Mete Tümerkan’ın Hamit Aygün ile yaptığı ve 1 ve 2 Nisan’da Havadis Gazetesinde yayınlanan röportajı:
Mete Tümerkan: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Hamit Aygün: 21 Aralık 1951’de Lefkoşa’da doğdum. Emekçi bir ailenin sekizinci ve en sonuncu çocuğuyum. 1970 yılında Lefkoşa Lisesi’nden mezun oldum. Lefkoşa’yı birleşik hali ile tel örgüleri çekilmemiş hali ile çok iyi yaşayan insanlardan biriyim.
Mete Tümerkan: Lisede siyasete ilginiz var mıydı?
Hamit Aygün: Bizim sınıf çok renkliydi. Ferdi Sabit ve ben 3 Fen B sınıfında, Mehmet Ali Talat da 3 Fen A sınıfındaydı. Hasan Hastürer ve Hasan Kahvecioğlu da edebiyat sınıflarındaydı. Dolayısı ile ileriki yıllarda bu sınıflardan çıkan arkadaşlar siyasal süreçlere önderlik eden insanlar oldular. Halil Paşa’nın yazdığı güzel bir yazı dizisi var. ‘Birinci kuşak Kıbrıslılar, ikinci kuşak Kıbrıslılar’ diye. O yazılarda bizleri çok iyi analiz etti. Kıbrıs Türk toplumu 1958’de başlayıp 1960 yılında noktalanan bir operasyon yaşadı. Biz de o zaman 7-8 yaşlarında çocuklardık. 1960’a gelinip cumhuriyet kurulduğunda, herhalde tek örgütlü grup TMT’ydi.
“68’den itibaren sol ile ilgilenmeye başladım”
O günden itibaren 63 yılını da dikkate aldığınızda şovenizmin doruk noktaya ulaştığı bir dönemde yaşadık. O ortamda ideolojik bir kitap, kaynak veya herhangi bir grup olmadığı için bizler bu olaylardan çok da haberdar değildik. Fakat 68 yılında mücahit olduktan sonra, Türkiye’ye eğitim için giden ilk grubun Kıbrıs’a dönmeye başlaması ile beraber, bu siyasal olaylara ilgi duymaya başladım. Bir şanslı tarafımız da Hasan Kahvecioğlu arkadaş, Nazım Hikmet’ten bol bol şiir okurdu. Edebi anlamda ve fikirsel anlamda sol ile 1968’den itibaren ilgilenmeye başladım.
“Sabah akşam, milliyetçilik aşılıyorlardı”
O dönemde çok önemli bir olay olmuştu. Türkiye’ye gidip dönmüş bir arkadaş ilk defa proletarya nedir, artı değer nedir, üretim, tüketim, işçi sınıfı nedir ile ilgili bizlere küçük bir bilgi verdi. Türkiye’deki olayları çok iyi takip etmeye çalışıyorduk. Fakat bize verilmek istenen, her gün sabah akşam, ‘siz milliyetçisiniz, Rum toplumu sizin düşmanınızdır’ olgusu bizde pozitif etki yapmadı. Tam tersine daha insani, anti militarist bir ruhumuzun oluşmasına neden oldu. Dolayısı ile ideolojinin alt yapısı da bu olsa gerek diye düşünüyorum. O düşmanlık ortamlarından her türlü sıyrılmayı başarmış bir bireydim. Dolayısı ile sol fikirlere daha açık bir beyin olarak Türkiye’ye gittim.
Mete Tümerkan: Türkiye’ye ne zaman gittiniz?
