Kıbrıs ve AB 25 Mart’ın erken saatlerinde acil finansmanın koşullarıyla ilgili yeni bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşma, şiddetli toplumsal protestoların ardından Kıbrıs parlamentosunca reddedilen ilk anlaşmaya göre nispi farklılıklar göstermekte. Bu defa, özel vergiyi ödemek zorunda olan tüm mudiler olmayacak, ancak şu ana kadarki en büyük iki bankanın sahipleri, kreditörleri ve büyük mevduat sahipleri devasa kayıplara uğrayacak. 100 bin avronun altındaki mevduatlar artık etkilenmeyecek. Bu nedenle, yeni anlaşma dağılımsal olarak ilkine göre daha az asimetrik. Bununla beraber, bu önlemlerin Kıbrıs bankacılık sektörü ve ekonominin bütünü üzerine etkileri yıkıcı olacak. Aşırı büyümüş bankacılık sektörü darmadağın olacak, ama alternatif bir kalkınma modeline doğru bir adım atılmayacak. Avro bölgesinin Güney’inin tamamı için AB politikaları, tedavisiz bir şoka yol açıyor. Kıbrıs’taki krizin başarısız idaresi, avro bölgesini olası bir parçalanmaya daha yakın hale getiriyor.
Kıbrıs; AB, Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) troykasının orijinal planının kitlesel ve kurumsal bir direnişle değiştirildiği ilk vakadır. Kriz ve özellikle Yunanistan’daki AB politikalarınca ağır biçimde sarsılan en büyük iki Kıbrıs bankasının sahipleri ve kreditörlerine ek olarak büyük mevduat sahipleri, orijinal planın aksine faturanın bir bölümünü ödemek zorunda kalacaklar. Geçtiğimiz hafta AB’nin baskısı altında geçen yeni yasa, Kıbrıs merkez bankasına bankaları kapatma ve yeniden yapılandırma konusunda geniş yetkiler bahşediyor. İkinci en büyük banka, Laiki Bankası, tasfiye edilecek. 100 bin avronun altındaki mevduatları ve “iyi varlıkları”, en büyük bankaya, Kıbrıs Bankası’na transfer edilecek. Geri kalanlar aşama aşama tasfiye edilecek olan bir “kötü banka”ya transfer edilecek. Kıbrıs Bankası, sahiplerini, kreditörlerini ve büyük mevduat sahiplerini ağır kayıplara uğratarak yeniden sermayelendirilecek. Basının bildirdiğine göre, mudiler mevduatlarının yaklaşık %40’ını kaybedebilirler.
Sert bir yeniden yapılanmaya ek olarak başlangıçta planlanan tüm mevduatlara yönelik özel vergi, Kıbrıs bankacılık sistemine olan güveni sarstı. Bankaların yeniden açılması defalarca ertelendi. Yetkililer, beceriksiz AB politikalarınca açıkça tetiklenebilecek olan, bankalara mevduat çekme akınından korkmakta. Halihazırda sermaye hareketleri üzerine kontrol konuldu ve belli ki hesaplardan para çekmek epeyce bir süre için sınırlandırılacak. Bu yüzden darmadağın olan sadece bankacılık sistemi değil, adanın ödemeler sistemi de epey bir süre için işlevini gerektiği gibi yerine getiremiyor olacak. Böylece, ekonominin tüm diğer sektörleri de sıkıntı çekecek.
Tedbir olarak Kıbrıs’ta aşırı büyüyen bankacılık sektörünün küçültülmesi gerekliliğini hatırlatmalarına ve bu tip büyüme modellerinin kırılganlığı bir sır olmamasına rağmen AB yetkilileri, Kıbrıs’ta veya Birleşik Krallık, Lüksemburg ve İrlanda gibi diğer AB ülkelerinde finans sektörünün yeniden yapılandırmasına olanak sağlamak için herhangi bir sistematik önlemler almadılar. AB yetkilileri, kendi gözlerinde Kıbrıs’ın nasıl farklı bir vaka olduğunu vurgulamaya çalışsalar da düşük vergiler ve gevşek düzenlemelerle ilgili daha genel tartışmalar finans merkezlerinde Kıbrıs vakasıyla başladı. Bu durum, avro bölgesinin merkezinde çatlaklara yol açıyor. Lüksemburg maliye bakanı Jean Asselborn, Alman meslektaşı Wolfgang Schäuble’un, Kıbrıs’ın kendi “iş modelini” değiştirmesi gerektiği yönündeki taleplerine sert tepki gösterdi. Asselborn büyük AB ülkelerinin rakiplerini baskı altında daha küçük finansal merkezlere zorlamak için daha genel bir baskıyı fark ediyor.
Kıbrıs’ta, AB ada ekonomisinin iki kilit sektöründen birini basbayağı siliyor. Diğer kilit sektör turizm, gelişmeye yönelik bir alternatif sunmuyor. Sanayinin azgelişmişliği AB’nin diğer Akdeniz ülkelerinden dahi daha kötü durumda. İmalat, 2012’de GSYİH’ya %5.9, istihdama %8.2 katkıda bulundu. Cari işlemler hesabı yıllardır büyük bir açık veriyor. Bir kaç yıl içinde doğalgaz yataklarından istifade edilebilir ancak bunun şu anda faydası yok. Tedavisiz şoktan büyük bir ihtimalle, kitlesel yoksullaşmaya yol açacak çok derin bir resesyon doğacak. Yeni kalkınma modelinin inşası yıllar alabilecek ve AB’nin entegrasyon modeliyle uyum sağlaması zor olan politikalar (yeni sanayilerin korunması gibi) gerektirecek.
Kıbrıs açıkça -ve hızlandırılmış bir biçimde- avro bölgesinin diğer Güney ülkeleriyle aynı sürekli düşüşün içinde: Kemer sıkma resesyona neden oluyor. Resesyondan dolayı bütçeyle ilgili durum kötüleşiyor. Bu Troyka tarafından Radikal kemer sıkma önlemlerini empose etmek için bahane olarak kullanılıyor. Krizin yükü tek taraflı olarak çevre ülkelerine ve daha özel olarak da bu ülkelerin işçilerine ve orta sınıflarına yıkılıyor. Merkez ülkeler, özellikle de Alman hükümeti, ve ECB zalimce önlemleri kabul etmesi için Kıbrıs hükümetini muazzam bir baskı altında tutuyorlar. Avro bölgesinde bu tip asimetriler dikkate alındığında Financial Times yorumcusu Wolfgang Münchau şu sonuca varıyor: “Avro bölgesinin sınırlarının dağılması daha yakın.” Lefkoşa’daki protestocular avro bölgesinden çıkılmasını istediler.
Alman sanayi şirketleri ihracatı Güney Avrupa’nın AB ülkelerinden Çin, Brezilya ve Güney’deki diğer yükselen ekonomilere doğru yönlendirmeye çoktan başladılar. Bununla birlikte AB Komisyonu ve başlıca AB hükümetleri diğer iki düşüş halindeki güç olan ABD ve Japonya ile bağları güçlendirmeye yöneldiler. Bu iki ülkeyle birlikte, dışa dönük bir modelin parçası olarak serbest ticaret anlaşmaları müzakere edildi. AB yetkilileri bu anlaşmaların büyüme ve iş yaratacağını beyan ediyor. Öte yandan, ekonomi ve iç talep bu ülkelerde en iyi ihtimalle durgunlaşmış durumda. Bu nedenle, bu sözler içi boş gibi geliyor. Müzakerelerin gerçek amacı toplumsal ve ekolojik standartları azaltmak olarak görünüyor. Ve bu, AB içi politikalarla tamamıyla uyumlu.
[Joachim Becker tarafından Sendika.Org için İngilizce kaleme alınan yazı Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
* Doç.Dr Joachim Becker
Viyana Ekonomi Üniversitesi
Uluslararası İktisat ve Kalkınma Enstitüsü