Mülteci Hakları Derneği Başkanı Av.Ceren Göynüklü “ölüm riski ile karşı karşıya olan 7’si çocuk 35 mülteci yaşam hakları hiçe sayılarak zorla sınır dışı edildiklerini yazdı. Açıklama şöyle:
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin koruması altında olan, Mülteci Hakları Derneğinin sığınma hakkına ulaşımları, korunmaları ve sınır dışı edilmemeleri için iki haftadır İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Polis Örgütüne her türlü girişimi yapmış bulunduğu 7si çocuk 35 Mülteci dün gece 24:00 sularında zorla, şiddet kullanılarak sınır dışı edildi.
Mülteci Hakları Derneğinin söz konusu mülteciler ile ilgili yapmış olduğu tüm girişimlerin yanı sıra Birleşmiş Milletler, Cumhurbaşkanılığı ile sınır dışının durdurulması için temasa geçerek bu kişilerin koruma altında olduğu hususunda bilgi vermiştir. Tüm bunların neticesinde Polis Örgütü tarafından sınır dışı edilmeyecekleri, sınır dışı kararının görüşmeler neticeleninceye kadar askıya alındığı güvencesi tarafımıza verildi. Bu nedenle, daha önce birçok kez Mülteci Hakları Derneği olarak almış olduğumuz mahkeme kararları ile mültecilerin sınır dışı edilmesini durdurmuş olmamıza rağmen, yetkililerin vermiş olduğu bu-doğru olduğuna güvendiğimiz- bilgi ve göstermiş oldukları “iyi” niyet nedeniyle konuyu yargıya intikal ettirmedik. Ancak, mülteciler bizim bilgimiz dışında, bizden gizlenerek sınır dışı edilmek üzere dün gece Mağusa Limanına getirdiler; bu duruma ilişkin bilgi bize yakınları tarafından verildi. Açıkça; sınır dışına yasal, idari ve siyasi yollarla müdahale etme olanağımızın ortadan kaldırılması amaçlandı.
Yaşam hakları için direniş gösteren mülteciler ciddi şekilde darp edildiler, yerlerde sürüklenerek zorla gemiye bindirildiler. Tüm bunlara gerek liman içinde gerekse giriş kapısında müdahale etmek isteyen bizler ve duyarlı insanlar darp edildi ve mültecilere ulaşmamız ve uygulanan insanlık dışı muameleye müdahale etmemiz polis ve diğer görevliler tarafından şiddet kullanılarak engellendi.
Ve ne yazık ki; ne Birleşmiş Milletlerin, ne Mülteci Hakları Derneğinin girişimleri ve en önemlisi ne de mültecilerin içleri parçalayan haykırış ve direnişleri bu insanlık ayıbının önüne geçilmesine yetmedi ve ölüm tehlikesi olan 35 mülteci sınır dışı edildi.
Mülteci Hakları Derneği ve Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı olarak gerek söz konusu mültecilerin Türkiye’de Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları Örgütleri tarafından koruma altına alınması gerekse tüm bu yapılanlarla ilgili gerekli yasal ve idari girişimleri başlatacağımız konusunda kamuoyunu bilgilendirir, ilgili ve duyarlı tüm kesimlere bizimle dayanışma için çağrı yaparız.
Tek istedikleri güvenli bir yerdi; yaşamaktı. “Polisi görünce bizi kurtaracaklar diye çok sevindik” deyişleri, yaşam hakları için yükselttikleri haykırışları kulaklarımızda ve de uğradıkları insanlık dışı muamele kazınmış bir şekilde hafızamızda. Bu kararı verenlere, uygulayanlara ve sessiz kalanlara soruyoruz; peki ya siz rahat uyuyor musunuz?
