arşivAli SarıtepeUluslaşmak ya da uluslaştırmak - Ali Sarıtepe
yazarın tüm yazıları:

Uluslaşmak ya da uluslaştırmak – Ali Sarıtepe

Yeniçağ podcastını dinleyin

Ulusal kimliğin oluşması esas olarak kapitalizmin şafağı başlangıcında olsa da; ulus birliğinin oluşmasında kimi öğeler, ayni toprakta yaşayan toplulukların bir takım ortak yaşamalar ile karşılaşması, karşılaştırılması neticesinde uluslaşmış olurlar. Bu tip uluslaşmaların, dayatılan yaşatmalardan dolayı uluslaştırılanlar olarak belirginleştirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyim.

Feodal imparatorlukların uzun bir tarihsel süreç içerisinde var olmalarını devam ettirdikleri hallerde; imparatorluk hakimleri, işgal ettikleri topraklarda kendi hükümranlıklarının devam etmesini sağlamak için, o topraklarda yaşayan hakimlerle çeşitli düzeylerde anlaşmalar ve işbirliklerini yaparak kendilerine oralarda var olmalarına süreklilik kazandırmaya çalışırken; o topraklarda sadece bu yöntemlerle varlıklarının devam edemeyeceği farkındalıklarıyla bu topraklara, daha önceden edinmiş olduğu egemenlik alanlarından nüfus transferleri yaparak kendilerine toplumsal dayanaklarının zeminini oluşturmaya çalışırlar. Ve süreç içerisinde göndermiş oldukları bu kütlelerin oradaki ahaliyle olan ilişkileri (egemen ilişki olurlar) ve sömürgeci devletin ora halkının ekonomik yaşamında kanunsal/fermansal bildiriler yayınlayarak bu halkın kimliksel olarak da kendisiyle bütünleşmesini yollarını yaratmaya çalışırlar.

Sömürgeci güçlerin burada yaratmış oldukları kütleler, artık onun sömürgeci payandaları olmuş olurlar.

Feodal sömürgeci imparatorluklardan kurtulma faaliyetleri durumlarında; yerel tarihsel topluluklar kendilerini bağımsızlaştırma mücadelesinde kendi öz güçleri ile bunu yapmaya çalıştıkları gibi, kurulmuş (kapitalizmin şu ve ya bu şekilde üretim tarzı haline gelmiş), ekonomik dönüşümünü yükseltmiş ulus devletlerin ulusçu karakterinden kaynaklanan ‘milliyetçilik’ etkilemeleri ve gerekse de bu tip devletlerin hakimiyet alanlarını genişletme politikasından dolayı, bağımsızlıkçı örgütlenmelere vermiş olduğu destek neticesinde mücadelenin yükseltilmesi.

Bu tip bağımsızlık mücadelelerinde iç birliğin sağlanması, kapitallist üretimin yarattığı ortak payda diğer bir deyişle sömürgeleştirilen toprakların burjuvazisinin önderliği neticesindeki mücadeleden kaynaklanan ulus devlet ve buna denk düşen bir ulus yerine; sömürgecisine karşı verdiği mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkan ulus olmaktadırlar. Ortak paydanın egemen halkası anti-sömürgeci mücadele olmuş olmaktadır.

Aynı zamanda halklar hapishanesi olan feodal sömürge imparatorluklarında bu bağımsızlıkçı mücadeleler ikili karakteri olan bir sorun daha yaratmış olmaktadırlar.

O topraklarda yaratmış oldukları ekonomik ve dinsel paydaşlarının, bağımsızlıkçı topraklarda yaşama imkanlarının kalmayacak konuma gelmiş olmasından dolayı, bu tip kütleler; kendiliğinden bu topraklardan ayrılmaya başladığı, bağımsızlıkçı toplum karakterlerinin yaratmış olduğu ötekiler olduğu için, yeni egemenler; ötekilerin topraklarında yaşamaları hakları olmadığı politikasını geliştirirler. Sürecin diğer bir yanı da, sömürgeci güçlerin; ötekileşen bu kütleyi iç alanlarına çekme, iskan etme politikalarını oluşturmaya başlamalarıdır.

Sömürgeci feodal imparatorluklar aynı zamanda karasal imparatorluklardır. Yakın yerlerdeki denizlerde edinmiş oldukları sömürge toprakları onların bu karakterini ortadan kaldırmamaktadır.

Dolayısıyla deniz aşırı sömürge imparatorluklarının kapitalizmin şafağı ya da kapitalizm imparatorlukları olduğu hali ortaya çıkmaktadır ki, buralardaki anti-sömürgeci mücadelenin bağımsızlığa dönüşmesi durumunda nüfus transferi esas olarak tek taraflı olmak durumuna denk gelmektedir. O da oradaki sömürgecilik olgusunun devam etmesi için, kendilerinin taşıdığı nüfusun oradan taşındırılması. Her iki durumda da bunlar başlı başına bir sorun kategorisine girmektedirler.

