arşivAli SarıtepeDevlet yurttaşına nasıl bakmalıdır - Ali Sarıtepe
yazarın tüm yazıları:

Devlet yurttaşına nasıl bakmalıdır – Ali Sarıtepe

Yeniçağ podcastını dinleyin

İki önceki “Yapılan yol çalışmasıdır” adlı makalede, basında ve toplumda egemen olan ya da egemen edilen bakış açısı; hemen ‘barışı’ın yaratılacağı ve ya olacağı şeklinde ki anlayışın yanlışlığına yönelik bir yazıydı.

“Barış, yeni bir devlet biçimidir” adlı makale de ise, barış kavramının yeni bir devlet biçimine tekabül etmesinin olmazsa olmaz hali idi.

Bu iki süreç arasında ki zaman dilimi, bundan sonraki yaşam da devletin yurttaşlarıyla nasıl bir ilişki kurması ve yurttaşların taleplerine karşı takınması gereken davranış halinin ne olması gerektiği noktasının öneminin açığa çıkarılmasıdır.

En başından şöyle bir tespitte bulunmak yanlış olmasa gerek. Devlet, kendi yaşayanlarına karşı kendisinde olması gereken sorumluluklar noktasında kendisini tanımlamak yerine; yurttaşların kendisine karşı sorumluluklarını hep ön plana çıkardı. Bu anlamda da, vatandaş kavramı fiiliyatta teba kavramı noktasındaydı. Onun bu hali sonradan edindiği bir hal olmayıp, onun var oluşunun tarihsel hali ile birlikte var olma halinin daha sonra ki süreçte de devam eden haliydi.

Dolayısıyla; vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde, onda ki buyurganlık hali hep ön planda ve belirleyen konumda idi. Vatandaş hep sorumluluklar noktasında donatılmış ve bu da ceza kanunlarında ki müeyyidelerle taçlandırılmış hal de olmaktaydı. Onun bu hali, ona toplumda ve toplumla kendisi arasında ki ilişkiler de sorun çözücü karakter sağlaması yerine, bizzatihi kendisinden kaynaklanan sorun üretme devamlı olarak önde olmaktaydı. Günümüzde de devam eder halde olmasından dolayı da, şimdiki zaman kipini kullanacak olursak ‘olmaktaydı’ yerine ‘olmaktadır’ hali anlatıcı olan en iyi sözcüktür.

İşin bir yanı bu halde iken, yasa ve mevzuatlarda yürütme odağında bulunan zatlarda; bulunmuş oldukları makamın kendilerine verdikleri yetki kullanma gücünü o kadar hoyratça kullanmaktadırlar, devletin vatandaşına olan hegemonik hali, kullanış biçiminin keyfiliği ve istismarı ile birleşince, vatandaşta oluşan bilinç ise “ne şeytanı gör ne de kulvella oku” halidir.

Barış mutabakatı devletin vatandaşını yurttaş konumuna yükseltecek olan anlayışının ‘devletin yurttaşlarına karşı sorumluluklar’ manzumesini kendisinde içselleştirip, doğru bir ilişki biçimi kurması gerekliliğidir. Alacağı sosyal ve hukuksal tedbirlerle, yurttaşı kendisinden koruma düzenlemelerini yapmasıdır.

Bu tür düzenlemelerin yapılmasında, bu ikili arasında ki ilişki de sorun bitecek mi! Hayır. Çünkü; yetkiyi kullanma odaklarıda ki zatlar, o kadar uzun zamandan beridir kendilerini keyfilik derecesinde gördüler ki, bizzatıhı bunların kendisi engelleyici konumunda olmaktadırlar.

Bundan üç-beş yıl önce, Adalet Bakanıyken Cemil Çicek’in söylediği gibi; kanun ve mevzuat uygulayıcıları bu uygulama güçlerini kullanırken yurttaşa zarar vermişse ve bu zarar gerek devletin iç hukuku gerekse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) karar haline gelmişse, burdan doğan zararların; uygulayıcıların, altında imzası olan makam yürütücülerinin bizzatihi kendilerinden tahsil edilmesi düzenlemesi yapılması durumunda; gücün onlarda yaratmış olduğu keyfiliğin anında yok olmasını beraberinde getirir ve hukuk, hakkaniyet ve adillikle tekrar güçlendiği için bu kavram da yerlerde sürünür olmaktan kurtulmuş olacaktır.

Devletin yaratmış olduğu “Türklük” kavramının sosyolojik terminelojiler karşısında ne kadar yanlış halde olduğu fark edilip, Türkiye toprakları yurttaşlarının kendi hallerini yaşamalarının önünün açılmasını sağlayıp, demografilerin devletle ve kendi aralarında barışın önününün açılmasının sağlanması.

Türkiye, toplumunun özlemiş olduğu devlet haline kavuşmuş olmuş olacaktır.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
357AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin