arşivUlus IrkadKıbrıs Cumhuriyeti her zaman tartışıldı - Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Kıbrıs Cumhuriyeti her zaman tartışıldı – Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

Aslında 1950’lerin sonlarında Kıbrıs Cumhuriyeti olgusuna gelinirken gene birçok deneyimin sonucunda gelmişti taraflar bu noktaya. 1954 yılında Makarios, self- determinasyon hakkını enosis için BM’de kullanmaya çalışınca oradaki tartışmaları da iyi okumak lazımdır. Makarios istemeden de olsa bu kararından caymıştı çünkü o zamanlar sömürgecilikten kurtulup yeni oluşmakta olan ülkelerin büyük bir çoğunluğu Makarios’un self determinasyonu kullanıp enosis yapmasına karşı çıkmışlardı. Stephen Xydis’in “Cyprus Conflict and Reconciliation” adlı kitabı (1973) BM’de, 1954 yılında yapılan bu tartışmalarla doludur. Hindistan Savunma Bakanı ve BM delegesi bu teklife en fazla karşı çıkanlardan biriydi. Eğer Makarios, enosis için self determinasyonu Yunanistan’a bağlanmak için kullanmaya çalışsaydı inanın Hindistan gibi yüzlerce etnik toplumun ve yüzlerce dilin konuşulduğu bir kıta kara parçası , bu örnekten yola çıkılarak parçalanacaktı. Krişna Menon gibi Peru, Arjantin ve daha birçok Güney Amerika ülkesi de Kıbrıslı Türklerden ve Türkiye’den daha da fazla bu teklife karşı çıktılar. Menon, Kıbrıslıtürklerin de self-determinasyonlarının olduğunu ve her iki halkın bu haklarını birleşmek için kullanmalarının gerektiğini devamlı vurguladı. Bunun yanında İngiliz Sömürge Hükümeti de bu karara karşı çıkmaktaydı. ABD ise müttefikleri arasında bir ihtilaf ve Orta Doğu’da menfaatlerini etkileyecek bir engel istemiyordu. İşte tüm bu yoğun baskılar istemeden de olsa tarafları Kıbrıs Cumhuriyeti noktasına getirmiş ve Kıbrıs Cumhuriyeti iki ana toplumlu olarak doğmuştu. Bizim liderliğin ise gene Taksim’den yana olduğu ve onun da ister istemez Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrılmak istediği açıktı. Fırsatını buldu mu o da Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmaya hazırdı, aynen Kıbrısrum Liderliği gibi.

Zaman ve şartlar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumlu olarak 3 yıl yaşattı. Sonra Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti’ni daha fazla Kıbrıslırumların dominant olacağı bir duruma getirmek istedi. Makarios’un kafasındaki doktrin, Kıbrıslı türkleri Cumhuriyetten soyutlarken, dıştaki paktların da dengelerinden faydalanıp Kıbrıslırumların egemenliğinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de devam ettirip, içte ülküsünü gerçekleştirirken, Türkiye’nin müdahalelerini de engellemekti ki bu doktrinini 1974 yılına kadar başarıyla uyguladı. Kıbrıslıtürklere verilen hakları hatta %30 hakları bile çok gördü. Kıbrıstürk liderliği buna karşı çıktı ve 1963 yılında tekrar bir patlamaya gidildi.1963 çarpışmaları sonucunda Kıbrıslıtürk toplumu kendi enklavlarına çekilirken, gelecekte ilk fırsatta taksim tezini uygulama ideali içindeyken, Kıbrısrum liderliği ise Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek toplumlu bir duruma getimenin rahatlığı içinde ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin avantajlarını da görerek, gene bir ulusalcı yaklaşım olarak tek toplumlu olarak etkinliğini sürdürdü. 1964, 4 Mart BM kararı da onların bu statükolarını sürdürmelerine yardımcı oldu ve uluslararası temaslarda bu pozisyonlarını sürdürme hakkı elde ettiler. Denildiğine göre ki yapılan araştırmalar da öyle gösteriyor, AB’ye bile girme izinleri garantör olan Türkiye’nin onayına bağlıydı. Peki Türkiye niye bu süreçleri engelleyemedi? Çünkü Türkiye de Anayasal statüsünü uygulamadı. Türkiye garantör olduğu halde garantörlük pozisyonunu kuvvetlendirecek davranışlar içinde olmadı ve hala daha bu pozisyonunu devam ettirmektedir. Mesela Garanti Andlaşmalarına göre iki devletlilik olmaması gerekiyordu. Peki Türkiye bunu nasıl ihlal etti? Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974 Darbesiyle…Peki hukuk böyle bir ihlali doğru karşılar mıydı? Ne yunanistan’ın darbesi ne de Türkiye’nin adayı ikiye ayırması hukuka uygundu. Peki, 4 Mart 1964 kararına göre tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti hukuksal mıydı? Elbette değildi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde uluslararası statü ve hak elde eden Kıbrıslıtürk toplumu nasıl olur da bir BM kararı sebep gösterilip bu uluslararası hukuktan nemalanan haklarından olabilirdi? Ama Türkiye, denildiğine göre çatışmaları engellemek için Kıbrıstürk liderliği ile bunu imzaladı. Peki Türkiye’nin bunu uygulaması, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu statüsünün devamını sağlar mıydı? Veya hukuksal bir hak verir miydi? Gene de vermezdi çünkü ortada 1963 yılında Kıbrıslıtürklere karşı işlenen birçok hukuk ihlali durmaktaydı ve hala daha durmaktadır. Peki bunlar bunca olaya rağmen hala daha giderildi mi? Hayır giderilmedi. Peki iki yüzbine yakın Kıbrıslırum’un da evinden edilmesi doğru muydu? Değildi…Gerek 1963 yılında, gerekse 1974 yılında, Kıbrıslıtürklerin evlerinden ve yurtlarından edilmesi doğru muydu? Elbette değildi. Kıbrıs’a 1974 sonrasında nüfus taşımak ve Kıbrısrum mallarına el konulması doğru muydu? Değildi. Bu yaratılan nüfusla ta 1976’dan itibaren siyasal iradeye müdahale etmek hukusal olarak doğru muydu? Elbette değildi. Aynı hareketi Türkiye’ye yapsalar, Türkiye halkı bunu kabul eder miydi? Kabul etmezdi ve Türkiye’de büyük bir kaos başlardı. O halde Türkiye bu ihlali niye Kıbrıs’a uyguladı? Kıbrıs Cumhuriyeti’nin aynı şekilde Kıbrıslıtürklerin mallarına el koyup 1974 sonrası bunları “Emergency Doctrin” diye yutturması doğru mu? Değildir. Bakınız konular uluorta gitmekte ve Garantörlerden tutun hemen hemen tüm tarafların hataları mevcuttur. Bunca kompleks bir sorunun sadece birkaç politikacı tarafından kapalı kapılar ardından görüşülmesi de yanlıştır. Kıbrıs Sorunu’nun uluslararası hukuk ve insan hakları çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği de açık ve gerçektir.