Feodal sömürge imparatorluğunun toprak kayıplarının feodal imparatorlukların savaşları neticesinde olmuş ise, kayıp topraklarlı sömürgeci feodal imparatorluk (çözülen imparatorluk) kaybettiği topraklardan sürgüne çıkarılan nüfusu, savaşı kaybetmenin sonuçları olarak; hala hükümranlığında olan topraklara iskan etme durumunda kalmaktadır.

Burada yaratılan nüfus hareketliliğin yerleştirilen topraklarda sorun yaratmaması için; yaşamlarına özensiz de davranılarak bu topraklara serpiştirilme politikasıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Ana ilke, yerleştirmelerin çoğunluk karakterine dönüşmeyecek şekilde yapılması halidir.

Çözülen imparatorluklar, tarih sahnesinden devlet kalma karakterlerinin de yok olmaması durumunda, kurulacak olan yeni devlet karakterinin ulus devlet karakterli olması hemen hemen bir kaçınılmazlık halini almaktadır. Yiten topraklardan kendisine kalan nüfus kurulacak devlet için başlı başına bir sorundur, artı, kendisinden bağımsızlaşan ve ulus devlet olan topraklarda; kuruluş süreçlerin nüfus hareketliliği olmuşsa, oluşturulmuşsa; bu ulus devletlerde oranın asli yaşayanlarının tarihsel yaşanmışlıklar içerisinde oluşmuş olan farklı kimlik halleri (esas olarak din paydali olmaktadır) ulus devletlerce ötekileştirildikleri için, bu devletlerde önemli bir sorun halinde durmaktadırlar.

İmparatorluktan yeni devlet, ulus devlet kurma sürecinde olan topraklarda ise; imparatorluk yönetiminin yaratmış olduğu nüfus hareketliliğinin ötesinde, o topraklarda yaşayan asli toplumlarda kuruluş süreci ulus devletinin, ulus devletinin sorunu olmaktadır. Burada yeni devletler; kendi aralarında analaşarak nüfus mübadeleleri yaptıkları gibi, bunlara göç etmeleri için yaşam olabildiğince zorllaştırılarak göç etmeye mecbur bırakılmaktadırlar.

Göç alan, aldırılan yeni devlet; hareketlilikten edinilen bu kimlikler din ortak paydası üzerinden yükselen ulus formasyonu içerisinde kendilerini bulmaktadırlar. Bu tip göç almalardaki bu karakter kesitleri, kendilerine giydirilmeye çalışılan bu etnik kimliğe ya sessiz kalarak onay(!) vermek durumunda kalmaktadırlar ya da yeni kimliklerinin ateşli sahiplenicileri olmaktadırlar.

Her iki haldeki durumda da; yaratılmaya çalışılan yeni kimlik eskiyle köksel bir kırılmayı yaşamamış haldedir. Onların yeni hale tam ulaşabilmeleri ve yeni nesillerin bunun üzerinden yükselmeleri, o topraklarda tarihe not düşecek olayların olması ile mümkün olmaktadır.

l. paylaşım tarihi ile örnek verecek olursak: Britanya İmparatorluğu bayrağı altında Çanakkale’de savaşan Avustralyalılar buna bir örnek olabilmektedir. Avustralya yaşayanları Çanakkale Savaşları’nı kendilerinin ulusal doğumu olmaları olarak görmelerini örnekleyebiliriz.

Öte tarafta; çeşitli nedenlerden-sonuçlardan dolayı yeni devlette etnik karakterli asli unsurlarına inkar dayatılmışsa, asimilasyona uğratılmışlarsa ve bu halden bir direnme, direniş doğmuşsa burada da bu hareketin ortaya çıkaracağı ikili bir sonuç oluşmaktadır.

Yok edilmeye çalışılan kimliğin; ulus, halk karakterini kendi bilincine çıkarması ve bunun özgürleşmesine koşması; diğeri de, yeni ulus devlet oluşturulurken bu topraklara duhul olmuş ya da duhul edilmiş dinsel kimlikli ortak paydalı bu kütle: İşte tarihsel kırılma-dönüşme dediğimiz süreçle karşı karşıya kalmış olmaktadır.

Devlete karşı kendi etnik halinin özgürleşmesinin kabul ettirilmesi mücadelesinde, buna karşı kendini konumlandıran devlet. Topraklarında yaşayan (duhul olan-duhul ettirilen) nüfusu, kuruluşundan buyana uyguladığı tüm milliyetçi uygulamalarına savaşma faktörünü de koyarak, buradan yeni ve dönülmez karakterler kazanmış bir kimlik çıkarma imkanlarına kavuşmuş demektir. Devlet; egemen olduğu topraklardaki etnik sorunu ve ya sorunları çözmeyerek, buradan çıkardığı savaşla kendi yurttaşlarından ulusal kimlik çıkarmaya başlar.

Bu uluslaşmak olmamaktadır. En tam hali uluslaştırmak olmaktadır.

Uluslaşmak, tarihsel süreç içerisinde kendiliğenci karakterli toplumsal kombinezonların sonucundaki oluşmadır.

Uluslaştırılmak ise, baştan sona iradeciliğin hakim olduğu sürecin ortaya çıkarmış olduğu bir sonuçtur.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin