YKP-fem aktivisti Tegiye Birey’in Dahil Etmeye Doğru: Sağlık, Eğitim ve Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transseksüel Konferansı konuşma notları:
Biyolojik cinsiyet, kromozomlar, yumurtalık/erbezi, hormonlar, üreme organları gibi fiziksel özelliklerdir. Aydınlanma’dan sonra batı tıbbı, ki buna konuşmanın ilerki safhalarında değineceğim, biyolojiyi sadece dişi ve erkek olarak ayırıyor olsa bile, toplumların az ama tutarlı bir bölümü hem dişi hem de erkek kabul edilen fiziksel özellikleri gösteren şekilde ‘çift cinsiyetli’ olarak doğuyor. Maalesef, çift cinsiyetli kişilerin anatomisi önceden kabaca belirlenmiş kategorilere sığmadığınan birçok çift cinsiyetli bebek tıbbi olarak bir fonksiyonu olmamakla beraber zararı olan ameliyatlara, tabii ki rızaları olmadan, normal kabul edilen bir görünüme sahip olmak için, maruz kalmaktadırlar.
Bu noktada sadece anatomiden bahsettiğimi, toplumsal cinsiyete değinmeye şimdi başlayacağımı belirtmek isterim.
Toplumsal cinsiyet, cinsiyete dayandırılan rollerin, konumların, hareketlerin ve kimliklerin kültürel ve toplumsal olarak belirlenmiş kodlanmalarıdır. Ideal ve gerçek toplumsal cinsiyet rolleri zamana, coğrafyaya ve bağlama göre değişiklik gösterebilmektedir.
Örnek vermek gerekirse, Kuzey Amerika’nın yerlilerinin pratiklerine baktığımızda, ‘iki ruhlu’ diye adlandırdıkları toplumsal cinsiyet konusunda değişiklik gösteren kişilerin varlığını ve bu kişilerin toplumda öncü konumlarda olduğunu görürüz. Benzeri bir şekilde, bazı yerli gruplarının travesti/transseksüel kişilerin dönüşümünü ritüellerle kutladığını görürüz. Meksika’daki Juchitan bölgesinde ise bize farklı gelebilecek bir durum vardır; toplumsal cinsiyet rolleri diye bir oldu toplumda etkin değildir; kişilerin davranışları veya hangi işleri yapacakları kişiliklerine ve becerilerine göre belirlenmektedir. Kadın gibi görünen biyolojik erkeklere ve erkek gibi görünen biyolojik dişilere Hindistan toplumunda da yer vardır, ve Batı Afrika’daki Yoruba toplumunun İngiliz sömürgesi başlayana kadar belirleyici bir toplumsal cinsiyet düzenine sahip değillerdi.
İkili ve sınırlayıcı toplumsal cinsiyet sisteminin evrensel değil, Avrupa merkezli bir olgu olduğunu, ve bunun ‘uygarlaşma misyonu’ çerçevesinde işgal edilen yeni topraklara da aktarılmaya çalışıldığını anlamaya başlayabiliriz. Peki bu ikili toplumsal cinsiyet sisteminin içeriği nedir? Dişil bir anatomiyle doğanlar ‘kadın’ denilen kalıba girmek zorunda, ve eril bir anatomiyle doğanlar ‘erkek’ denilen kalıba girmek zorundadır. ‘Erkeklik’ ve ‘kadınlık’ öyle bir kurgulanmıştır ki, biri diğerinin olmadığı herşeydir bu kurguda. Erkek: mantıklı, güçlü, cesur, aktif, eve ekmek getirendir. Kadın: duygusal, ilkel, pasif, bağımlıdır. Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı yürüme, oturma, konuşma kalıpları bile vardır.
Biyoloji ve davranışlar arasında olmayan bir bağlantı kurulmuştur böylece, ve bu öğretilere itaat etmeyenleri cezalandıracak (ve böylelikler izleyenlere de bak sonun böyle olur işte! Mesajını verecek ve böylelikle toplumları disiplin edecek) bir mekanizma. Cinsel davranışlar da nasibini almıştır tabii ki bu kurguda; cinselliğin tek amacı yeni işçiler ve askerler üretmek olacaktır, böylelikle tek meşru cinsel birliktelik evlilik çatısında kadın ve erkek arasında olanıdır.
Toplumsal cinsiyet rolleri anlatılanlar gibiyken, toplumsal cinsiyet kimliği kişinin kendi toplumsal cinsiyetiyle ilgili subjektif tanımlamasıdır. Toplumsal cinsiyet rolleriyle kesişebilir veya kesişmeyebilir.
Toplumsal cinsiyet ifadesi de, kişinin kişisel toplumsal cinsiyet kimliğini ifade ediş şeklidir.
Şimdiye kadar, biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyeti anlatıp, bu iki bağımsız olgu arasında masumca olmayak bir şekilde kurulan bağı koparmaya çalıştım. Kopması gereken hayali bağlardan öteki de, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim arasında kurulan bağdır.
