Her kriz, fırsat ve kazanımlarını da birlikte getirir
Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi olduktan sonra da yurt dışından adaya gelen para trafiğinin kaynağını araştırmadı. Önceki yıllarda olduğu gibi hükümetler, bankaların gelen paranın “ak mı kara mı” olduğuna bakmaksızın mevduat kabul etmesine göz yumdu. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti bankalarını krize sürükleyecek sürecin önü açılmış oldu.
Yetmezmiş gibi kaynağı soruşturulmayan yabancı mevduatlara, AB üyesi ülke bankalarından bir miktar daha yüksek faiz verilmesi de sessizce kabul gördü.
Bankalardaki yabancı mevduat birikimi o denli arttı ki, Güney’in ekonomisinin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nı katladıkça katladı.
Gazete haberlerinde banka mevduatlarındaki birikimin Kıbrıs Cumhuriyeti ekonomisinde yedi-sekiz misline çıktığı yazılıp tartışıldı.
Bu arada toplanan mevduatlar üretime dönük olarak bir miktar hızla yükselen inşaat sektörüne yatırıldı. Anca geriye kalanlar da daha çok getiri diye “yüksek faiz” getiren başka finans sektörlerine kaydırıldı. Ekonomide “yüksek faiz”, hele de hele de üretim ile ilişkisi kopuk yüklü mevduatın varlığı, her zaman için “daha çok risk” faktörünü de içerisinde barındırır.
Nitekim Yunanistan bankalarına kaydırılan bu mevduatlar bahse konu ülkenin ekonomik krize girmesiyle, Güneydeki bankalar da ilk büyük şoklarını yaşamaya başladılar.
AB’nin Yunanistan ekonomisini “kurtarma paketi”nde şart koştuğu “devletin harcamalarını kısması” ile başlayan “işsizlik” ve “ekonomik durgunluk” bir anda ülkedeki yabancı sermayenin kaçışını da başlatmış oldu. Bankaların da haliyle bunlardan olumsuz etkilenmesi bir biri arkası patlak veren gösteriler, arka arkaya yapılan seçimler, uzun süren ve hala dinmiş gibi gözükmeyen siyasal istikrarsızlık…
Güney’den Yunanistan’a aktarılan mevduatları da olumsuz etkiledi.
Öte yandan uzun zamandır Kıbrıs Cumhuriyeti açık veren bir bütçeye sahipti.
Yani devletin gelirleri giderlerinden daha azdı.
AB üyeliği ve Eurozone’a da girdiği için Kıbrıs Lirasına son vermiş, artık “para basma hakkı”nı da birliğe devretmiş bulunuyordu. Bundan böyle açık veren bütçeyi kapatmak için para basamaz, kendi bastığı parayı da piyasada birtakım ekonomik manipülasyonlara giderek yüksek değerde (overvalued) tutamaz, enflasyonist “politikalarla krizi atlatmak” gibi tercihlere başvurmakta eskisi gibi bir başına davranamazdı.
Reel olarak ekonomiye çeki düzen vermek, bankalarda kaptırılan mevduatı kompanse etmek ile de pek uğraşmadı Hristofyas hükümeti. Yumurta kapıya gelip dayanıncaya kadar seyretti. Az sonra göreceğimiz gibi, Güney Kıbrıs’ı sarsan santral patlamasıyla, o ana kadar bastırılan ekonomideki kötü gidişat da ağır ağır ortaya çıkmaya başlar. İnşaat sektörü geriler, işsizlik artar, devletin kasası boşalmaya ve ekonomik durgunluk nedeniyle zincirleme gelişmeler yaşanmaya baçlar.
Ekonomik göstergelerde krizin bağıra-bağıra geliyorum dediği sıralarda, bir de elektrik kesintileri zuhur edince, Hristofyas, bir de her gece istifasını isteyen ellerinde meşaleleriyle kalabalık göstericileri sarayın kapısına dayanmış bulunca, adeta “şaşkın ördek” misali apışıp kalır…
İşte Nikos Anastasiadis bu koşullar altında başkan seçildiğinde, önceli tarafından sürekli olarak-ötelenmiş-ertelenmiş yaygın politik tabirle, ekonomik krizi kucağında bulur.
Karşısında ise kredi alacağı iki kaynak vardır.
Birisi batılılar, AB ve IMF…
Diğeri ise vatandaşları bankalarda en çok sermaye’ye sahip ve “dost” ülke Rusya.
