilinden gelmesi gerektiği için onları beklemek gerekir ve meclis diye bir şey ortaya çıkmaz, meclis adına utanacak biri de olmaz. Bizde bu iş böyle.
Bileşik faiz getirip faizleri tırmandıran CTP özeleştiri yapsa da onlardan da bir öneri gelse önerileri göz önüne almak, saygı duymak, hiç değilse görüştürmek ve çoğunluk istemezse reddedilme hakkı tanımak bizim burada pek görülmüş şey değil. Milletvekili de adam yerine konmamayı sineye çektiği için sözde bir parlamenter rejim sürdürülür gider. Meclissiz parlamenter sistem nasıl olur demeyin akademisyenler bile parlamenter sistem varmış da çalışmıyormuş diye başkanlık sistemi önermeye kalkıyor.
Bu arada liberal ekonominin gereklerini bilim olarak algılayıp diploma almaları gereken ve alan ekonomistlerimiz de anayasa rağmen faize faiz uygulamasını ve faizin anaparadan daha fazlaya çıkması uygulamasını eleştirmezler. Para durduğu yerde doğurursa görünmez elin masallardaki altın yumurtlayan tavuk olmasını uygun görmesini benimsemiş olurlar.
Öyle bir görünmez el varmış ve ekonomiyi düze çıkaracak değişimleri gerçekleştirirmiş! Ancak bu bizimkilerin hayallerinde olur. Yüksek mahkeme başkanı o düşüncede değil. Ona göre yargıdan adalet görmeyi beklemek ham hayal olur şayet idare önlem almazsa. İsterseniz her muhtarlığa bir mahkeme kurun gecikmeden adalet bulamazsınız çünkü yargıç sayısını beşe ona da katlasanız artan davalar karşısında adalet tıkanmaktan kurtulmaz. Çünkü ekonomi battı, kolay kazanç yolları ahlakı bozdu ve suçlar arttı.
Muhalefet partilerinin dile getirdikleri gerçeklere yüksek mahkeme başkanı da dokundu.
Lakin büyükelçi büyük ekonomik gelişmelerden bahsetmeye devam ediyor. Bütçede yerel gelirler artmış, masraflar kısılmış diye söylenenlere ek olarak turizmde gelişme olduğu dile getirilir. Masraf kısma personel sayısı arttıkça anlam ifade etmez. Reform ise daha başlamadı. Turizm ise yüklü devlet parasıyla sayıyı arttırdı ama ekonomiye katkısı hissedilemeyecek kadar az oldu. Bunun yanında ahlak bozukluğu diye yüksek mahkemenin açılışta dile getirdiği kadar önemli hale geldi ekonomik sıkıntı yüzünden.
Banka ve kredi uygulamaları yüzünden de insanlar taksitle yaşamaya teşvik edilerek batırıldı. Tahsilatı kolaylaştırma baskısıyla insanlar borç batağına sokuldu. Borçlarını ödeyemeyecek hale gelenlere hapis cezası veya sokağa atılma tehditleri yapılmaya başlandı. İş olanakları ödeme güçlüğü nedeniyle azaldı. İş yeri kapanma haberleri basının meşgalesi oldu.
Hal böyle iken ekonomik yaşayabilirlik kafa yorulmayan şey haline idi, ağızlarda sadece ambargo lafı kaldı. Ciddi hiçbir inceleme yok. Neden ekonomik yaşayabilir bir tek sektör yok, kumarhane, kerhane, cep telefonu ve sancılanan üniversiteler dışında. Rum tarafına satılacak patatese bile ton başına 500 TL. prim verilmesi gerekti.
Anlaşılan yüksek mahkemenin uyarısı da sağır kulaklarda kaybolacak.
Demokrasilerde çare tükenmez derler ama bizde demokrasi olmadığına göre çare de olmayacak mı demek? Arap baharı buralara demokrasi getirmeye başlayacak diye umut edenler nasıl hayal kırıklığını yaşamak zorunda kalırsa biz de demokrasinin getireceği çarelerden boşuna umut bekleyeceğiz. Onlara bakın Amerika’da biri garip bir video çekmiş. İslam’a hakaret etmiş. Gören birini daha duymadım ama oralarda bir hakaret içeren video çekilmişse buralarda birilerine saldırıp insanları öldürmek nasıl bir anlayıştır? Batı desteği ile daha özgür bir ortama geçenler özgürlüğü bunun için istemişler gibi bir gariplik var ortada. Şimdi bunu demokrasinin yarattığı bir sorun görmek doğru olur mu?
Videoya kızanlar silahlı saldırılarla İslam’ın itibarını savunmadılar. Tam tersine savunma kimlere kalmış diye şaşırtıcı oldular.
Bizde de ekonomik çıkmaz ortaya çıktıkça Rum Türk malı ayrımı kalksın talepleri çare diye konuşulur oldu. Ambargodan çile çeken bu ayrımı kaldırıp da yasasallaşacak (meşrulaşacak mı)mı ki? Türk bankası Rum malına girdi diye tazminat ödeyip bırakmaya mecbur kaldı. HSBC yabancılara Rum malına yatırım için kredi verdi diye davayla tehdit edildi. Bunlar bir şey hatırlatmadıysa Müslümanın Amerikan avlamaya kalkması gibi akıl dışı işler oluyor demektir.
Toparlanıyoruz adıyla ilginç bir hareket var. Onların gündemleri de sorunlara yanıtı içermiyor. Bu ülkede ekonomik yaşayabilirlik yani devlet desteği istemeden ayakta kalabilecek tek bir sektör yoksa nasıl çare bulunacak diye bakıldığında çare önerilerinin arasında bunu görmemiz gerekirdi. Yoksa onlar da bu yönetimin her sektörü destekleyebilecek kadar sınırsız kaynaklara sahip olduğuna mı inanırlar? Veya ona teşvik buna teşvik diye vaatleri ciddi mi gördüler?
Her neyse mahkeme de sadece dertlere tercüman oldu.