Uzun dönemden beridir T.Erdoğan’ın almış olduğu tutumdan dolayı, tıkanmış olan sivil siyaset; Kürd’ün bedenini yatırarak, halkların bedenini değil sadece kendi bedenine ölümü düşürerek sivil siyasete soluk borusu olmasıyla, sorunların çözümüne elde silah olmadan bakabilmenin imkanlarını sağlamış bulunmaktadır.
Gün, sorunların samimiyet ortak paydası üzerinden yürütülmesinin imkanlarının çoğaltılmış olarak orta yerde dururken; behamahal terk edilmesi gereken şeylerin de altını çizmiş bulunmaktadır.
Oyalamamak, dolanmamak, çözer gibi yapmamak.
Kürt sorununun başat hale gelmesinin ana kaynağı olan demografik demokrasi, demografik özgürlük kavramlarının önündeki barikatların kaldırılmasıdır.
Bu kavramların önündeki engellerin kaldırılmasının ikili yanı vardır. Kanunsal engellerin yok edilmesi ve tarihsel yaratım olarak var edilen ‘ötekileştirme’ yazılı ve sözlü söylemlerinin toplum dilinden ve egemen dil halinden çıkarılması.
Bedenini ölüme yatıranlar şunun net olarak altını çizmişlerdir.
Vatanı böldürmem.
Bu duygu; kültürel ve dilsel zenginliğimizin güç kaynağı olacağının pratik adımlarının atılması ile demokrasinin, ortak vatanın olmazsa olmaz halinin hareket noktası zorunluluğudur.
Türkiye siyasetinde hep beslenen Türkçü milliyetçiliğinin siyaset tıkayıcı karakterli olduğunu ve dolayısıyla hiç bir etniğin diğerine üstün olmadığını, etniklerin birbirlerine üstünlük edinmemelerinin Türkün, Kürdün, Çerkezin, Rumun, Ermeninin, Süryaninin ve dahi bu topraklarda yaşayan tüm kesimlerin, bu toprağın zenginliği olduğu, ne bir adım aşağıda ne bir adım yukarıda olduğu; vatan ortaklığının esas paydası olduğu halidir.
Türkiye siyasetinin tıkanmış olma hali, açlık ve ölüm oruçlarının sona ermesiyle birlikte çözüme yeni bir eşik yaratmış durumdadır. Bugün her zamankinden fazla silah ötekileştirilmiştir. Ortaya çıkan bu imkan çok değerlidir. Bu imkanların gelişip güçlenmesi için adımların çoğaltılması, çoğalması ne kadar fazlalaşırsa, silahların mamlularının toprağa gömülmesinin gerçekleşmesi şansı o kadar fazla olacaktır.
TC’nin kuruluşundan bu yana ki yaşanmışlıklara baktığımızda, bu tarih sürecinin bize neler yapmamamız gerektiğinin anlatımı olduğunu da görebilmekteyiz. Siyaset; bunun üzerinden tesis edilmesi durumunda, barışa hasretin bitmemesi mümkün değildir.
Barış hiç bu kadar yakın olmamıştı.
Elimiz barışa el versin.
Savaşarak toprağa düşürdüğümüz tüm değerlere karşı bu ahlaki bir sorumluluktur, vicdani sorumluluktur.
Bundan kaçınmak bizi tarihin sorgu divanına götürecektir.
Sözümüz kalmaz.