Avrupa Merkez Bankası (ECB)’na ev sahipliği yapan Almanların çok sert “kemer sıkma paketi” karşısında, krizi daha hafif atlatırım umuduyla Moskova faktörü denenir. Ancak sonuç hayal kırıklığıdır. Çünkü Moskova, üyesi olduğu AB ile sorunu çözmesi için Maliye Bakanı Sarris’e kredi değil, akıl verir.
Geçen zaman zaten ayyuka çıkmış krizi batı basının diline ve manşetlerine düşürür.
Bu süre içerisinde kapılarına “geçici” diye kilit vurulan bankalar nedeniyle piyasanın nakit sıkıntısına terk edildiği Güney Kıbrıs’ta sadece kredi kartları geçerlidir ve onların da limitleri sınırlıdır.
Panik, market raflarında dayanıklı gıda maddelerine hücumu, yatırım ve ticari hayatta zoraki durgunluğu ve kaosu tetikler. Gösteriler ise Kıbrıs Cumhuriyeti ekonomisinin can çekiştiğine dair başta BBC olmak üzere dünyanın pek çok kanalında manşetten verilen haberlerin devamını getirir.
Başta Almanlar olmak üzere ECB, IMF ve Kıbrıs ile görülecek olası hesapları bulunan sıraya girmiş pek AB kurumu, zaferlerinden emin bir eda ile artık bu minik adanın yarım coğrafyalık ekonomisine, üyelik yetkilerini kullanarak, şekil-şemal vermenin tam da zamanı olduğunu mu düşünürler?
Sanırım…
Bu yazının konusu önce, Güney’de patlak veren krizi biraz daha detaylı ele alıp ortaya çıkış nedenlerini, iyi yönetilemeyince yol açtığı felaketi, boyutlarını ve ne kadar zamana yayılabileceğini, her krizde olduğu gibi fırsatlar yaratarak, yaşamın pek alanında ve başta da Kıbrıs sorunu olmak üzere kazanımlara yol açıp açamayacağını tartışmaktır.
Şimdi artık Güney’de yaşanan, Kıbrıs Cumhuriyeti krizini tartışmaya başlayabiliriz…
Elektrik santralinin patlaması krizin ilk adımıydı
Bilindiği gibi, Güney Kıbrıs’ta ödeme güçlüğü içerisine giren bankaların çıkmazı, hazinesi boşalan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çiçeği burnunda Anastisadis başkanlığındaki hükümetini acil bir borçlanma arayışına götürür. Aslında bankalar krizi Anastasiadis başkanlığındaki yeni hükümet kurulmazdan önce de Kıbrıslırumların kapısını çalmaktaydı ancak şimdi daha çok oylama demek “devletin iflası” sürecini hızlandırmak anlamına gelecekti
Hafızamızı şöyle bir zorlayalım ve iki yıl öncesine kadar gidelim. Tarih; 11 Temmuz 2011. Limasol’daki Evagelos Florakis Donanma Üssü’nde meydana gelen patlamada 98 konteyner içerisindeki barut ve patlayıcılar infilak eder. Bunlar üç yıl önce İran’dan Suriye’ye giden bir gemide ele geçirilen mühimmatlardır. Hemen yakınında bulunan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin elektriğinin önemli bir bölümünü sağlayan Vasiliko Elektrik Santrali hasar görür. Güney Kıbrıs’ın birçok yeri elektriksiz kalır. İlerleyen günlerde uzun elektrik kesintileri Güney’deki gündelik yaşamı ve ekonomiyi olumsuz etkiler. Patlamadan dolayı zarar gören santralin ikamesinin zaman alacağı anlaşılınca, tek çıkar yolun Kuzey’in elektriğine müracaat olduğu ortaya çıkar.
Diyalektik ve Materyalist tarihin kapitalist sayfasına kazınmış, “insanların düşünce ve kararlarını, onları çevreleyen maddi yaşam koşulları belirler” kuralı bir kez daha kendini gösterir.
Daha kurulduğu ilk günden itibaren tanımadıkları ve tanınmaması için de küresel ölçekte çaba gösterdikleri Kuzey’deki “sahte devletin”, “kukla” olarak niteledikleri yöneticilerine müracaat etmekte çok da tereddüt etmezler.
“Kapitalizmde sermayenin dini-milliyeti yoktur” mottosu kendini bir kez daha gösterir. Sıkıştığında “Elen Milliyetçisi”, ancak bu arada geçmiş zamanın “Komünist” tabelasını da henüz sökmemiş AKEL yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti bahse konu kapitalist kuralın önünde diz çöker.
Cumhurbaşkanı Hristofyas da bu kapitalist kuralın dayatması karşısında, dünyadan en küçük ve en masum ilişkilerin dahi kurulmasını istemediği ve en küçük ilişkilere de anında müdahale ettiği Kuzey’deki yönetime, şimdi muhtaç duruma düşmüştü.
Sonuçta siyasi kararlılıkmış, prensipmiş, hepsini bir taraf itilir. Mevcut teknik ve ekonomik şartların dayatmasıyla, bizzat kendi resmi kurumunu, “tanımadığı ve tanımaması için baskı kurduğu” devletin organıyla ilişkiye sokmak suretiyle, ada’da yaşamın ve ekonominin bölünemeyeceği pratikte bir kez daha kabul edilmiş olunur.
Başpiskopos’un “Türk elektriği istemeyiz” mealindeki kem kümleri de pek fayda etmeyince “İstilacı Türkiye”nin Kuzey’deki alt yönetiminin elektriği, Güney Kıbrıs’ın evlerine ve işyerlerine, üstelik de para karşılığında konuk olur.
Yol açtığı ironi bir yana, santraldeki patlama, aralarında donanma ve üs komutanının da bulunduğu çoğu asker 13 kişinin ölümüne ve 30 kişinin de yaralanmasına neden olmuştur ve bu ada için önemli bir felakettir.
Patlamayla gelen askeri kayıplar, elektrik kesintileri, krizin siyasal bir krize dönüşmesine neden olur.
Zaten bu olayın yanı sıra, toplumlararası görüşmeler tarihinde ilk defa Denktaş’ın olmadığı ve eski “yoldaşı” Talat ile Kıbrıs sorununu çözeceği umut edilen Hristofyas’ın, öncelleri gibi başarısızlığı söz konusudur…
Patlamadan dolayı üç kelle alınır. Genel Kurmay Başkanı, Savunma ve Dışişleri Bakanı istifa ederler.
Buna rağmen sular durulmaz.
Her gece ellerinde meşalelerle Hristofyas’ın başkanlık konutuna gelen yüzlerce Kıbrıslırum gösterici, Hristofyas’ı istifaya davet eder.
Hristofyas krize karşı önlem almıyor
Artık Hristofyas’ın bir sonraki seçimleri kazanamayacağı da ayan beyan belli olmuştur.
İşte bu sıralarda Güney Kıbrıs hükümeti Yunanistan bankalarına kayan ve kaybedilen paraların dedikodusu ile sarsılır. Bir süre sonra dedikodunun gerçek olduğu ortaya çıkar ve Kıbrıs hükümeti günlük basında 20 milyar Euro’ya ulaştığı yazılıp çizilen “açık” için Avrupa Birliği’nin kapılarını çalar.
2011 yılında AB’nin kredi verme şartları bugünkünden çok daha hafif olmasına rağmen, patlama ve sonrasındaki olumsuzluklardan dolayı yönetimin içerisine düştüğü panik, Hristofyas ve AKEL’i, böyle bir antlaşmanın altına imza atma cesaretinden uzak tutar.
Ayrıca patlamanın yol açtığı “felaket” ile de kalınmaz. Ek olarak, sayıları 100 bin’e yaklaşan Kıbrıslırum vatandaş, ekonomideki ve özellikle inşaat sektöründeki durgunluktan kaynaklı işsizlik nedeniyle yoksulluk sınırına sürüklenir. (1)
Elektrik santralindeki patlamayla ilgili olarak yapılan araştırma raporu sonunda, Hristofyas kusurlu görülür. Yaklaşan seçimlerde artık Hristofyas’ın ikinci kez seçilemeyeceği ve AKEL’in de hükümet olamayacağı ayan beyan anlaşılmıştır…
Bugüne göre çok daha hafif şartlarla borçlanacakken, nasıl olsa seçimi kaybedeceği moduna giren ve köşeye sıkışan Hristofyas ve AKEL ikilisi, AB Troykasının ikazlarını ve “kemer sıkma paketi” teklifini reddeder.
Hükümet Rusya’dan kopardığı 2.5 milyarlık borçla yetinir. Laiki Bank da bugün ödeyemeyip batmasına neden olacak ECB kaynaklı borçlanmalarını o dönemde gerçekleştirmeye başlar.
Ekonomideki durgunluk, Yunan bankalarına kaptırılan para, santralde patlamanın yol açtığı siyasi istikrarsızlık, başta Rusya olmak üzere ada dışından gelen yabancı sermaye için alarm zillerini çaldırır.
Güneydeki bankalar kaçan sermaye’yi başta ödeyerek güven sağlamak istedikleri için olmalı, Avrupa Merkez Bankası’ndan (ECB) borçlanılan kaynakları tüketmeye başlarlar.
ECB’ni adeta kendi merkez bankaları gibi benimsemiş Alman siyasi erki ve kamuoyunda, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne önceleri sorunsuz açılan kredi sonradan zapt-u rapt altına alınma yoluna gidilir. Yunanistan’a akıtılan kredilerden sonra, Rus kara parasını akladığı ayyuka çıkan Güney Kıbrıs bankalarına karşı siyasi muhalefet cephesinden gelen eleştiriler, Merkel başkanlığındaki siyasi hükümetin “kolay lokma” Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dişini göstermesine yol açar.
“Buna göre eğer kredi isteniyorsa, alınan kredinin belli bir takvimde ödenmesi için karşılığında tasarruf da yapılmalı” görüşü Kıbrıs Cumhuriyeti’ne iletilir.
Tam da bu noktada Almanya mali otoriteleri ve siyasi çevrelerde Yunanistan’dan sonra, Kıbrıs Cumhuriyetindeki bankacılık sektörünün de çökmüş olduğu konuşulmaya başlar. Dahası bankaların Güney Kıbrıs ekonomisinin çok üzerinde büyüdüğü ancak buna karşın batmasına neden olacak kadar da içlerinin boşalmış olduğu fark edilir.
Öyleyse zarar eden bankaların zararını daha önce kar eden kimse onlar üstlenmeliydiler. Burada adres belliydi ve Güney’deki ticari-bankalardı.
Bankalarda mevcut yabancı-yerli tüm mevduatlardan kesinti yapılması, ortaya çıkan zararın bu şekilde mudilerden (yatırıcılardan) karşılanması önerildiğinde, Hristofyas da artık siyasi yaşamının sonuna gelmiş bulunuyordu.
Anastasiadis kazanırsa krizi kucağında bulacağını bilerek seçime girdi
Yürütülen soruşturmalar sonunda patlamaya yol açan olası suçlular arasında Hristofyas da işaret edilmiş, az önce yazmış olduğumuz gibi, partisi de dahil Hristofyas için bir yıl sonraki seçimlerde kazanma umudu tükenmişti.
“Kuzeyde olduğu gibi, kişisel ve örgütsel hırsların, kamu çıkarlarından çok önde gitme gibi bir siyasi geleneğin yerleşmiş olduğu Güney Kıbrıs’ta da” Hristofyas ve AKEL ikilisinin bankaların açıkları için tedbir almayı ertelemesi anlaşılır bir şeydir. Aday olmayacağı seçimlerin sonrasında, açıkların kapatılması için AB mali kurumlarının “emriyle” kemer sıkıp halkın öfkesini çekmeyi, yeni seçilecek başkana ve hükümete doğru öteler.
Hristofyas’ın yeniden aday olmayacağının açıklanması ve DİKO’nun da DİSİ’ye yanaşması üzerine Anastasiadis’in de seçimde kazanma olasılığı en yüksek aday olduğu ortaya çıkar. Böylece Hristofyas-AKEL yönetimi eş-anlı geriye doğru siyasi hamle yapar ve en büyük rakipleri olan Anastasiadis-DİSİ ikilisine meydanı terk eder.
Böylece Hristofyas seçimleri kaybetmiyordu, ancak:
1.Almanya’nın vereceği krediye karşılık AB’nin şartlarına boyun eğmekten de kurtulmuş;
2.Krizin çözümünde, kredi verecek olanın şartlarının halkta yaratacağı kızgınlığı da Anastasidis-DİSİ ikilisinin sırtına yüklüyordu.
Aday olmayacağı için Hristofyas kredi talebini ertelemeyi biliyordu da, seçilmek için aday olan Anastasiadis, eğer seçilirse borçlanmanın faturasını ödemenin üzerine kalacağını tahmin etmiyor muydu?