Şu anda Glafkos Clerides’in “My Deposition” adlı İngilizce yazdığı beş ciltlik kitap dizisini okumaktayım. Okuduğum bölüm de 1974 Cenevre Olayları. En az bir cilti bitirdikten sonra tüm seriyi bitirmiş olacağım. İkinci Cenevre Görüşmeleri devam ederken Güneş’le Clerides arasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden oluşması , hatta yeniden yeni bir devletin oluşması konusunda tartışmalar oluyor. Güneş yeni bir yapılanmadan bahsetmekte hatta kantonların toprak oranının %34 olması gerektiğini söylemekte ve ciddi tartışmalar olmaktadır. Birinci Cenevre Görüşmeleri sırasında Yunan-Kıbrısrum- RMMO ve EOKA birlikleri veya orduları tarafından işgal edilen Kıbrıstürk kantonlarının bile boşaltılması sorun oluyor ve bunların belgelere geçtiğini de görüyoruz veya şu anda okumaktayız. O sırada İngiliz Bakan Calaghan da Güneş’e şu konuşmayı yapıyor:

“Sayın Güneş, şu anda adayı teslim almış durumdasınız ve ada sizin hapishaneniz durumunda, eğer bu adada fazla karlırsanız bu adanın sizin için bir hapishaneye dönüşmesinden korkarım”…Zaman zaman Kıbrıs konusunun Türkiye için bir ayak bağı olduğu da gerçek. Şu anda Güney’deki ekonomik durum belki rahat nefes aldırmış da olabilir. Fakat yeni bulunan hidrokarbon yataklarının da yeni tartışmalara ve sorunlara mı yolaçacağı, yoksa, bir işbirliği sağlayıp uzlaşmaya mı varacağı bilinmemektedir. Ada bunca zamandan sonra bayağı çok kompleks bir soruna dönüşmüştür. Belki de bu da adadaki ulusalcı stratejilerden biriydi.

Hemen yanıbaşımızda iki üç aydır, adada 74 yılından beri etkinlik kuran Türkiye’de Kürt Sorunu konusunda barış süreci ve demokratikleşme konuşmaları yapılmaktadır. Uzun bir süredir barış sürecinden beri Türkiye’den cenaze ve çatışma haberleri gelmemektedir ki bu da sevindirici bir durumdur. Türkiye insanlarının büyük bir çoğunluğu bu barış sürecini de desteklemektedir. Bunun için halktan ve de aydınlardan da gelen katılımlar mevcuttur. Bana kalırsa “Demokratikleşme” derken demokratikleşme için öne sürülen teklifleri bile masaya yatırıp görüşmek ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesine çalışmamız gerekmektedir. Eğer demokratikleşme olursa demokratik üniter bir yapıda yaşamak da bir engel teşkil edemez. Çünkü böyle bir yapı insan hakları ve hukuku temeliyle sağlamlaşmış güvenlikli bir yapıdır. Ama öncelikle temelden bu konuda büyük reformların olması ve bir büyük değişime gitmek zorunludur.

Bu yeni hareketlenme başlamışken ve eğer Kıbrıs’ta da yeniden görüşmeler başlayacaksa, bu defa aynen Türkiye’de olduğu gibi sendikaların, aydınların ve de her iki halktan grupların demokratik bir şekilde çözüm görüşmelerine başlaması gerekmektedir. Her iki halktan gelecek katkıların, politikacıların yapacağı katkılarla bütünleştiğinde belki de çözüme daha büyük bir katkısı olur diye düşünüyorum. Bir de bunu denesek diye düşünmekteyim. Denenirse zararı mı olur?

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
323AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin