Bakan özerkleştirme diye bir şey bilmediğini, literatürde öyle bir şey görmediğini açıkladı. Özerkleştirmeyi isteyen sendikacı “madem öyle bir şeyin olmadığına inanırdı niye özerkleştirmeden yana olduğunu söyledi idi” diye karşı çıktı, bakanın sözünün eri olmadığını vurguladı.
İşin içinde bir bit yeniği olduğu ortada.
İngiltere’ye gidenimiz çok olduğu için oradan örnek sunayım da isteyen teyit edebilsin.
Londra’da gezenler dikkat ederlerse görürler ki merkez dairelerin kapısında iftiharla
“Bu daire 1785’te kurulmuştur” diye iftiharla tabela asılır. Ne kadar eski ise o kadar makbuldür.
Bizimkilerin kurumlaşmak diye tekrarladıkları hayıf dolu istek bununla ilgilidir. Bir daire ancak yıllarca çalıştıktan sonra kurum olarak kimlik ve kişilik kazanır, yoksa dairede çalışan bir memurun verdiği uzun yıllar kendisi ile ilgilidir. Onun tecrübesini anlatır. Kurumun da deneyim kazanmasına olanak veren bir idarede üstün hizmet sunulabilir.
Bizim buralarda kurumlar deneyim kazanmaz. Doğru dürüst bir arşivleri de olmaz.
Meclis bu zavallı kurumlardan biridir. Yeni binasına taşındığında eski binada yapılan toplantıların tutanaklarını görmek isteyince bana siyah çöp torbalarına doldurup alıp gittiler demişlerdi. Sonraya devam edince alıp gidenlerin torbaları cumhurbaşkanlığına götürdüklerini öğrenmiştim. Sonra cemaat meclisinin ambarına atıldıklarını iddia edenlere rastladım. Meclis aramadıktan sonra boş verip aramanın sonunu getirdim.
Bu uzun girizgâhı bizde kurumlaşma olmadığını anlatmak için yaptım. Kurumlaşma olsaydı her daire derece derece özerk olurdu. Kuruluş yasaları yasal yetkiler verir. Onun için yasal yetkisine kimse yukardan müdahale edemez. Etmeye kalkarsa yetkiyi veren meclis olduğuna göre ondan izin alması gerekecektir. Bunu da yapabilecek olamaz.
Bazı kuruluş yasasında amirlerinin verdiği emirleri yerine getirir diye bir laf edilir ama bu da meclisin yetki devrini yaparken devrettiği yetkinin sınırlarını koyması gerektiği için gene de yasal yetkili üst kademe memurlar özerktirler.
Nitekim idare hukuku da bunu teyit eder ve özerklik yalnızca yasal değil hukuki de olur.
Bakanın özerkleştirme diye bir şey bilememesi siyasi tantananın ararsında özelleştirmenin alternatifi olarak özerkliğin dile getirilmesi ve onun siyasi tantana dışında bir bilgi sahibi olmamasındandır. Kusuruna bakılmamalıdır. Lakin gene de özelleştirme değil özerkleştirme sağlayacağız demekten sonra öyle bir şey yoktur demesini hoş görme olanağı yoktur.
Ayıptır. İnsanlar oradan buradan toplanarak bakan yapılır. Bunu onlar da bilir. Bakanlığın ne olduğunu bilmeyi bir tarafa bırakalım. Yanlış da bildikleri halde bakanlığı kabul ederler ve böyle durumlara düşerler. Tam tecahül-ü arifane!
Müsteşar ben İTA amiriyim ve bu ödeme emrini imzalamam der, bakan o imzalamazsa ben imzalarım deyip imzayı basar ve milyonlarımız ödenir. Böyle bir idare olamaz. Meclis buna ses çıkarmazsa erkten seçim de bizi paklamaz.
Erken seçim ancak “böyle bir idare ancak arkaik idarelerde olur” diye ayağa kalkan
siyasi partilerin yarışı ile umut verebilir. O zaman da dıştan kumandalı olan ülkemizde bunu nasıl yerine getirebilir diye şüphe olmasın olmaz. Örneğin meclis yıllık bütçeyi görüşmeyi bitiriyor. Protokol ise yeni imzalandı. Yani her kuruş bir konuda siyasi bir politikayı temsil eder diye bol bol mebuslara konuşma hakkı tanınır. Konuşurlarken mebuslarımız her kalemin harcanmasını emrederken politikayı da onaylamış olur. Erken seçim isteyenler bütçe ile protokolü kıyaslamayı düşünmedi mi? Düşünmedi ise onları seçmekle hata etmez miyiz?
Özelleştirme için bir politika yok mu? Elbette var. Onun izi de protokoldedir. Yani protokole bakan özelleştirme masrafı olarak, Kıbtek ve Telekom’u parçalamak için harcama miktarları konuldu. Mebusların elinde bunlar için kalemler var. Bakıp da anlayamayanın sorup izahat alması gerekirdi. Mebuslar komitede ne yapıyorlardı. Zamanında gelen daire temsilcilerine sorular sorulur diye ellerinde yazılı izahatla gelirlerdi. Komite üyelerine de sunarlardı. Ne değişti ki, mebuslardan başka?
Şimdi fonksiyonel bütçe var. Harcamalar fonksiyonlarına göre de dökülür. Kolayca sorunlarına yanıt alabilecek olan mebuslar niye sormaktan vazgeçtiler? Yanıt almıyorlarsa şikâyetçi midirler? Şikâyetçi iseler İçtüzük yasa önerisine imza atan Yektaoğlu’na da mı söz geçirip İçtüzük’te bilgi edinme haklarını pekiştirmeye çalışmadılar mı?
Erken seçimden niye umutlanalım? Daha iyi insanları seçeceğiz de daha iyi bir idare mi olacak? Böyle bir iddia ile iyilik getiren görülmedi. Geri ülkelerde “bize iyi bir diktatör lazım” diyenler çok görülür ama bundaniyilik bulan olmadığı için demokratik hukuk devleti itibarını korur. Bizi iyi insanlar değil iyi insanları destekleyen iyi sistem kurtarır. İyi sistem de iyi iş tanımı yapıp başarı göstergelerini iyi izleyen sistemdir. Başarı da aldığı yasal görevleri ölçüp biçen iyi insanları başarısıyla yücelten sistemdir. Bunun alternatifi yoktur.
CTP’nin Mağusa kongresinde “biz UBP gibi yapmayacağız, haksız atama olmayacak” diyene “ne demek bunca yıl dışlandık, şimdi acısını çıkarmayacak mıyız? Ezilenleri kollamayacak mıyız” diye alkışlarla karşı çıkılmasını yaşamış insanlarız. Daha iktidar ortaklığının ucunun görüldüğü zamanda uçkurların nasıl gevşediğini gördükten sonra sistemin buna izin vermemesini sağlamayı CTP’den nasıl bekleyeceğiz? TDP de hükümet oldu. Oldukça uçkurunu tuttu ama sari sendika kurdurmaya bile kalktı idi. Unutmadığımıza göre DP veya ÖRP’e mi yoksa adını şu an hatırlayamadığım öbürü mü umut verecek?
Paketler halinde manifestolar konuşulur, meclis sahibi olmayı aklına getiren niye yok? Yoksa bu meclis evrensel meclis adına layık bir şey mi kabul ediliyor?