Dedim, sonra buraya koydum. O sosyal grup bu halk şu toplum derken, kaynatıyoruz arada bireyi. Altını kısalım biraz, buharlaşmasın, uçmasın…O demişti, teyzelerimden biri; “birinci aksiyom: herkes birbirinden farklıdır.” Kim dayatabilir mesela bu yazıyı nasıl yazmam gerektiğini? Belki de bunun daha etkili olabileceğine inanıyorumdur, kim inanmıyorum diyebilir? Biraz da içinde olduğumuz çemberlerin hem bizimle, hem de birbiriyle etkileşimiyle, ben benim, biraz da üzerime diktiklerimle. Velhasıl, ben de hayatın bana sunduğu verileri öyle algılayıp böyle öğütüyorum. Biraz anlasınlar biraz anlamasınlar (“onlar diye bir kavram var”), biraz alınsınlar biraz alınmasınlar, zannetmesinler oldukları şey, onlara özel; sorun da bu ya, sorun; esas bunu görüller?… öylesine alışıldık bir örneğin devamı olduklarını, yaptıklarını… Zaten ortada kendini tekrar eden, bir yerlerden hep ama hep hatırladığım, hayatta tekrar etmesi+bence zararlı olması denkleminin bende yarattığı korku olmasa, neden yazacak kadar rahatsız olayım… Hem belki de emin olsunlar istemiyorum; belki de emin olduğumu iddia etmiyorum, belki sizin sularda yüzemiyorum.
Kollar kırılırken içinde kaldıkları yenler, içinde esen yeller, içini ezen diller var. Ama ya kol kırmayacaksın, ya da kol kırılınca yeni de söküp atacaksın, göreceksin yaptığını, sonra çaresine bakacaksın olanın, keseceksin kırıklarını saçının ucunun. Bunları yapacaksın ki yeller alıp gitmesin, diller ezip geçmesin; çığlık attırma hissi verdiklerinin ağzına peşgir tıkıştırmayacaksın ki iç’kulak yangısından dengeni kaybetmeyesin, senin içinde yankılanmasın onun atamadığı çığlığı sadece televizyon izliyor olduğun bir anda mesela. Amacın ezmekse, geçmekse, gitmekse, senin için de birkaç ipucu olabilir burada, yeter ki ne yaptığının inkarında yatma kuluçkaya; kendinden kaçma parmak ucunda!
Mücadeleci kişi, hem işyerinde hem evinde hem sokakta mücadelecidir, hem sevgilisiyle hem arkadaşıyla hem komşuyla inandıkları uğrunda mücadele eder. Mücadeleci kişi, en önce de kendiyle mücadele edenidir. Kendini eleştirisinden, didiklemesinden, mücadelesinden ayrı düşünmez, zaten düşünemez. Özeleştirileri de “tek kötü yanım herkesi kendimden çok düşünmekti” tadında, aslı eleştiriden uzak semalarda yüzmez; “insanları düşünmeyi insanları düşünmek için yapmadım, karşılığında bir beklenti de geliştirdim ve aynı şekilde bana geridönüş olmayınca hayal kırıklığına uğradım” okyanusunda az bulunan bir özdeğişimi getirecek kulaçları atmaya, okyanusun ortasında doğru nefesleri alıp verip hayatta kalmaya çalışma çabalarıyla olur.
Ötekiler havuzunda yüzdürdüklerimize tolerans göstermek (insan sadece olumsuzuklara tolere eder, tolere etmek karşıdakini hala daha olumsuzlamaktır) veya başkalarını anlamaya çalışmak (anlamaya çalışmak, empati kurmak gereklidir ancak yeterli değildir; karşıdakini anlamaya çalışmak hala daha kendimizi mercek altına almamak, buna gerek duymamak demektir) hoşca duyulur kulağa, ama aynalara küstür kişi, grup veya toplum burada, hala.
Kişi kendi kolunu, diğerinin kolunu nasıl kırmayacak, kırarsa yene neler olacak, yeni sökmenin yöntemi nedir, çeşitli midir, yoksa “belirlenen” şekillerde yapmayana devrimci cezalar mı kesilir? Eleştirel benliğimiz önce kendi konformist tarafımızla nasıl başa çıkacak, bu yöntemin de öteki-ifadesi nasıl olacak, mücadele lafa kalmayıp buna kafa eskitilerek yapılacak. (Gaile)