Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası(KTÖS), Bakanlığın okullara, hukuk dışı, partizanca ve keyfi olarak alan dışı mezunları ‘geçici öğretmen’ olarak atamasına karşı, ilkokullara vasıflı öğretmen atamaya başladı. 15 Ekim 2012’de Lefkoşa Sur içinde bulunan Arabahmet İlkokulu’na ‘üç’ öğretmenin ataması ile başlayan süreç başka okullara ‘on’ öğretmenin atamasıyla devam ediyor.
İlk atama sırasında yaptığı basın açıklamasında konuşan KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil; “eğitimde içinden çıkılmaz sorunlar ve kaos ortamının yaşandığını, okulların açılmasından itibaren 1 aylık sürede eğitimdeki sorunların azalacağı yerde artmaya devam ettiğini, okullarda öğretmen eksikliği ve altyapı yetersizliği bulunduğunu, sendikanın tüm iyi niyetine, sürdürülen diyaloga rağmen sorunların çözümü için girişim yapılmadığını, eğitimin gecikmeye veya beklemeye tahammülü bulunmadığı için öğretmen eksikliği bulunan okullara atama yapmayan Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı yerine öğretmen atamalarını kendilerinin yapacağını ve bu atamalarda sendikanın her türlü sorumluluğu üzerine aldığını, kararlılığın da devam edeceğini…” söyledi. KTÖS’ün yaptığı aslında fiili meşru sendikacılık anlayışını hayata geçirmektir. Kuruluşundan beri defalarca benzer tarzı kullanmış olmakla birlikte ‘öğretmen atamaları’ yaptığı ilk deneyimdir. Ancak bir sendikal mücadele açısından oldukça önemlidir.
***
Doğrusu sendikal mücadelenin mayasında fiili meşru mücadele anlayışı zaten vardır. Kapitalizmin ilk yıllarında milyonlarca işçi ve emekçi, yaşamını uzun iş saatlerinde, sefalet ücretleriyle çalışarak sürdürmek zorunda kaldığında, işçilerin bireysel kurtuluş şansları ve mücadele etme imkanları yoktu. Ve işçiler, ortak kazanımları için bir araya gelip mücadele etmek zorundaydılar. Ama örgütlendikleri sendikaları, uzun süre yasa dışı kabul edildiler. Sendikalar o yıllarda, işçi sınıfının, sermaye sınıfına karşı birlikte hareket etmesinin ve dayanışmasının fiili meşru araçları olarak doğdular.
1980’den sonra Türkiye’de ilk büyük grev Netaş’ta yaşandı. 12 Eylül’ün baskıcı atmosferinde işçiler, sendikacılar ve sol çevreler arasında ‘bu yasalarla grev yapılmaz’ karamsarlığı yaygındı. Netaş’ta, 18 Kasım 1986’da başlayan 3150 işçinin katıldığı 93 gün süren grev, yasal kısıtlamalara rağmen başarıya ulaştı ve talepleri büyük ölçüde kabul edildi. Bu durum işçi kitleleri ve sosyalist hareketler nezdinde büyük heyecan yarattı. Netaş grevi de işçilerin, sınıf savaşımındaki meşruiyetini fiili mücadeleden aldığı gerçeğini gösteriyordu. Sadece sözle şikâyetçi olmak, ‘sosyal diyalog’ kazanım sağlamıyordu.
Türkiye’de kamu emekçileri ise 1990’lı yılların başında fiili-meşru mücadele ile sendikalarını kurmuş, mücadelelerini büyüterek sürdürmüşlerdir. Kamu emekçileri sendikalarının eylemleri, yasal sınırları zorlayan ana damar oldu. Taleplerin haklılığı ve kitlesel katılım, bu eylemleri katılımcıların ve kamuoyunun gözünde meşru kılıyordu. “Fiili meşru mücadele”, sermaye iktidarına karşı, emekçilerin ortak çıkarı temelinde hem kendi örgütlenmesini geliştirmek hem de mücadele içerisinde emekçileri eğitmek açısından kamu emekçileri hareketinde kullanılan ve onunla özdeşleşen önemli bir kavram oldu. Bunların hepsinde görülen, meşru zeminde, toplumsal kesimler fiilen haklarını kullanmaya başladıklarında, yönetenler fiili uygulamaların yasal çerçevesini sonradan oluşturmak zorunda kalmaktadırlar.
***
Yukarıdaki açıklamalara KTÖS’ün mücadelesi, bir devamlılık, bir katkı oluşturmaktadır. Daha önce de başka okullara nakilleri yapılan okul müdürlerinin yeni yerlerinde göreve başlaması bakanlık tarafından savsaklanınca, KTÖS nakillerin fiilen hayata geçirilmesi kararını almıştı. Yine bazı okullardaki dershane yetersizliğine karşı da, bahse konu olan okullarda çadırda eğitim başlatarak fiili adım atmışlardı. Bunlar, Kuzey Kıbrıs’ta, fiili meşru sendikacılık anlayışının cisimleşen örnekleridir. Fakat bu örnekler yaşanırken, sendikalar kendilerini işveren rolüne koymaktan kaçınmalıdır. Örneğin sendikanın öğretmen ataması meşru bir zeminde sürmekte olup ataması yapılan öğretmenler de ders vermeye başlamışlardır. Peki bu noktada ataması yapılan öğretmenlerin ücretlerini kim ödeyecek? Bu durumda velilerin de harekete geçmesi ile öğretmen ücretlerinin devlet tarafından karşılanması mücadele konusu yapılmalıdır. Eğitim herkes için doğal bir haktır ve eğitim hakkından herkesin eşit ve parasız olarak yararlanması için de devlet yükümlüdür.
***
Bugün, dünyada ve bölgemizde sendikaların çoğu sistem karşıtı, fiili meşru mücadele araçları olmaktan çıkmış, devlet, hükümetler, patronlar ile uzlaşmayı temel alan, “sınıflar arası işbirliği” çizgisini benimseyen ‘sosyal diyalogcu’ araçlar haline dönüşmüşlerdir. Sendikaların, mücadele örgütü olma yerine, sistemle uyumlu bir konuma girmesi sendika bürokrasilerinin temel tercihidir ve sendikal mücadelenin özü ile bağdaşmaz. Elbette sendikal mücadelede, kurulan diyaloğlar, ilişkiler, sorunların çözümü için denenebilir. Ancak sorunlar çözülemediğinde meşruiyet zemininde fiili mücadele adımları atmak temel olmalıdır. Mücadele tarihinin gösterdiği gibi emekçiler mücadeleyi yükseltmediğinde ne ekonomik ne sosyal ne de demokratik kazanımlar elde edebiliyorlar. Burjuva demokrasisinin sınırlarının daralması ya da görece genişlemesi emekçilerin verdiği mücadeleye göre şekil almaktadır. Sendikal hareket, sendikal bürokrasiyi ve işbirlikçi sendikacılık anlayışını etkisiz kılmalı, ‘haklar yasalardan önce gelir’ anlayışı ile fiili meşru mücadele yükseltmelidir.