Kıbrıs’ta toplumsal mücadelenin sadece bizim algıladığımız zamanda başladığını sanıyorsak yanlış yaparız. Bizden önce de baskılar ve olaylar yaşanmaktaydı. İnsanlar bırakın Kıbrıs içinde sürgün edilmeyi başka ülkelere de sürgün edilmekteydiler. Mesela PEO’ya üye olan emekçiler herkesin de bildiği gibi ölüm tehditleriyle maalesef 1957 sonrasında çok barbarca tehditler ve katledilme tehditleriyle Kıbrıs’ı bırakıp gittiler. Bunlardan bazılarının katledildiği de bilinmektedir. 1957 sonrasında bu sindirme kampanyası açıkça toplumu terörize etmiştir. Şu anda artık açıklanan anılarla bu olayların 1960’larda bile devam ettiğini biliyoruz. Mesela bu anti demokratik hareketler öyle devam etmiştir ki TMT içindeki üyelerin, hatta ileri gelenlerin de hayatına kast edildiği veya edilmek istendiğini de okumaktayız. Bu konuda en büyük örnek Sayın Burhan Nalbantoğlu hakkında anlatılanlar ve yazılanlardır. Ama ben önce Kıbrıslıtürk liderlerden merhum Dr İhsan Ali’nin onun hakkında “Anılarım” adlı kitabında yazdıklarından bahsedeceğim:
“Bilindiği üzere belediyeler 1957’de ayrıldı. Bundan 5-6 ay sonra Denktaş o zamana kadar yürüttüğü Savcı Yardımcılığı görevinden istifa etti ve siyasete girdi. Denktaş’ın istifası sürpriz oldu, çünkü konumu hem kendisi, hem Türk toplumu için çok önemliydi. İlk siyasi faaliyeti Türk örgütleri Federasyonu Başkanlığı’nı üstlendiği zaman başladı. Çok zaman geçmeden Baf’ta ilk mitingi düzenledi. Dr. Nalabntoğlu aracılığıyla beni mitinge katılmaya ve konuşma yapmaya davet etti. Denktaş’ın belediyelerin ayrılmasından sonra siyaset sahnesinde belirmesinin bende endişeler yarattığını itiraf etmeliyim. Gerek Elen, gerek Türk toplumunda dolaşan söylentilere göre İngilizlerle uzlaşma sonucu görevinden istifa etmişti. Bu nedenle ona karşı temkinli davrandım. Nalbantoğlu’na verdiğim yanıt şöyleydi:
“Selamları ve daveti için Denktaş’a teşekkür ederim. Ancak maalesef mitinge katılmayacağım. Bir yıl boyunca siyasi faaliyetlerini izleyeceğim. Bu faaliyetlerinizin prensiplerime uygun ve gerek Türk toplumu gerekse Kıbrıs halkının bütününün yararına olduğunu tespit etmem halinde sizinle dayanışmaktan mutlu olacağım. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarını korkmadan savunacağımdan emin olun.
Bu sözlerime Nalbantoğlu şu yanııtı verdi:
“Yurtsever faaliyetleriniz bilindiği için, dayanışma ve deneyiminize sahip olma arzusundayız.”
Nalbantoğlu’nun ısrarına rağmen, Denktaş’ın mitingine katılmadım.
Şimdi soruyorum; onunla işbirliği yapmış olsaydım, hangi yurtsever faaliyetlerde yer alacaktım? (Dr. İhsan Ali,2002,sf.29-30).
Şu anda yayınlanan anılardan Dr İhsan Ali’den sonra TMT içinde de Nalbanoğlu’na karşı bir kampanya yürütüldüğünü anlamaktayız. İsmail Tansu “Aslında Hiçkimse Uyumuyordu” adlı kitabında bu olaydan bahsetmektedir:
Tansu(Aynı Kitap, sf.223) şöyle demektedir:
“1962 Türkler için kritik bir yıldır. Makarios Anayasayı değiştirmek istiyor ve Türkleri yok etmek için Akritas planı hazırlanıyor. Böyle bir ortamda bulunulduğu o günlerden birinde, Kıbrıs’tan şu haberi alıyorum. “Bazı kişiler Lefkoşa’da Dr. Nalbantoğlu’nu baskı altında tutuyorlarmış Maddi manevi işkence yapıyorlarmış. Bir odaya kapatılıp dövülmüş hatta ölümle tehdit edilmiş”, bu haberle sarsılmış, şoke olmuş ve çok öfkelenmiştim”.
