Hemen söze bu yazının aynı zamanda bir özeleştiri olduğu notunu düşerek başlayayım ve meramımı en başından, lafı hiç dolandırmadan aktarayım. Siyasal alanın daraldığı, siyaset yapmanın maddi ve manevi bedellerinin arttığı ve konformizmin hayatımızın en temel belirleyenlerinden biri olduğu bugünlerde sosyal medya, ya da siberaktivizme sardık. Sosyal medya, muhalif siyasal öznenin siyasal “radikalizmini”, içindeki “zehri” akıttığı ana mecra olma yönünde aldı başını gidiyor (okuyucuyu sıkmak pahasına bolca tırnak işareti olacak bu yazıda, şimdiden affınıza sığınırım). Sıkıntı “radikal” öznenin siber uzamı siyasetin mecralarından biri olarak kullanması değil elbet. Nefret suçlarından, küfür kıyametten, cinsiyetçi içerikten, sataşmadan, vasıfsız muhabbetten geçilmeyen “sosyal medyada” elbette ki muhalif dokunuşun, içeriğin katkısı göz ardı edilemez. Sorun, siberaktivizmin “muhalif” siyasal özne için siyasal davranışın ve hazzın merkezi, yegâne mecrası haline gelmesi. Siyasal mücadelenin bir “parçasıymış gibi” yapan öznenin “muhalefet yapıyormuş gibi” yaptığı; ama anca kendi dar (takipçiler, arkadaş ve irtibat listeleri) çevresine seslendiği, “sola-sağa” sayıp döküp rahatladığı, homolojiyi (türdeşlik-benzerseverlik) üreten ve yeniden üreten bir alan. Sahi, bugün “davanız” için kaç paylaşım yaptınız?
Artık adını duymaktan gına gelen “sosyal medya” sözü, kavrama atfettiğimiz önem hayatın her yanına sirayet etmiş durumda. Küçük bir örneği pek şanlı akademimizden vereyim. Gerek iletişim fakültelerinde, gerekse sosyoloji, siyaset bilimi bölümlerinde yüksek lisans yapan öğrencilerin tez konularını sorduğunuzda yanıt ezici bir çoğunlukla “sosyal medyanın…”, “sosyal medya ve…” şeklinde başlıyor. Her konuyu sosyal medyaya bağlamak ve her konuyu sosyal medyayla ilişkilendirmek adet haline gelmiş. Şirketler sosyal medya uzmanlarına, sosyal medya stratejilerine bel bağlamış. Siyasetçilerin sosyal medya kullanımı onları rakiplerinden ayrıştırıyor. “Sosyal medya ve şu”, “sosyal medya ve bu…” Biraz sıkmaya da başladı doğrusu.
SİBER UZAM=KAMUSAL ALAN?
İnternet teknolojilerindeki gelişim, internete erişim olanaklarının artması ve internet içeriğinin/hacminin öngörülemez ve hesaplanamaz bir şekilde artması internetin gücüne ve etkisine dair abartılı yorumların dolaşıma girmesine yol açtı. Hemen taze sayılara bakalım: internetworldstats.com, Kuzey Amerika ve Avrupa’daki internet nüfuz oranının, sırasıyla yüzde 78,6 ve 63,2 olduğunu söylüyor. Oran Okyanusya/Avustralya’da da çok yüksekken (yüzde 67,6), Afrika (yüzde 15,6) ve Asya (yüzde 27,5) nüfuz oranı en düşük kıtalar olarak göze çarpıyor. TÜİK’in Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırmasına göre internete erişimi olan hane oranı yüzde 47,2 ve her üç kişiden biri düzenli internet kullanıcısı. 31,5 milyon Facebook, 7,2 milyon Twitter kullanıcısı ile Türkiye sosyal medyayı da etkin bir şekilde kullanıyor. Bu sayılarla birlikte internetin ve sosyal medyanın etkisi-gücü etrafında koparılan fırtına daha da şiddetleniyor.
Aslında, kitle iletişim araçları teknolojilerinin tarihsel seyrine bakıldığında abartılı tepkinin sürekliliği dikkat çekiyor. Radyo ya da televizyonun yaygınlaşması, bilgi teknolojileri, küreselleşme (“dünya küresel bir köy oluyor!”), bilgi toplumu tartışmalarına bakıldığında sürekli olarak “eskisinden çok farklı” ve “yepyeni” bir tarihsel evreye girildiğine dair bir vurgu hep olagelmiştir: “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” Raşit Kaya ve Korkmaz Alemdar zamanında bununla ilgili bir not düşmüştü: “Kitle iletişim alanında çalışmaya başlayan biri, genellikle bu araçların önem ve etkisinin büyüklüğünü ileri sürerek, savunarak işe başlar. Sonra anlama çalıştıkça yaşamının önemli bir bölümü bunun tam olarak böyle olmadığını bulmakla geçer.” Acaba biz tam olarak ne zaman alnayacağız?
“İnternet”, “sanal uzam”, “siber uzam” etrafında süregiden popüler ve akademik tartışmalarda da bu hikâyenin izleri hemencecik fark edilir. Yakın zamanda sonlandırdığımız ve tamamladığımız bir çalışmada (Folklor/Edebiyat, n. 72, 2012) internet ve siyaset ilişkisi hakkındaki temel pozisyonları ele aldık. İnternetin siyaset için sunduğu olanaklar ve iddia edildiği üzere alternatif bir kamusal alan olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini sorguladık. Çalışma, internet ve sosyal medyayı sorunsallaştıran ve birbirlerine karşı konumlanmış iki ayrı kampın varsayımlarını tartıştı.
Çalışmamızda ayrıntılı bir şekilde tartıştığımız üzere, bir yanda internetin alternatif bir kamusal alan olarak ele alınabileceğine, mevcut haliyle ve gitgide genişleyen yapısıyla “siber uzamın” “gerçek” siyasal ve toplumsal ilişkiler kadar önemli ve belirleyici olduğuna dair bir iddia var. İyimserler için İnternet, siyasetteki mevcut tıkanıklıkları aşmak için bir fırsattır. Karşılıklı etkileşimi mümkün kılan yapısı, demokratik müzakere süreçlerinin işletilebilmesine, genişletilmesine ve derinleşmesine katkı sunabilir. Tam da bu yüzden iyimserlerin aklında İnternet, Habermasçı kamusal alan tahayyülünün günümüz enformasyon toplumlarındaki karşılığıdır. Yine bu yüzden internet muhalif içeriğin ve öznenin geleneksel medya kanallarına oranla daha rahat nefes aldığı bir ortamdır.
Diğer yanda da internetin asla “gerçek” siyasal ve toplumsal ilişkilere alternatif olamayacağını söyleyenler yer alır. İnternetin herkesin erişimine açık olmaması, ortak bir kamusallık için gerekli olan asgari düzenden yoksun olması (siber uzamın çok parçalı, bölük-pörçük yapısı) ve hızla ve gitgide daha fazla oranda ticari çıkarlar tarafından sömürgeleştiriliyor olması bu durumun temel sebepleri olarak sıralanır.
Siber uzamdaki siyasal faaliyet olarak tanımlayabileceğimiz siberaktivizm bahsi geçen tartışmanın önemli başlıklarından biri. Özellikle sosyal medyadaki “paylaşım” ve hızlı kanaat üretimi süreçleri bahsi geçen siyasal mücadelenin temel silahları. İyimserlere göre “gerçek” siyasal aktivite kadar etkili, hatta günümüz toplumlarında onun yerini doldurmaya aday bir tür siyasal aktivite biçimi siberaktivizm. İnternet de “örgüt olamadan örgütlenmeyi” mümkün kılan bir mecra. Bunun karşısında da İnternetin ve sosyal medyanın gözetim ve denetim araçları olarak iş görebileceğini iddia edenler yer alıyor.
İNTERNET: ÖRGÜT OLMADAN ÖRGÜTLENME?
Evgeny Morozov (http://goo.gl/TRwHw) Arap Baharı ve sosyal medya ilişkisi bağlamında sıkça gündeme gelen siberaktivizmin “yalan dünya”sını şu sözlerle eleştiriyor: “belki ‘örgüt olmadan örgütlenebilirsiniz’ ama devrimciler olmadan devrim yapamazsınız.” Buradan hareketle sosyal medyanın ve siberaktivizmin bir “-miş gibi” dünyası olduğunu söylemek mümkün. Siyasal faaliyetin etik boyutu, insanın etrafında olup bitenlere müdahale etme, bunları değiştirme ve başkalarının acılarına duyarlı olma sorumluluğu ile ilgili boyutu malumumuz. Siberaktivizmin yol açtığı şey ise, özellikle muhalif siyasal özne için bu sorumluluğun konsolide edilmesi, ertelenmesi ve kimi zaman da tatmini. Genellikle türdeş bir evrende birbirlerine seslenen, birbirlerinin kimliklerini, duruşlarını teyit eden, ortak hazları paylaşan bir katılımcı kümesinin paylaştığı bir alan (yine etkin bir Facebook kullanıcısı olarak iğne-çuvaldız konusunu hatırlatayım). Kendi içinde hiyerarşileri, rütbeleri ve küçük ünlüleri/ünsüzleri barındıran kapalı bir cemaati andırıyor (sözlüklere forumlara baktığımızda gördüğümüz bu). Hangi amaca ya da pratik-politik sonuca yaradığı-hizmet ettiği bilinmeyen, her gün onlarcası akan imza kampanyaları; takibi ve kaydı imkansız 140 karakterlik kanaat enflasyonu; paylaşılan köşeyazıları, resimler, fotoğraflar, karikatürler; laf sokmalar, “ayar vermeler”. Hepsi hayata ve siyasete dair alaycı, kinik ve pasif agresif tavrın dışavurumları. Tanıl Bora’nın Sol, Sinizm, Pragmatizm’de vurguladığı, kapitalizmin ve sağcıların kötülüklerini sayıp dökerek rahat eden bir konformizmin alanına dönüşüyor gitgide sosyal medya. (Bir de Adnan Hoca videoları var, o ayrı bir hikâye).
Sterillik, politik doğruculuk ve “mükemmel” siyasal pozisyon arayışındaki sibermuhalifin siyasetle mesafesi klavye mesafesiyle bir. Onun için kafası bozulduğunda “sağ” da “sol” da hedef tahtasına kolaylıkla oturabiliyor. İki dakikada yıllarca aynı çatı altında siyaset yaptığı insanlar darbeci, Ergenekoncu, faşist vb. olabiliyor. En doğruyu o biliyor, en çelişkisizi o; çünkü siberuzamda siyaset yapmanın konforu ona bunları yapabileceği bir Arşimet noktası bahşediyor. En başta söylediğim, siyasal alanın daralması, muhalif siyasetin kendine “gerçek” yaşamda, “gerçekten” etkili örgütlerle yaşam alanı açamamasının bunda çok büyük bir etkisi var tabii. Psikanalizi işe koşarsak eyleyemeyen muhalif öznenin eylermiş gibi yaptığı, bütünlüğünü, kimliğini inşa ettiği bir ikame alan olma yolunda ilerliyor sosyal medya. “Gerçek” hayattaki iktidarsızlığa, alternatifsizliğe bir merhem oldukça da muhalif özneyi siyasetin kendisinden uzaklaştırıyor.
* Birgün