Hamit Aygün: 1971 Ekim’inde ODTÜ’ye gittim. O sene 12 Mart cuntası ve muhtırası vardı, dolayısı ile gittiğimiz zaman üniversite kapalıydı. Matematik bölümü biraz bekledikten sonra açılmıştı. İlk dönem yurtta kaldık fakat çok baskıcı bir dönemdi, o 71’deki ODTÜ’deki çatışmalar döneminden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi makamları ODTÜ’ye özel bir ilgi gösterdiler. Her taraf polis kaynıyordu. Tabii biz de gittiğimiz zaman bütün bunlardan habersiz bir birey olarak gittik. Kıbrıslıların güzel tarafı tertemiz bir insandınız. Karşınızda konuştuğunuz kişinin polis mi, asker mi olduğunu bilmiyordunuz.
“Kıbrıslıyım deyince bizi yollatıyorlardı”
ODTÜ’ye gittiğimiz dönemde bunları ister istemez yaşamaya başladık. Okulda bir jandarma karakolu vardı bizi aniden aldıkları gibi götürüyorlardı. Bizim bir şeyden haberdar olduğumuz söylenemezdi. Karakolda bir iki saat bekledikten sonra adınız soyadınız sorulur, ‘Kıbrıslıyım’ deyince bizi yollatıyorlardı. Üç sene askerlikten sonra tekrar bir askerlik yapmak zoruma geldi ve ODTÜ yurtlarından ayrıldım. Ayrancı semtine yerleşmem benim hayatımı da bir şekilde değiştirdi. Orada evleneceğim eşimle tanıştım ve Türkiye toplumuna katılım gibi bir süreç başladı.
“Siyasal olarak Ayrancı’da beslenmeye başladım”
Mete Tümerkan: Nasıl?
Hamit Aygün: O dönemde CHP’nin Çankaya ilçe yönetimi vardı. Kayınbiraderim de onun içindeydi, beni de oraya taşıdılar. 73 seçimlerinden önce çok ciddi bir demokratik çalışma yapıldı. Hayatımın 26 senesini geçireceğim bir Türkiye sürecinde Ayrancı’da yaşadım. Ayrancı Türkiye’de bütün bu 80’li dönemlerde kurtarılmış bölge oldu. Hiç bir sağ partinin seçimkazanmadığı bir yapıdır. Orada da siyasal olarak beslenmeye başladım. 73 yılında Türkiye’de seçimler oldu. CHP belli bir başarı elde etti. O arada Türkiye’de Karaoğlan gibi bir kavram var. Biz de CHP’nin ilçe yönetiminde bir Kıbrıslı olarak çalışıyoruz.
Mete Tümerkan: O arada Kıbrıslı öğrencilerden koptunuz mu?
Hamit Aygün: Hiç kopmadım, zaten üniversite devam ediyordu. Örgütlenme de henüz yeni başlamıştı. Biz liseyi 1971’de bitirdiğimizde, bize ‘bir yıl daha mücahitliğinizi sürdürürseniz burslu olarak Türkiye’ye gidersiniz, ama eğer isterseniz terhis olursunuz bir yıl daha mücahitlik yapmadan, bu kez kendi paranızla yüksek tahsile hiç beklemeden gidebilirsiniz’ dediler. Mehmet Ali Talat bizden bir sene önce mezun olur olmaz ODTÜ’ye gitti ve 71 öncesi oradaki ODTÜ Öğrenci Derneği’nde 12 Mart dönemine kadar Mehmet Ali’yi hazırladılar. Biz gittiğimizde dernek çalışmaları başlamıştı ve Mehmet Ali arkadaşı da orada görüyoruz. Bizler de o çalışmalara bir birey olarak katkı koyduk.
Mete Tümerkan: ODTÜ’deki o öğrenci örgütlenmesinin ideolojik yaklaşımı neydi?
Hamit Aygün: Net bir çizgisi yoktu değişik görüşler vardı. Biz ODTÜ’ye 128 kişilik kalabalık bir grupla gitmiştik. Yurtlarda Dev-Genç’in hakimiyeti vardı. Dolayısı ile o örgütlerde o ideolojinin modeli hakim olmuş olabilirdi ama tam hakimiyet aslında 74’ün sonunda ortaya çıktı.
