yazılariktibasÖyleyse Bir Milyar Kadın Dans Etsin!?-Ecehan Balta
yazarın tüm yazıları:

Öyleyse Bir Milyar Kadın Dans Etsin!?-Ecehan Balta

Yeniçağ podcastını dinleyin

ecehan“Her üç kadından birisi tecavüze uğruyorsa, basit bir matematikle bu sayı 1 milyar oluyor. Bu delilik! Neden bu 1 milyar kadını işyerlerinden okullarından ya da evlerinden dışarı çıkartıp gruplar halinde tüm dünyada dansa davet etmiyoruz?” Eva Ensler, Türkiye’de de gösterime giren Vajina Monologları (Bülent Arınç duymasın) oyununun da yazarı. Bir milyar tecavüze karşı bir milyar dans eden kadın! Bu bir performans, kendisi de sanatçı olan Ensler, sanatın çok şeyi değiştirebileceğine inanıyor. Dünyanın her yerinde son 20 yıldır bu tür performanslar düzenleyen bir ekibi var. Yürüttükleri kampanyanın adı V-Day (Victory, Valentine, Vagina), Zafer, Sevgi ve Vajina. “Kadın, kutsal aşk, zafer” diye de çevirebiliriz. Yani ilişkilerimizin merkezine nefreti değil de sevgiyi koyarsak, toplumsal bir davranış değişikliği yaratabilirsek, kadına yönelik şiddet son bulabilir gibi…

Performans sadece bir başlangıç. V-Day, kadına yönelik şiddete karşı toplumsal davranışları değiştirecek yaratıcı buluşmalar, filmler ve organizasyonlar yapmaya devam edecek.

Türkiye’de de bu yıl İstanbul, Ankara , İzmir, Diyarbakır, Samsun, Mersin, Antalya, Muğla, Çanakkale, Bursa, Bodrum, Adana, Gaziantep ve Eskişehir’de 14 Şubat’taki danslı protesto gösterisi için hazırlıklar sürüyor(muş). Hazırlık olarak, açılan çeşitli dans kurslarına gidiyor kadınlar. Yani bir koreografi içinde olacak dansımız.

Bu dans meselesi, dünyanın çeşitli yerlerindeki feministlerden eleştiri aldı. Başlangıçta aktardığım cümledeki boşluk yüzünden. “Tecavüze uğruyoruz, öyleyse dans edelim”. Yani?

Kampanyayı eleştiren feministler çok haklı olarak kadına yönelik şiddetin nedenlerine odaklanmadıkça şiddetin de ortadan kaldırılamayacağını söylüyor. Ben bir adım daha ileri gideyim: Kampanyanın “toplumsal davranış değişikliği yaratma” hedefi, adeta bir “insanlar el ele tutuşsa, hayat bayram olsa” naifliğinde, sevgiyi davranışların merkezine koyarak, şiddetin asıl nedeninin sevgisizlik olduğunu ileri sürüyor ve nefret davranışının yerine öğrenilmiş sevgiyi koyarak dünyayı değiştirebileceğini ileri sürüyor (Aydınlanmacı filozofların “ya biz niye bunu düşünemedik” dediklerini duyuyor musunuz?). Zaten nedene de odaklansa, nedenler doğru tespit edilmediği sürece, bu tip kampanyaların kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırma şansı yok. Aslında, patriyarkal aileyi hedef almayan herhangi bir yaklaşımın hiçbir şansı yok. Belki antropoloji imdada yetişir?

Hominid denen primatlardan beri dansın, bireysel kimliğin bastırıldığı ve kolektif kimliğin öne çıkartıldığı bir bilinç durumu yaratmak için kullanıldığı öne sürülüyor. Antropologlar, bazı askeri grupların sefere çıkmadan önce dans etmesini de böyle açıklıyorlar (hepimiz Haka dansını biliriz). Ritmik ve monoton bir grup aktivitesi olarak dans, kolektif eyleme bir giriş niteliğinde. Bir sonraki adımı şimdiden tasavvur edilmiş bir dans etme eylemi, kadınların kolektif kimliklerini güçlendiren ve hedefe yönelten bir işlev görebilirdi.

Ama bir başka antropolojik hikaye de dansın içine cadı kaçmış kadınları iyileştirmek için olduğunu söyler ve deşarj etkisini böyle açıklar. Bilmiyorum, bir milyar kadın o gün tecavüz travmalarımızı atlatmış bir biçimde de evlerimize dönebiliriz ve kendi kendimizi iyileştirdiğimiz için başka kimsenin bir şey yapmasına gerek kalmaz.

Gerçi bir koreografi eşliğinde yapılan danslarla hala sorunumuz olabilir. 15 inci yüzyılda İtalya’da ortaya çıkan ve klasik müzik eşliğinde ilk koreografili dans olan bale, bir sahne sanatı olarak üst sınıflara hitap ediyordu. Bir şeye “sanat” denmesi, bir pratiğin soylulaştırılmasını gerektiriyordu.

Emma Goldman “dans edemeyeceğim devriminiz sizin olsun!” diyor ya, bence antik Yunan’da dansın anlamı olan “zıplamayı” (ballizo) kast ediyor, yoksa bir soylulaştırılmış sanat ürününü sokakta sergilemeyi değil.

O zaman elimizde tek bir antropolojik gerekçe kalıyor: Hindistan’da İngiliz sömürücüler kamusal alanda dansı fahişeliği artırdığı gerekçesiyle yasaklamışlardı. Zira, dans bir bedensel anlatım olarak, her zaman çok güçlü bir araç oldu. Buradan “sömürgeciliğe karşı bir eylem olarak dans” başlığı da çıkartabiliriz.

Denemeye değer mi? Bir gün dans etsek ölmeyiz, hatta bir milyar kadın toplu olarak sokaklara çıksa ve bir tam gün sokakta kalsa, evde şiddet istatistiksel olarak azalabilir. Ama şiddetin nedenlerine odaklanan işler yapmadıkça, patriyarka ve kapitalizmin koruyucu kalesi olan aileyi hedef almadıkça, toplumsal davranış değişikliğini sadece bir ilerleme meselesi olarak görüp, naif bir hümanizmin kapitalist barbarlık içinde mümkün olduğu yanılsamasına inanmaya/inandırmaya devam ettikçe şiddet ortadan kalkmayacak. O nedenle, ne dersiniz, bedenlerimize bir isyan ifadesi takındırıp, bir milyar kadın kolektif kimliğimizi bulup, oradan da Sosyalist Feminist Kolektif’in “Aile Dışında Hayat Var” eylemine mi gitsek?

http://www.antikapitalisteylem.org/makaledetay.php?&id=407

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
357AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin