İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher 87 yaşında öldü. Thatcher İngiltere’nin ilk kadın başbakanıydı ve 3 dönem görevde kaldı. Demir Leydi lakabıyla anılan Thatcher, yakın müttefiki ABD Başkanı Ronald Reagan ile birlikte kemer sıkma ekonomisi ile akıllarda yer etti. Neoliberal kapitalizmi eleştirenlere söylediği “başka alternatif yok” sözüyle ün kazandı. Grevci İngiliz madencilere karşı uzun süren mücadelesi İngiltere’de sendikal harekete büyük bir darbe vurdu ve özelleştirmeler döneminin yolunu açtı. Thatcher dış politikada ise Arjantin’le Falkland Adaları Savaşı’na öncülük etti, Şilili diktatör Augusto Pinochet’ye ciddi destek verdi ve Güney Afrika’da apartheid rejimini savunurken Nelson Mandela’yı “terörist” ilan etti. Londra’da İngiliz-Pakistanlı siyasal yorumcu, yazar, aktivist ve New Left Review editörü Tarık Ali ile Thatcher’ın mirasını konuşuyoruz.
Tarık Ali: Hiç şüphe yok ki İngiliz politikasını dönüştürdü. Muhaliflerini yenilgiye uğrattı. Mirası halen geçerliliğini koruyor, bu yüzden bu ülkede olup bitenler anlamında aslında ölmüş değil. Koalisyon hükümeti onun politikalarını hayata geçiriyor. Tony Blair ile Gordon Brown, Yeni İşçi başbakanları, tamamen onun etkisindeydiler. Blair başbakan seçildiğinde, ona ne kadar borçlu olduğunu göstermek için Downing Sokağı 10. Numaraya ilk onu davet etti ve Gordon Brown da aynısını yaptı. Dolayısıyla bir süreklilikle, süreçle karşı karşıyayız, Margaret Thatcher’ın başlattığı süreç, onun Falkland Adaları konusunda kullandığıyla aynı söylemleri Irak, Kosova ve Afgan savaşlarında kullanan Blair tarafından sürdürüldü. Ve bu politika devam etti. Bu yüzden mirası İngiltere’yi ekonomik olarak etkili bir şekilde harabeye çevirmek ve onu tamamen Amerikan imparatorluğunun bağımlı bir eyaletine dönüştürmekti.
Amy Goodman: Peki Teçırizm’in İngiliz işçi sınıfı için anlamı ne?
Tarık Ali: Temel olarak o dönem çok güçlü bir duruma gelmiş olan işçi hareketine meydan okudu. Sendikalar bu ülkede çok güçlüydü ve kendi paylarına düşeni almak için sermayeye etkili şekilde meydan okuyor ve son derece de başarılı oluyorlardı. Ülkedeki en saygın sendikalardan biri olan madenciler sendikası, ona meydan okudu. O da devleti organize etti, polisi devreye soktu, gizli servisi devreye soktu ve onları yendi. Bunu yaparken, sendikanın militanlığını “içimizdeki düşman” olarak andı. Düşmanlarının üstüne, ister dışarıda isterse içerde olsunlar, son derece keskin bir şekilde gitti. Ve “içimizdeki düşman” sözleri, her türden takipçileri tarafından muhaliflere karşı kullanılmaya devam etti.
Amy Goodman: Peki ya dış politikası?
Tarık Ali: Nelson Mandela’ya terörist diyen o ama birkaç İskandinav ülkesi dışında Batı hükümetlerinin hiçbirinin Afrika Ulusal Konseyi’ne pek de dostça bakmadığı, apartheid rejimini desteklediği unutulmamalı. Thatcher da bu konuda ön saftaydı. Dış politikası derin şekilde tutucu ve gericiydi ve o dış politika Avrupa’nın dışına çıkmaya zorlandığından bu yana değişmedi. Avrupa meselesi ülkede ve Muhafazakâr Parti’de halen büyük bir kutuplaşma konusu.
Ve her düzeyde, ülke içinde, uluslararası düzeyde, Teçırizm devam ediyor. Kimse bittiğini sanmasın. Ve bunu söylemekten nefret etsem de, hiç kimsenin (ne merkez sol ne de başka bir kesim) 2008 Wall Street çöküşüne bir alternatifle çıkagelmeyi başaramaması gerçeği, (en azından sistem içi) başka alternatif olmadığına dair sözlerinde bir miktar hakikat olduğunu gösteriyor.