Mete Tümerkan: Neydi o ortaya çıkan?
Hamit Aygün: Öğrenci hareketleri tekrar örgütlenemeye başladığında, yine Dev-Genç’i ön tarafta görüyoruz dolayısı ile Kıbrıslı öğrencilerin en çok etkilendiği görüşlerden biri. Halil O dönemde de Dev-Genç’in örgütlenmesi devam ediyordu ve dolayısı ile bir çok arkadaşımızın da yatkın tarafı oydu ama, ben çok kısa dönemde böyle ideolojik bir donanıma sahip olabileceğimizi inanan bir insan değildim. O yüzden ben bundan biraz uzak durup Türkiye’de sol eğitimi üzerine yapılan konferansları takip etmeye başladım. Kitaplar okumaya başladım. Ben de zaten saflarımı o noktalarda aldım. 1974’e kadar herhangi bir yerde taraf olmadım. Sadece kendimi yetiştirmeye çalıştım. Bir şeyi bilmeden bir şeyci olmak bana çok doğru gelmedi. 74’e kadar çok eylem de yoktu. Bizim dernekte de öğrenci sorunları üzerinden politika artı Kıbrıs’taki Denktaş rejimine karşı, antidemokratik yapıya karşı oluşan öğrenci ve gençlik muhalefeti vardı. Bir ayrılık gayrılık noktası da yoktu. Kimin ne olduğunu da henüz bilmiyorduk.
“Apayrı bir dünyada değildik”
1974 savaşından sonra biz AKEL’i sorgulamaya başladık. 71-74 arası eğer bir şeylere ilgi duyuyorsa idiniz, bir şeyler okuyorsa idiniz sol ile ilgili dünya görüşleriniz oluşmaya başlayınca ister istemez bir nokta ile karşılaştık. Türkiye’de Sovyetik bir çizgi var, Türkiyeli devrimcilerin ortaya koyduğu kendi görüşleri var, bir de Çin Halk Cumhuriyeti komünist partisinin görüşleri var. Üç ana nokta vardı. Bu perspektif içerisinde solun kendi içerisindeki konuşmaları tartışmaları ve ideolojik çalışmaları devam ediyordu. İster istemez biz de bunlardan birinin safına katıldık. Apayrı bir dünyada değildik.
“Peki AKEL görevlerini yaptı mı?”
Mete Tümerkan: Kıbrıslı öğrenciler arasında saflaşma o dönemde mi başladı?
Hamit Aygün: Evet, bu saflaşma giderek 74 sonrası AKEL’in sorgulanması, Kıbrıs savaşına geldiğimizde, neden bir cunta dönemi oldu ve bu toplumlar birlikte hareket edemedi, neden 1958’de Kıbrıslı Türk işçilere AKEL sahip çıkmadı ve bir şekilde bu insanların yok olmasına, ülkelerinden göç etmelerine ve öldürülmelerine neden oldu. Burada bir mücadelenin olmadığını gördük. Halbuki bize anlatılan AKEL tek işçi partisidir, bir ülkede zaten başka bir sınıf partisi olamaz. Peki böyleyse görevlerini yaptı mı? Bu partinin yönetim kurullarında Dervişali Kavazoğlu haricinde hiçbir Kıbrıslı Türk’ü görmedik. Anlayabildiğimiz kadarı ile AKEL’in ulusalcı bir yanının olduğunu da yine o günlerde öğrendik. Artı yine AKEL’in bir ENOSİS kararı olduğunu öğrendik.