1 Haziran 2012 Tarihli Havadis gazetesinde Fuat Veziroğlu ise olayı daha da detaylı bir şekilde Mete Tümerkan’a anlatmaktadır:
“öğrendiğime göre Kaya Bey, “Burhan Nalbantoğlu, Kaya Bey hakkında orada burada konuşuyormuş, bu TMT’yi parçalayıcı nitelikte faaliyetler teşkil ediyormuş. TMT’yi bölmek ya da dağıtmak riski ile karşı karşıya bırakmış” gerekçesiyle o zaman Serdar olan Kemal Şemi’ye bir talimat verdi ve iki kişi silahlı olarak Burhan Bey’in Ankara kliniğine gittiler, silah zoru ile onu kaçırdılar. “Gel seninle filan yere gideceğiz” dediler. Ve bir yere götürdüler, orada “Dikkat et hareketlerine sonu kötü olur” gibi uyarılarda bulundular”. Aldığım bilgiye göre Burhan’a burada bir iki de tokat atıldı”.
Sayın Fuat Veziroğlu, Burhan Nalbantoğlu hakkında “vur” emri çıkarılmasını aynı gazetede şöyle anlatıyor:
“Ondan sonra dediğim gibi bütün ayrıntılarını bilemem ama şunu öğrendim ve bizzat da yaşadım: Ben o sırada Ankara Hukuktaydım. Koç Yurdu’nda kalıyorum. 27 Mayıs’ta ihtilal olduktan sonra meydana gelen yönetim, Genel Kurmay’daki Kıbrıs’la ilgili çalışmaları “Menderes orduya karşı gizli bir milis oluşturuyor” söylentilerinin etkisinde kaldılar ve Rıza Vuruşkan’ı buradan aldıktan sonra orada da İsmail Tansu ve ekibini de bu işten ayırdılar. Emekli ettiler.
Bu emekli subaylardan iki tanesi bir gün bana Koç Yurdu’na geldi ve korkunç bir şey olduğunu söylediler, kendilerinin bunu içerideki arkadaşlarından öğrendiklerini anlattılar ve bana: Burhan için ‘vur’ kararı çıkarılması için Kaya Bey’in Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazıp teklifte bulunduğunu” aktardılar”.
Bu arada Burhan Nalbantoğlu üst makamlarla istişare içinde kendini temize çıkarmaya çalışmaktadır ama kendisini tanımasalar bile yapılan ispiyonla Genel Kurmay’lıktan bu karar çıkmıştır.
“Burhan tek başına tekrar çıktı gitti. Ve sonradan bize anlattığına göre “İçeri girdim Cevdet Sunay Paşa ayağa kalktı ve beni görür görmez ‘ Vay evladım, vuracağımız adam sen miydin?’ demiş. Yani Cevdet paşa, Burhan’ı TMT’ci olarak tanıyor, çünkü Burhan orada eğitime gitti. Eğitime gittiğinde de Cevdet Sunay Genelkurmay ikinci Başkanı’ydı. Ve Kıbrıs işlerine de baktığı için tanışırlardı. Ama bir Genelkurmay Başkanı veya ikinci başkan bütün tanıdığı, bir ya da iki defa gördüğü insanların ismini hatırlamaz. Burhan’ın yüzünü tanıyor ama ismini bilmiyor. Yani Burhan ismi önüne gittiğinde bu adam kim bilmiyordu. Gördüğü zaman hatırladı, “Vay sen misin o” dedi.
Burhan “Evet o benim paşam” demiş.
Cevdet Paşa, “Merak etme sen rahatına bak” demiş. Ve bir süre aradan geçtikten sonra bu da bir vesile oldu ve Kaya Bey’i görevden alıp Türkiye’ye getirdiler ve bu iş böyle noktalandı”.
Hadi rahmetli Burhan Nalbantoğlu bir bakıma TMT içinde çevresi, insiyatifi, tanıdıkları ve de etkisi olan biriydi. Peki alt kademelerde bu şekilde ispiyonlarla suçsuz bir şekilde kaç tane adam harcandı, bilebilir misiniz? Eğer mekanizma böyle çalışıyorsaydı demek ki yanlış tanımlama, istihbarat ve de ispiyonlarla birçok masum insanın hayatına son verildi diye insan düşünmeden edemiyor. Kıbrıslıtürkler, demokrasisiz ve önyargılarla dolu olarak bakalım ne badirelerden geçtiler ve geçmektedirler. Bu yaşanılanlardan ders çıkarıp bu topluma gerçekten demokratik bir yapı kazandıracak, gerçekten özgür iradenin her alana yansıyacağı bir düzen ne zaman kurulacak onu merak ediyorum…