Aşağıda iki haftadır süren süreç ve dün gece gerçekleşen ağır insan hakları ihlalleri ile ilgili detaylı bilgiyi paylaşıyoruz:
Tarafımızca kendileri ile tek tek yapılan mülakatlarda Suriye’deki savaştan ve Türkiye’den de yaşam tehlikesi nedeniyle kaçtıkları bulgusuna ulaşmıştık. Mülteci Hakları Derneğinin uygulayıcı ortağı olduğu Birleşmiş Millet Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından söz konusu mültecilere koruma sağlandı. Mülteci Hakları Derneği ise bu hususa ilişkin gerekli tüm idari ve siyasi girişimlere başvurdu. Bu girişimler sonucu Bakanlıklar arası görüş alış verişi yapılmakta idi. Bundan öte, Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği Cumhurbaşkanlığı ile direk temasa geçerek bu hususa ilişkin bilgilendirdi ve durumun önemi ve hassasiyetini vurguladı.
Türkiye’de her ne kadar Suriyeli mülteciler için kamplar kurulmuş olsa da, kimi spesifik durumlarda mültecilerin yaşam ve/veya işkence görme ve/veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunmaktadır. Kıbrıs’ın kuzeyine gelen mülteciler için de bu risk gerek tarafımızca gerekse Birleşmiş Millet Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından tespit edilmiştir.
Tüm bu girişimler ve çabalar sürerken tarafımıza Polis Örgütü tarafından sınır dışının askıya alındığı ve kesin sonucun bekleneceği bilgisi ve bu süreçte sınır dışı edilmeyeceği güvencesi verildi. Daha önce bir çok kez mahkeme kararları ile Mülteci Hakları Derneği mültecilerin sınır dışı edilmesini durdurmuş olmakla birlikte, yetkililerin vermiş olduğu bu-doğru olduğuna güvendiğimiz- bilgi ve göstermiş oldukları “iyi” niyet çerçevesinde konuyu yargıya intikal ettirmedik. Ancak, söz konusu güvence tarafımıza bugün üç sularında verilmesine karşın mülteciler sınır dışı edilmek üzere Mağusa Limanına getirildiler. Mültecilerden birinin ailesine ulaşması sonucu bu konuyla ve ayrıca polis şiddetine maruz kaldıkları yönünde bilgilendirildik. Buna engel olmak amacıyla şahsım daha sonra ise diğer avukatlarımız ve diğer birçok duyarlı insan limana geldiler. Şahsım içeri alındı ancak mültecilerin sınırdışılarını durdurmak/yaşanan çok boyutlu insan hakları ihlallerine engel olmak için orda olduğumuz anlaşılınca derhal diğer avukatların ve basının içeri girmesi engellendi. Dün gece gerek içerde; geminin önünde olan şahsımın gerekse dışarda giriş kapısında bulunan arkadaşlarımızın gözleri önünde birçok insan hakkı ihlali gerçekleşti. Öncelikle, yaşam hakları için direniş gösteren mülteciler araçlar içerisinde tekmelendiler ve ciddi şekilde darp edildiler. Çocuğundan ayrılmamak için direnen bir erkek mülteciyi minibüsten indirmek için biber gazı kullanıldı ve araç içindeki çocuklar ve diğer mülteciler biber gazına maruz bırakıldı.
Tüm bunlar olurken Liman içerisinde bulunan polis görevlileri tarafından sınır dışının olmayacağı, gidebileceğim konusunda ısrarla ikna edilmeye çalışıldım. Yaklaşık iki saatlik bir bekleyişin ardından mülteciler ikişer-üçer gruplar halinde polis arabalarıyla belli aralıklarla getirilmeye başlandı. İlk polis aracı liman içerisine vardığında içindeki mülteciler yerlerde süründürülerek gemiye bindirilmeye çalışıldı. Buna engel olmaya çalışırken ilk olarak orada bulunan gümrük memuru tarafından kollarımın bükülmesi ve kollarımdan sürüklenmem suretiyle şiddete maruz kaldım. Gelen diğer polis araçlarıyla durum giderek ağırlaştı ve erkekler, kadınlar, çocuklar insanlık dışı bir şekilde gemiye konmaya çalışıldı. .Bu çok boyutlu insan hakkı ihlaline engel olmaya çalışmam polisler tarafından kollarımdan tutularak ve sürüklenerek engellendi. Gemiden uzaklaştırılmamın yanı sıra polis aracı üzerime sürüldü. Bundan öte ve önemlisi bu şekilde, yalvaran, korkudan çığlık atan mültecilerle iletişim kurmam tamamen engellendi. Tüm bu hususlar her getirilen mülteci için giderek ağırlaşarak tekrarlandı. İçerde bunlar olurken; giriş kapısında bulunan, bu insan hakları ihlalini protesto eden ve tek amaçları bu insanlık dışılığa engel olmak olan duyarlı kişiler ve basın darp edildi ve kötü muameleye maruz kaldı, polis araçları orada bulunan insanların üzerine sürüldü, BKP Örgütlenme Sekreteri Abdullah Korkmazhan polis tarafından yerde sürüklenerek darp edildi.
Daha sonra mülteciler tüm çabalarımıza rağmen insanlık dışı bir şekilde gemiye sokuldular. Gemi içerisinde temasta olduğumuz yolculardan edindiğimiz bilgiye göre gemi içerisinde de ciddi şekilde darp edildiler. Ve ne yazık ki, verilen tüm mücadeleye rağmen 35 mültecinin içinde bulunduğu gemi 12 sularında hareket etti.
Gazeteci Şahin, mültecilere yapılan müdahale sırasında yaralandı
(Kıbrıs Postası- Burcu Akkaya) Mağusa Limanı’nda 35 mülteciye yapılanları protesto etmek için olay yerinde bulunanlara yönelik polisin sert müdahalesi sırasında Gazeteci Pelin Şahin yaralandı.
Liman girişinde araç kontrolü için kullanılan demir banket eylemcilerin üzerine indirilmeye çalışılırken, Pelin Şahin’e isabet etti.
Şahin, kafasının sol tarafından yaralandı.
Olayların sona ermesinin ardından şiddetli ağrı nedeniyle Dr Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’ne başvuran Şahin’in kafatasının sol tarafından darp aldığı ve bu sonucunda belirgin şişkinlik meydana geldiği öğrenildi.
Kıbrıs Postası’na konuşan Pelin Şahin, olayları insan hakları ihlali olarak niteledi.
Şahin, “O banket bana değil, bir başkasına da gelebilirdi. Olası bir can kaybı ya da daha büyük bir yaralanmanın hesabını kim verecekti. Yaşananları kınıyorum” dedi.
Ağustos 2007’den bir haber:
Mülteci ayıbında yeni bir süreç, 3 Iraklı ölüm riskine rağmen ülkelerine geri gönderdik
19 Temmuz tarihli gazetelere de yansıyan haberde 2 tırda 9’u Suriyeli 3’ü Iraklı 12 kişinin ülkeye kaçak girerken yakalandığı belirtilmişti.
Şeffaflıktan uzak bir şekilde süren, bu nedenle basının kısıtlı imkanlarla takip edebildiği süreçte, 31 Temmuz’da yayınlanan bazı yerel gazeteler 8 kaçağa 8 gün daha tutukluk verildiğini, nedeninin ise kayıp olan 2 kaçağın arandığını yazdı. Yerel gazetelere yansıyan 31 Temmuz’daki haberin ‘10 kaçaktan 8’i mahkemeye çıkarıldı’ şeklinde verilmesi, 12 olan toplam sayının biranda 10’a düşmesi açısından önemliydi. Basına bunca çelişkili haberin yansımasına rağmen herhangi bir yetkilinin açıklama yapmaması da insan haklarına verdiğimiz değeri ortaya koymaktadır. 8 Suriyelinin 20 güne yakın tutuklu kalmalarına gerekçe olan 2 kayıp kaçağın aranmasının akıbetinin açıklanmadan bu 8 kişinin sınır dışı edilmiş olmaları da sürecini daha ilginç kılmaktadır. Detaylar açıklanmalı, ihmali olan herhangi bir yetkili varsa mutlak soruşturmaya tabi tutulmalıdır çünkü kimsenin özgürlüğü keyfi olarak engellenemez…
Ama bundan da öte diğer tırda bulunan 4 kişiden 3’ü Iraklıydı ve baba, anne ve çocuktan oluşan bir aileydi. Bu 3 kişi UNHCR’ın (BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin) Aralık 2006 tarihli uyarılarına rağmen geri gönderilmişlerdir.