“Türkiye’deki devrimci arkadaşlardan kopmadık”
Dolayısı ile bu çizgiyi biz eleştirmeye başlayınca, ayrışma başladı. Karşı tarafta Mehmet Ali Talat’ın çektiği bir ekiple tartışmalara başladık. Bu arada yine yönetimde bir birliktelik var. Ankara’da tam bir ayrışma olmadı. ODTÜ’deki Kıbrıslı öğrenciler bu olayların içerisindeydi. Anti faşist işgallere karşı olan mücadelede bir yerlerdeydik. Türkiye’deki o devrimci arkadaşlardan kopmadık. Onların mücadelesine elimizden geldiğince el verdik. Sonradan bu bütün okullara yayılmaya başladı. Bu okullara yayılmaya başlayınca tabii bizim yurdumuzda bir ayrışma başladı. Bu ayrışmanın nedenini biz çok merak ettik aslında.
Mete Tümerkan: Neydi bunun nedeni?
Hamit Aygün: Bu muhalefet başlayınca devrimci grup diye bir oluşuma gittik. O grubun yönetimi içerisinde ben, Kemal Aktunç, Alpay Ertaç, Ahmet Ömer vardı. Londra’dan bir arkadaş geldi Hayati Yaşamsal, 76 yılıydı sanırım, KÖGEF’in de şekillenmeye başladığı ama daha tam oturmadığı bir dönemdi. Bize dedi ki, “Londra’da Nurettin Seferoğlu, İsmail Bilen, Hüseyin Celal, Naci Talat, bunlar toplantılar yaparak Türkiye’deki Kıbrıslı gençlik derneklerinin genellikle TKP’nin örgütlenmelerinin içinde yer alması konusunda bir anlaşmaya vardılar”. İGD (İlerici Gençlik Derneği), TKP’nin gençlik örgütüydü ve Türkiye koşullarında genelde zayıf örgütlenmesi olan bir örgüttü.
“İşte orada koptuk”
Esas mücadeleyi götüren Türkiye’nin devrimci isimleriydi. Mahir Çayan gibi isimlerdi. Bir işaretleri ile yüz binlerce insan toplanabiliyordu. İGD’nin tabanı yoktu. Bizim örgütler başta İstanbul, işçi sınıfının ideolojisini savunduklarını söyleyerek İGD ile beraber çalışmaya başladılar. O zaman DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) de Türkiye Komünist Partisi’nin kontrolü altındaydı. Dolayısı ile bizim örgütler oraya doğru meyillenmeye başladı. İşte orada kopuş oldu. Hatırlıyorum, Ankara’da Devrimci Yol bir bildirge yayınladı, bu bildirgenin üzerine Ankara’da bir miting yaptılar. Bu mitinge biz de katılmak istedik. Mehmet Ali’ye dedik ki, buraya katılalım, yönetim kurulundan karar çıkacak, falan filan dedi; o mitingden dolayı yönetim de parçalandı. Biz de “devrimci grup” diye pankart açtık ve ilk defa “Bağımsız Kıbrıs” “Bütün halklar kardeştir” sloganı ile yürüdük. Bu kopuş, bu insanlarla olan ideolojik kavganın da sonu oldu.
“Mehmet Ali Beyler de bize ‘gosişler’ demeye başladılar”
Bizim görüşümüz bağımsız Kıbrıs ama bunun da yine Kıbrıslı devrimciler tarafından ve her iki toplumun oluşturacağı bir örgütlenmenin ürünü olması gerektiğine inanıyorduk. AKEL’i bu noktada ulusalcı olarak görüyorduk. İşin ilginç tarafı Sovyetik çizgiyi takip eden bütün sol partiler sonunda ulusalcı konumlara geldiler ve bölündüler. Bize bunu anlatıyorlardı. Türkiye’de aldığımız o bilgiler ışığında bunu görüyorduk. Revizyonizm deniyordu buna, yani sağa sapma. Mehmet Ali Beyler de bize “goşistler” demeye başladılar. Çünkü kendi buyruklarına veya buradan gelen buyruklara çok katılmıyorduk. Goşizmin anlamı daha bir idealist soldu. Bunlar dağa çıkacak gibisinden yorumluyorlardı. Saçma sapan bir dedikodu mekanizması, ki bu galiba CTP’nin çalışma yöntemlerinden birisidir, değişmedi de.
Talat ve arkadaşları Sovyetler’i kabe olarak görüyordu
Mete Tümerkan: KÖGEF ile ilişkileriniz ne oldu?
Hamit Aygün: KÖGEF’in birinci kongresinde delege seçimlerinde seçilen delegelerden biri de benim. Ankara’daki delege seçimlerinde bütün delegeleri aldık. Mehmet Ali Talat KÖGEF’in seçilmeyen tek başkanıdır. İkinci başkanı Ferdi’dir ama biz artık yoktuk. Birinci kongre olduktan sonra Trabzon’da bir öğrenci derneği daha vardı. Geçmişte Trabzon’daki öğrenci derneği ile de ilişkiler devam ederken. Bu restleşme olurken, Trabzon’daki dernek bu siyasetin dışında idi. Dev-Genç ve Kurtuluş aslında birbirlerine ideolojik olarak çok yakındılar. Biz bu derneğin KÖGEF’in içinde olmasında ısrar ettik. Çünkü KÖGEF’te üç tane dernek kalmıştı. Sonuçta bizim dernek üyeliklerimizi sildiler. Benim de o günlerde artık öğrencilik hayatımın da sonu idi.
“Bize göre KÖGEF olayı orada bitti”
Bizim KÖGEF’le olan ilişkimizi anlayabildiğimiz kadarı ile 77 yılının sonunda bitirdiler. O talebimiz de olmadı ve bu üç dernek İstanbul, İzmir ve Ankara, İzmir’de Oktay Kayalp ve ekibi, İstanbul’da da Ferdi vardı KÖGEF’i oluşturmaya devam etti. Trabzon’u kabul etmediler. O zaman Hürrem Tulga Dev-Genç’in adamıydı. KÖGEF’te etkin olan arkadaşların demokratik anlayışına da tepki vardı. Bunların demokratik anlayışı o kadar farklıydı ki, saate bakarlarmış, “iki dakikan doldu, söz hakkın bitti, otur yerine” derlermiş. Bize göre KÖGEF olayı orada bitti. KÖGEF ondan sonra da bir şekilde devam etti ama artık etkisi olmayan bir yapıydı. Çünkü bu gençlik örgütleri eğer çok renkli olmazsa içinde değişik grupları barındıramazsa demokratik olamaz. Azınlık olan grubun söz hakkını siz keserseniz orada demokrasi denen bir şey olmaz. O zaman siz kendi kendinize söyler, kendi kendinize dinlersiniz. Bizim zenginliğimiz neydi, Halil Paşa arkadaş farklı bir dünya görüşünü savunuyordu, bizim içimizde yer aldı. Biz hiç bir zaman Halil Paşa’ya en ufak bir antidemokratik davranışta bulunmadık. Onun görüşüne katılmadık, o istediği zaman bizim aramızdan çıktı ve konuşmasını yaptı, biz de ona karşılık vermişizdir ama o kadar, susturmadık. Bu bir öğrenci gençlik hareketi çünkü.
Mete Tümerkan: Mehmet Ali Talat’la bu konuları herhalde tartıştınız…
Hamit Aygün: Sovyetlerin dışarıya askeri müdahalede bulunmasını, biz devrimci ve sosyalist açıdan sakıncalı bulduğumuz o ülkelerin iç dinamiklerine dayanmayan başka türlü hareketler olarak değerlendiriyorduk. Onlar ise Sovyetler Birliği’nden çıkan her şeyi kanun olarak görüyordu. Sovyetler onlar için Kabe gibi bir şeydi. Sovyetlerin dağılması ile beraber hem buradaki AKEL, hem dünyadaki izdüşümleri yalpalamaya başladı. Dünyada sosyalizmin de gerilediğine katılıyorum. Ama bu arkadaşlarımız bir şey üretmiyorlar, kendilerinin bir sloganı yok. Her şey belli bir merkezden çıkıyor, o merkez ne derse odur. Bu doğru bir şey değildir. Sosyalistler yaratıcıdır. Ülkelerinin gerçekleri ile ilgilidir. Örneğin, bizimle beraber yüksek öğrenime giden bazı arkadaşlarımız başarısız oldu. Bir grubu adaya döndü, bir grubu başka ülkelere gitti. Kıbrıs’a gelen arkadaşlarımızdan Coca Cola fabrikasında çalışmaya gidenler oldu. Şöyle bir uygulamayla karşılaştılar. Üç ay çalışıyorlar, üç aya bir gün kala işten duruyorlar, bir gün sonra tekrar çalışıyorlar. E burada bu kadar sendikalar varsa bu insanlara neden sahip çıkmıyorlardı. Biz buna da tepki gösterdik. 74 öncesi bu arkadaşlarımıza Kıbrıs’ta sahip çıkılmadı. AKEL ve ona yakın sendikalar bu uygulamalara tepki göstermedi. Ulusalcı bir yaklaşım sergilediler.
Mete Tümerkan: Bu devrimci grubun Kıbrıs ile herhangi bir siyasi bağı var mıydı?
Hamit Aygün: Bu grup şunu yaptı, Kıbrıs’a ilk defa CTP aleyhindeki siyaseti taşıdı. CTP biliyorsunuz kurucuları Denktaş’ın bariyasıydı. Kıbrıslı namuslu iş adamları diyelim. Sol kimlikte değillerdi. 1970’li yıllarda ilk defa üniversitelerden mezun olup gelen insanlar CTP’nin içerisinde kendilerini ifade edecekleri farklı bir yol izlediler. Bu yol neydi? Sovyet çizgisinin bir ideolojisi vardı. O ideoloji şudur: “Buna kapitalist olmayan yol” denirdi. Kapitalist olmayan yol ve ilerleme modeli şudur. Size yakın bir partiye gireceksiniz ve çalışmalarınızı o partide yapacaksınız. Bu şekilde o partiyi ele geçirebilirseniz geçireceksiniz.
Mete Tümerkan: CTP böyle mi ele geçti?
Hamit Aygün: CTP böyle ele geçti. Aynı şeyi TKP (Türkiye Komünist Partisi), Türkiye’de CHP’nin içinde yaptı ama CHP’nin içerisindeki TKP’li komünistler CHP’lileştiler ve CHP’yi değiştiremediler. Dünyadaki birçok yerde bu başarısızlıkla sonuçlandı. Bu çok önemli bir Sovyetik taktikti. Burada da aynı şey oldu. CTP’ye girilip parti ele geçirildi. İlk defa devrimci grup solu farklı bir şekilde buraya taşıdı, Halk-Der’le kendini gösterdi onun arkasından bizim arkadaşlarımızla 1976 yılında Halkçı Parti’den ayrılan bir grup yakınlaşmaya çalıştı. Çünkü o dönemde gençlik örgütleri bir tek CTP’de ve bizde vardı. Bizim arkadaşlarımız TKP’nin (Toplumcu Kurtuluş Partisi) içerisinde yer almaya başladılar. Hatta TKP’de de yetkili yerlere geldiklerini duyuyordum. Ben TKP’ye katılmadım, çünkü o kurucular heyetini biraz biliyordum. Lefkoşalı olmam dolayısı ile isimleri biliyordum. Bu isimler eninde sonunda bizim arkadaşlara bir kazık atacaktı ve öyle de oldu. Sonuçta bizim arkadaşlarımız TKP’den de ayrılmak zorunda kaldılar. Bir kısmı da disiplin kurulu kararları ile ihraç edildi. Arkasından da 1989’da YKP’yi kurdular. Bugün Zehra Cengiz var. O bizim ekibin arkadaşıydı. İstanbul grubundaydı. CTP’nin dışında bugün bir çok renkli sima varsa bu bizim taşımamızla oldu.
Mete Tümerkan: Öğrenci hareketleri denildiği zaman hep KÖGEF ve ÜTK görülüyor, onlar dışında bir oluşum yokmuş gibi anlatılıyor, bunu neye bağlarsınız?
Hamit Aygün: Bu tamamen bir mücadeleyi veya bir fikri örtmek, karalamak için bugün bile halen yapılıyor. YKP’ye baktığınızda zorlama ile kapıları açıyoruz. YKP yokmuş gibi hareket ediliyor. Bu toplumda daha farklı görüşler de var. Ama CTP’nin baskın olduğu ortamlarda sizi yok sayan bir görüşü var.
Mete Tümerkan: CTP neden daha geniş bir tabana ulaşabildi ve devrimci grup ulaşamadı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Hamit Aygün: Bu imkan ve örgütlülük meselesidir. Biz hala daha siyaset yaparken kaynağı cebimizdir, çocuklarımızın harçlığıdır. Ben hala daha bugüne kadar etkin yardım alıp da siyaset yapmadım. Ne de partim. Ben YKP’liyim bir seçime girdik çok cüzi bir paramız, var o da bizim çocuklarımızın harçlığından keserek yaptığımız yardımlardandır. Bugün CTP’nin bir Yenidüzen’i var. Bence dürüst olarak bu tarihçeyi onların anlatması gerekiyor. Biz Türkiye’den devrimci bir hareketin içinden çıktık geldik. İstihdam da yapılmadı. Kıbrıs’ta bir fişleme olayı var, herkes biliyor. Dolayısı ile güç kazanamadık. CTP’de bugün yeşil atkıyı önüne koyup dolaşanlar eskiden müdürlük müsteşarlık yapmış insanlardır. Bizim bunu becermemiş olmamız çok daha iyi.
Mete Tümerkan: Türkiye’de daha etkin bir grubun içerisinde yer aldınız. O grubun Türkiye’de örgütlenme sürecinde size bir katkısı olamaz mıydı?
Hamit Aygün: 80 öncesinde burada bayağı etkili olmuştuk. CTP kongrelerinde bütün bunların hepsi yansıdı. Ama CTP acımasız davranıyordu, doğrudan doğruya sizi partiden ihraç ediyordu. Siz CTP içerisinde sesinizi yükselttiğiniz zaman bugün bile sizi harcıyorlar. Hiç gözünüzün yaşına bakmıyorlar. TKP deneyiminde belki bunu becerebilirdik ama orada bir darbe yedik. Denktaş’ın bir sözü vardır “TKP’nin içindeki solcuları temizledim” der. YKP radikal söylemleri ile toplumdan tepki çekti. Herkes takdir etti ama korktu. Dolayısı ile biraz da Kıbrıslı Türklerin yapısı değişti. Rüşvete alıştı, alıştırıldı. Memlekete bakıyorum kim emekçidir diye, işçi sınıfı diye bir şey yok, sadece bir aydın grup var ortada. Sendikaların durumu ortada. Sağlıklı bir görüş yok aslında.
“Biz doğru düzgün bir çocukluk yaşayamadık”
Gelelim Türkiye’de bize destek veren o büyük parçaya. 12 Eylül 1980 faşist darbesinde en büyük darbeyi yiyen grup oldu. Hakikaten çok köklü bir değişim oldu. Ben kendi kendimin farkında olmaya başladıktan sonra bir askeri otoritenin altında yaşadığımızın farkında oldum. Biz ne doğru düzgün bir çocukluk yaşayabildik ne gençlik yaşayabildik. Lise ikinin başında hepimizi askere aldılar. Bugün sizlere sorarım, 16 – 17 yaşındaki çocuğunuzu pazar günü kaldırır mısınız? Bırakın uyusun dersiniz. Bize öyle bir hayat hakkı tanımadılar. Biz boyumuz kadar piyade silahını aldık ve Lefkoşa’da mevziiye gittik. Bunu kimse bize ne parayla iade edebilir, ne başka bir şeyle.