Heteronormativite 1990lardan beri kullanılmaya başlanmış, erildir-erkektir-cinsel arzusu dişiye yöneliktir ve dişildir-kadındır-cinsel arzusu erkeğe yöneliktir kodlanmalarına eleştirisel olarak bakan bir terimdir. Heteronormatif kodlanmışlıklar doğal olmadığı ve sosyopolitik inşa olduğundan ve kişilerin çeşitli tecrübelerini yansıtamadığından, kişileri bu ‘heteronormatif’ bölgeye itmek için, bu bölge dışında kalanların baskıyla, stigmayla ve marjinallikle tehdit edilerek heteronormatif bölgeye çekilmesine ihtiyaç vardır. Bu demektir ki, heteronormatif bölge dışında kalanlar utançla, hastalıkla, anormalikle suçlanmak zorundadır ki, heteronormatif sınırlar içerisindeymiş gibi yapmaya kendini zorlasın. Antopolojist Gayle Rubin, heteronormativitenin genelakım toplumda bir ‘seks sıradüzeni’ yarattığından bahseder. İki heteroseksüel arası resmi, tek eşli, doğurgan ilişkinin iyi seks, bu standarda uymayan ilişkinin de kötü seks olarak kodlandığından bahseder.
Sistem bunu yapmaya çalışırken, ne sıradüzenlerdeki alt sıralar, ne yaralandırılmış sosyal konumlar ne de hiçbir tıbbi tedavi kişilerin kişisel toplumsal cinsiyet algılarını veya cinsel yönelimlerini değiştiremez, sadece kişilerin hayatına stres, dışlanma, şiddet ve bir dizi haktan yoksun olma durumunu ekler.
Peki hayatın ve doğanın, tarihin başından beri tam tersine çeşitlilikte inat etmesine rağmen biyolojik cinsiyet ikililiği, toplumsal cinsiyet ikililiği ve heteronormativite nasıl bu derece içselleştirilebilindi?
Cinsel yakınlıkların heteroseksüel ve homoseksüel olarak söylemde ikiye ayrılması ve siyasi olarak sıredüzene sokulması Aydınlanma dönemine dayanır. Aydınlanma’dan önce dini öğretilerle desteklenen, babanın evin direği kabul edildiği ataerkil sistem, Aydınlanma sonrası feodal yapıdan kapitalizme geçerken öyle ya da böyle şekil değiştirerek devam etmeliydi. Dinin ortadan kalkmasıyla oluşan otorite boşluğunu yavaş yavaş dönemin yeni gözdesi bilim almaktaydı, ancak bilim adı altında yapılan çalışmalar çoğu zaman politik stratejileri besleyen yanlı projelerdi. Irk farklılıklarının ‘bilimsel’ tespitlerinin yapılmaya başlandığı ve ırkçılığın kök saldığı bu dönemde, bireyleri standartlaştırmak ve onları kontrol etmeyi kolaylaştırmak adına cinsel ilişkiler de ataerkiye hizmet edecek şekilde kategorize edilmeye başlanır. Yukarıda da belirtildiği gibi, kapitalist sistemin yapı taşı evde emeği sömürülen anne (günümüzde küreselleşme ile bunun yerine evde emeği sömürülen herhangi başka bir kadın da olabilir) ve dışarıda emeği sömürülen babadan oluşan ailedir ve bu yapıya tehdit oluşturabilecek herhangi bir aktivite de ahlaksızlık, hastalık, marjinallik ve suç olarak işaretlenmek zorundadır. Bu içinde bulunduğumuz durum ile ilgili benim benimsediğim bir pozisyondur. Sizin önermeleriniz nelerdir?
Konuşmanın devamında devam eden tartışmada detaylandırılan konular:
-Çift cinsiyetli kişilerin aktivizme dahil olup olmadığıyla ilgili bir soru soruldu. Kuzey Amerika İnterseks Topluluğu örneği verildi ve bu platform aracılığıyla çift cinsiyetli kişilerin tecrübelerinin ve taleplerinin paylaşıldığı konuşuldu. (İnternet sitesi: http://isna.org/)
-Konuşmacılardan biri lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüellerin görünürlülüğünün önemine değindi, ve Amerika ordusu bağlamında tartışılmış ‘Sorma, Söyleme’ politikası gibi politikaların, ki bu askerlerin cinsel yönelimlerinin konuşulmasını yasaklayan bir yasaydı tamamen karşıtı olduğunu belirtti. Görünürlülük konusundaki tartışmanın ardından konuşmacı, bazı ülkelerin ‘ilerici’ imajını sağlamak için uluslararası alanda toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel yönelim konularında eşitlikçi söylemlerde bulunduğunu, ancak kendi ülkelerinde bu konularda sorunların devam ettiğini ve uluslarası alanda yapılan özgürlükçü söylemlerle ülkelerde yaşananların birbirini tutmadığını, bu imaj çalışması amaçlı ve bazen iki yüzlü politikaların da fakrında olmanın aktivistlerin görevi olduğunu belirtti.
-Tartışma katılımcılardan birinin ‘Böyle bir toplandıda bile konuşma yapmaya gelen bazı yetkililerin söze ‘bayanlar ve baylar’ diyerek başlamasının absürtlüğüne değinerek, kuir kavramının daha geniş çapta tartışılmasını talep etti.