UNHCR Türkiye, TC hükümetinin 135 Iraklıyı sınır dışı etmesinden üzüntü duyduğunu 26 Temmuz 2007 yayınladığı bildiri ile açıklamıştı. Açıklamada;
“UNHCR, ülkeleri dışındaki Iraklıların uluslararası koruma ihtiyaçlarıyla ilgili olarak 18 Aralık 2006 tarihinde yayınladığı tavsiyeyi Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile paylaşmıştı.
Bu tavsiyede UNHCR, Irak’taki genel durumu, yaygın şiddet ve insan haklarının ağır ve hedeflenmiş ihlali olarak belirtmektedir. Bu şartlar altında, UNHCR güney ya da merkez Irak’tan gelen hiçbir Iraklının, bu ülkedeki güvenlik ve insan hakları koşullarında önemli bir ilerleme kaydedilmeden zorla geri gönderilmemesini tavsiye etmektedir. UNHCR Süleymaniye, Erbil ve Dohuk’lu olmayan insanların söz konusu üç Kuzey vilayetine geri gönderilmemelerini özellikle önermektedir” denmişti.
http://www.unhcr.org.tr/MEP/MEP/NEWSPORTAL_MODULES/News/Forms/NewsRead.aspx?NewsID=851
Kıbrıs’ın kuzeyindeki yönetimin bu süreçten haberdar olmadığını düşünmek imkansızdır. Hatta aynı gün yakalanan 8 Suriyelinin gün ve gün mahkemeye çıkarılmalarını ve 7 Ağustos’ta sınır dışı edilmelerini basından öğrenirken, 3 Iraklının hiçbir bilgisinin basına yansımaması ve özellikle sınır dışı haberlerinin diğer birçok olayda basına yansıtılmasına rağmen bu 3 Iraklının yansıtılmamış olması yapılanın bilinçli olduğu ve bu nedenle kamuoyundan gizlendiği izlenimini ortaya koymaktadır. Sınır dışı tarihlerini de yalnızca tahmin edebiliriz ki 21 Temmuz’da tutuklulukları biterdi 30 Temmuz’da diğerleri 8 kişi olarak mahkemeye çıkarıldığına göre 21 ve 30 arasında bir tarihte Türkiye üzerinden Irak’a sınır dışı edildiler. Yani birileri haberleri gizleyerek Türkiye’den de Irak’a gönderilmeleri için gerekli zamanı yarattığı anlaşılmaktadır.
AB mevzuatında birincil hukuk olan mülteci ve göçmen mevzuatlarını hala uygulamamakta direnen, Mülteciler ile ilgili uluslararası belgeleri tanımayı reddeden, bu nedenle insan hakları alanında önemli ihlallerin koşullarını oluşturan Kıbrıs’ın kuzeyindeki yönetim, en sonunda bir insanlık suçu da işlemiş oldu. Bunun daha önce olup olmadığını bilmiyoruz çünkü bu konuda şeffaflık olmadı ve halen daha yok. Ama biri iki buçuk yaşında çocuk diğerleri anne ve babası bir aileyi uluslararası örgütlerin uyarılarına rağmen Irak’a ölüm riskine rağmen gönderenlerin elbette vicdanları sızlamayacak çünkü yıllardır yapılan uyarılara rağmen tedbir almayanlar ve bu yönde hukuksal mevzuatı tamamlamayanlar elbette suçu başkalarının üstüne atarak işin içinden sıyrılmaya çalışacaklardır. Ama gerçek, üç kişiden oluşan Iraklı ailenin artık yaşamından kimsenin haberi olmadığı ve gelecekleri ile kimsenin bir şey bilmediğidir.
Böylesi bir insanlık suçuna imza atanları kınar, yenilerinin oluşmaması için ilgili ve yetkilileri hemen önlem almaya, AB ve BM mülteciler mevzuatına uygun hukuksal mevzuatı tamamlamaya, basın ve sivil toplum örgütlerinin süreci etkin takip edebilmesi amacıyla şeffaflığa ve bilgi edinme hakkının kullanımı için düzenleme yapmaya davet ederiz.