“Türkiye’de sosyalistlerin işini çok çok zorlaştırdılar”
Türkiye’ye gittiğimizde iyi kötü bu şeyi kırdık. Hep hayatın gerisinden ve zorlama ile geldik. Demek ki biz de zekiymişiz ki başarıp bitirdik. Yoksa kolay bir okul değildi ODTÜ. Bütün bu koşullarda Türkiye’de, Türkiyeli devrimci arkadaşlardan biz çok şey öğrendik. O büyük grup da Türkiye’de büyük bedeller ödedi, hala daha da ödüyor. Türkiye’de de ne yazık ki şimdi Türk ve Kürt diye kamuoyunu böldüler. Türkiye’de sosyalistlerin işini çok çok zorlaştırdılar. Son dönemlerde YKP olarak Türkiye’deki sosyalist partiler ile çok iyi ilişkilerimiz var. Tabii ki bize destek vermeye çalışıyorlar çünkü oradaki gelişmeler potansiyel laboratuvar daha büyük. Deneyimler daha fazla. Onlardan da etkileniyoruz.
Mete Tümerkan: Geriye dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz bir şey var mı?
Hamit Aygün: Hiçbir pişmanlığım yok. Ben doğduğumda benim babam emekçi bir adamdı. Sekiz kardeşin en küçüğüydüm. Ben üniversiteyi bitirdiğim günden itibaren çalıştım. Yaklaşık 34 sene fiili öğretmenlik yaptım ve emekli oldum. Emeği ile yaşamış bir insanım. Ben inandığım gibi yaşadım. İnandığım gibi yaşamaya da devam ediyorum. Hiç pişmanlık duymadım. Keşke daha demokratik bir ülkede yaşasaydık. İnsanların ölmediği, şehirlerin bölünmediği bir ülkede yaşasaydık. Birleşme için de doğru düzgün bir mücadele verildiğine açıkçası inanmıyorum. Burada da CTP’li arkadaşlarla sıkıntı yaşıyoruz. Hasan Erçakıca arkadaş, Mehmet Ali Talat’ın sözcüsü oldu ki bunlar AKEL’e laf söylettirmeyen insanlardı. Adam her gün Cumhurbaşkanlığı denen saraydan karşı unsura sövdü. Biz bu dönemi yaşadık. Bunlar da bizi çok üzdü. Çünkü biz bunları biliyorduk ama toplum anlamadı. Toplum CTP’yi demokrat zannetti, sosyalist zannetti.
“Kendine sol diyen insanlar ve partiler artık bunun gereğini yapsın”
CTP demokrasi kurallarını içeren bir partidir diyebilirim. Sosyal demokrat bir partidir. Sosyalist ve sosyal demokrat arasındaki tek fark şudur, ikisinin de kökeninde Marksizm var, ama sosyal demokratlar son tahlilde burjuvazi ile işbirliği yapar. Bu dünya tarihinde çok net görülüyor. Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişi de bununla ilgilidir. Halkımız bunu bilecek. Emeğin partisi işçi sınıfının partisi gibi bir grubu görmek mümkün değil. Bugün bu piyasada kendine solcu diyen ben de dahil olmak üzere herkes aslında aydın karakterinin kendinde bulduğu bir güçtür. Bunun hatası bizde mi, sistemde mi bilemiyorum. Biz bu ülkede yaşayacaksak, anayasal vatandaşlıkta önemlidir. Bu Türkiye’de de tartışılıyor. 2013 yılında kendine sol diyen insanlar ve partiler artık bunun gereğini yapsın. Bu barışçıl mesajları versinler. Biz buradan uzağız gibime geliyor. Bütün bu sosyalistleri tek noktada buluşturmak kolay değildir. Ben o görüşü taşıyorum.