Anastasiadis elbette bütün bunları bilerek seçimlere girdi…
Kazanmak ve seçilmek istedi.
Nitekim kazandı ve seçildi de.
Anasatasiadis kazandığı andan itibaren, 1974 Temmuzunda Türkiye’nin işgalinden sonra en büyük felaket olarak nitelendirilecek ve yakın zaman sonra büyük bir belirsizliğe yol açacak ekonomik kriz takviminin hızla geriye saydığını biliyordu…
Anastasiadis krizi iyi yönetemedi
Ansatasiadis AB veya uluslararası finans kuruluşlarından borçlanmak için, nasıl tasarruf yapacağını da planlamak ve kredi verecek olan söz konusu uluslararası kuruluşları da alacağı tedbirlerin yeterli olacağına ikna etmek zorundaydı.
Tasarruf; kaybedilen paranın yerine konması için kimlerden kesintiye gidileceği ile ilgiliydi.
Bu noktada Ansatasiadis’in ilk hamleleri başarısız oldu.
Neden ve nasıl başarısız oldu?
Çünkü krizin faturasını, herkesin banka mevduatlarını vergilendirmek suretiyle, tüm sınıf ve tabakalara, yerli ve yabancı sermayeye, küçük ve büyük mevduatlar ayırımı yapmaksızın üleştirmeye kalkıştı. Buna göre 100 bin Euro’dan az hesabı olanlardan bir defaya mahsus yüzde 6,75, 100 bin Euro’yu aşan mevduatlardan ise yüzde 9,9 vergi yükümlülüğü getirileceği açıklandı. Bu dünyada daha önce hiç uygulanmamış bir tasarruf yöntemiydi.
Kapitalist vergilendirmede sosyal demokrat dilin yumuşak bir talebi olan, “çok kazanandan çok az kazanandan az” prensibine hiç uymuyordu.
Üstelik de Kıbrıslırumların nüfusunun büyük bir kesiminin mevduatları 100 bin Euro’nun altındaydı. Bu arada maaşlardan hatta emekli aylıklarından kesinti yaparak tasarrufa katkı sağlanma yoluna gidilecekti. Bunları kapitalizmde “sosyal devlet” denen olgudan uzaklaşılması anlamına geliyordu ve hükümetin bu önerileri halkta büyük bir paniğe yol açtı. Kıbrıslırumlar öfkeyle sokaklara döküldü. Meclis ablukaya alındı.
AKEL ve diğer partiler DİSİ’yi önerisiyle yalnız bırakınca bu önlem tutmadı.
Dahası, DİSİ’nin kendi önerisinin arkasında vekilleri bile durmadı.
Aslında daha önce dünyada pek denenmemiş olan ve küçük tasarruf sahiplerinden kesinti öngören böyle bir tasarruf tedbirinin Euro Bölgesi içerisinde bankacılık sorunu yaşayan İtalya, İspanya, Letonya ve Portekiz gibi AB ülkeleri için emsal teşkil edecek olması düşündürücüydü. Çünkü bu uygulamanın hayat bulması, bahse konu AB üyesi ülkelerde küçük mevduat sahiplerinin olası bir krizde kendilerine de benzer bir biçimde uygulanır korkusuyla bankalardan hızlı bir mevduat çekimini tetikleyebilirdi. Böyle bir olasılık AB çapında, çok daha büyük ve üstelik de zincirleme bankalar krizine yol açabilirdi…
Böylece Güney Kıbrıs’ta “Pandora’nın Kutusu”nun açılmasıyla kapanması da bir oldu.
Ama ekonomiden sosyal yaşam’a bir kaos iklimi de yerleşmiş oldu.
Haftaya kaldığımız yerden Güney Kıbrıs’ı konuşmaya, AB Troykası ile yapılan antlaşmada krizin faturasının, kimlerin ve Güney Kıbrıs’ta hangi sınıf ve tabakaların üzerine yazıldığını, Kıbrıslıtürklerin yaşamına olası etkilerini tartışacağız.
Eğer yer kalırsa hazır olun.
Aynı zamanda krizin olası siyasal-sosyal sonuçlarını ve yakın tarihte Kıbrıs Sorununa olası çözüm fırsatlarına etkisini irdelemeye devam edeceğiz…