Berfo Ana da gitti…
O hiç inanmadı oğlunun öldüğüne…
Evinin kapısını hiç kilitlemedi oğlu gittiğinden beri: “Cemil’im gelirse dışarıda kalmasın!” diye…
Hiç boyatmadı o evi: “Tanımaz, bulamaz!” diye güzel yavrusu döndüğünde…
Ama önce umutlarını öldürdük O’nun…
Artık yaşamıyordu O’nun içinde yavrusu… (O’nun için de…inandırdık…) ve O’nun (artık) tek isteği, katledilen oğlunun (en azından) kemiklerinin bulunması ve öldüğünde o kemiklerle birlikte gömülmekti.
Yaşarken doya doya sarılamadığı yavrusuna, mezarında sonsuz sarılmak… Olmadı…
Bir kez daha, önce umutlarını öldürdüğümüz bir anayı, yavaş yavaş öldürdük…
Kahrına direndiği halde yüz beş’ine kadar, hala gözleri açık…
Bir kez daha sızladı kemikleri, kayıp mezarında, otuz üç yıldır delikanlı duran güzel yavrusunun…
Berfo “kar” demekti… Bir kış günü, bırakıp gitti bizi; kızarmayı unutan yüzlerimizle…
Saçlarında kar taneleri…
Ama tam zamanıdır ana… Üstüne yağacaksın güzel yavrunun; gökler verecek seni, ona tane tane, bembeyaz ellerinle salına salına…
Katlettiği insanlara yan yana yatmayı bile çok gören faşist bir devletin evlatlarıyız. Ne mutlu (!)