Abdullah Öcalan 1999 yılından beri Türkiye’nin demokratikleşerek Kürt Sorunu’nun da bu şekilde çözülmesini savunmaktaydı. Yani son zamanlarda Türkiye kamuoyunun işittiği bu kavram, karartma uygulandığı, bu konuda Öcalan’ın gerek yazdığı kitaplar ve gerekse AB’ye o yıllarda dosya halinde hazırlayıp da sunduğu ve sonradan kitaplaştırılan savunmasında da Kürt halkı için tüm Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerinde durmaktadır. Bu konuda o zamanlar makaleler halinde yazılar yazan Demir Küçükaydın, şu bilgileri vermektedir:
“Öcalan özetle şunu söylemektedir: “Olan olmuştur. Bu bir savaştı. Biz de bir çok kötü işler yapmış olabiliriz. Bunu için özür dilemek gerekiyorsa özür de dileriz. Peki bundan sonra ne olacak. Önemli olan budur. Kann dökülmesini gerçekten engellemek istiyorsanız işe barış elim, işte istediğinizden fazla jestler. Bunlar iyi niyetimin kanıtıdır. Demokratik bir biçimde, biz kürtlerin kimliği tanınarak ve bizlere yasal olanaklar sunularak bir barış anlaşması yapmalıyız. Ben bunun için bir fırsatım. Burada yakalanmış olmam bu müzakere için bir talihsizliktir. Eğer bu olanak kullanılmaz ise daha çok kan akacaktır.”
“Kürt mücadelesinin bugün içinde bulunduğu güç durumu herhalde Öcalan kadar iyi kavrayan yoktur. Kürt hareketi bir türlü, Kürdistan’ın belli bölgelerinin dışında tutunamamıştır. Dünya’daki dengeler bir Kürt devletine olanak tanımamaktadır. Türkiye’de en gerici güçler nüfusun büyük çoğunluğunu peşlerine takmış bulunmaktadır. Türkiye ile çelişkisi olan devletlerin sunduğu kimi lojistik olanaklar güvenilmezdir (İran, Suriye, Yunanistan). Talabani ve Barzani’den diğer Kürt önderlere kadar herkes PKK’ya karşı bir tavırdadır. Daha saymakla bitmeyecek bütün bu olumsuzluklar ortamında ve bir de Önderini düşmana kaptırmış bir hareket ortadayken, bu son derece zayıf ve elverişsiz durumdan, bir başarı umudu çıkarmak ve bir başarısızlık halinde bile karşı cepheyi bölmek ve kendi cephesine güç vermek ancak Öcalan’ın bugün izlediği çizgi ile mümkün olabilirdi. Kanımızca Öcalan, kendi hedefleri açısından durumun gerçekçi bir değerlendirmesini yapmış olup ona uygun bir stratejik geri çekilme ile taktik esnekliği başarıyla birleştirebilmektedir.
Öcalan’ın ne yaptığını anlayamayanlara şu kısa olay belki bir şeyi açıklar.
Filistin ile İsrail görüşmeleri başladığında, muhalefetten biri Mecliste, Rabin’e yanılmıyorsam,”siz şimdi düşmanımızla mı barışacaksınız; onunla mı masaya oturacaksınız?” diye sormuş. Rabin de, “elbette, insan ancak düşmanıyla barış yapar” gibilerden bir şey söylemiş. Tam hatırlamıyorum şimdi. Ama fikir ortada.
Öcalan’ın bunu iyi kavradığı görülüyor. Öcalan’dan Türkiye’yi mahkum edecek sert sözler bekleyenlerin anlamadığı da bu.”
Türkiye’de barış sürecinin başlamasını AKP ve Tayyip Erdoğan ne kadar anladığını veya bunu nereye kanaliz etmeye çalıştığını bilmiyoruz. Ama Kıbrıs’taki AKP politikalarına baktığınızda bugün görülenin bu barış sürecine ne kadar uyduğu da şaşkınlık vericidir. Sayın Rauf Denktaş’ın ölümünden sonra tamamıyle Kıbrıslıtürklerin tüm insiyatiflerini keserek, buradaki hükümetin de başarısız ve naçar pozisyonundan da yararlanarak, uluslararası alanda, tüm Kıbrıstürk iradesini de yokedici bir şekilde, kendileri Ankara’dan ses vermeye çalışarak, aslında Kıbrıslırumlarla muhatabın asıl kendileri olduğunu belirtmeye çalışmakta ve Kıbrslıtürklerin iradelerini bir kere daha bertaraf etmektedirler. Son zamanlarda taksimi övücü çıkışlar da yapmaya başlayan AKP hükümeti garantör olarak taksimin gerçekleşmesiyle Kıbrıs’ta Türkiye’nin basmaya çalıştığı tüm hukuksal zemini de ortadan kaldırdığının ve zeminsiz kalacağının şuursuzluğu içindedir. Bunun yanıda Kuzey Kıbrıs’ta bile başkanlık rejimini savunan AKP’nin uzun süreçli hedefinin de ne olduğu belli olmaktadır.
ABD’li siyaset Bilimci Profesör Andrew Orato Türk bilimadamlarına verdiği bir demeçte bakın şunları söylemektedir ki bu oldukça haklı bir endişedir ve AKP’nin bilimsel ve demokratik davranmadığını da göstermektedir:
“Prof. Özbudun grubunun hazırladığı yeni anayasa taslağı sonuçta pek çok sınırlandırmanın olduğu bir ortamda yazılmıştı. O sınırlandırmaların olmadığı bir ortamda, yeni anayasanın ya da yeni değişiklik tekliflerinin neye benzeyeceğini kestirmek için ise elimizde çok az ipucu var. Belki Türkiye’nin Avrupalı ortaklarının üzerinde direttiği sınır ve kriterlerin AKP için bir anlamı vardır. Ama ben açıkçası endişe duyarım, çünkü sistem içinde frenlenemeyen ve dengelenemeyen bir parti kendi içindeki radikal kesime dönüp beklemeleri gerektiğini söyleyemez hale gelir. Bu sınırlamalar kalktığında artık AKP “Bütün bu sınırlamalar yüzünden istediğimizi yapamıyoruz” diyemez.
Elbette parti liderlerinin kalplerinde şu vardır, gönüllerinden bu geçer diye tahmin etmeye kalkmak kötü bir şey, ama bu deyimi kullanmama izin verirseniz şunu söyleyeceğim: Liderlerin kalplerinden geçenin gerçekte ne olduğunu hiç öğrenmemeyi tercih ederim.
Ve eğer mevcut değişiklik paketini geçirirlerse, hükümet gönlünde olanı gösterme şansını gerçekten elde etmiş olacak. Bu ise her türlü hükümet örneğinde nadiren iyi sonuçlanır. Bu temel liberal anlayıştır. AKP örneğinde de korkarım sonuç birçok liberal dostumun inandıkları gibi güzel olmayabilir.
Evet, ordunun vesayetinden çıkmak yavaş, sancılı bir süreçtir ve bu henüz tamamlanmadı. Ancak bu süreç Türkiye’yi liberalizm ve demokrasi için eşit ölçüde tehdit oluşturacak başka bir otoriteryenliğe de maruz bırakmamalı”.
AKP aslında bir doğru yaparken bir de yanlış yapmaktadır. Türkiye devleti Kürt sorunuyla demokratikjleşmeye doğru giderken tek çözümün Türkiye’nin demokratikleşmesi olduğunu görmeli ve demokratikleşmenin gereklerini yaparak, sivil otoriteryenliğe ve Kıbrıs’ta da sivil vesayetçiliğe kaymamalıdır. Bu şuursuzca kayışlar herşeyi allak bullak ederken AKP’yi de Türkiye’yi de zor durumlara sokabilir.
Türkiye Cumhuriyeti sırası gelmişken kürt sorununun çözümüyle demokratikleşirken, Kıbrıs’ta da siyasal iradeyi Kıbrıslıtürkler’de bırakarak demokratikleşmesini taçlandırmalı ve bu şemsiye altında Kıbrıslırumlarla Kıbrıslıtürklerin birlikte oluşturacakları yeni bir çözüme evet demelidir.
Ototeryenlik, AKP’nin tabanına da Türkiye halkına da hatta demokratikleşmeye de zararlı olacaktır. AKP yanlış adımlarına devam etmemelidir.