Aslında Kıbrıs’ın Güney coğrafyasında ekonomik kriz; özellikle inşaat sektöründeki gerileme, işsizlikteki artış, Yunanistan’daki krizin dolaylı etkisi, bütçedeki açık nedeniyle maaş ve ücretlerdeki artışa gidilemeyeceğinin ilanı ve nihayet iç-ticaretteki yavaşlamayla kendini göstermeye başladığı Hristofyas-AKEL döneminde belirginleşmişti. Ancak Hristofyas başkanlığındaki hükümet, Kıbrıs Sorununu çözemediği gibi bir de Limasol’da deniz üssündeki patlamanın yol açtığı ölümler ve santralin çalışamaz duruma gelmesiyle Kuzeydeki “Türk elektriğine” muhtaç hale gelinmesinden dolayı kamuoyunda patlak veren tepkileri üzerine çekince, ortaya çıkan ekonomik krizi çözecek adımlar atmasını erteledi. Çünkü her gün başkanlık sarayının önüne yığılan ve istifasını isteyen göstericiler, ekonomik krize karşı gerekli sorumluluk ve cesareti üstelenememesine yol açmıştı. Zaten bir sonraki seçimlerde aday olmayacaktı ve partisinin de seçimleri kaybedeceğini anlamış olması, AB’nin de uyardığı halde alması gereken acil ekonomik tedbirler konusunda yan çizmesine neden oldu Hristofyasın.
Böylece AKEL ile Hristofyas krize müdahale etmeyi ertelediği için de kabak, (üstelik de çok daha ağır koşullarda-hp) yeni seçilen Anastasiades ve kabinesinin başında patladı.
Kıbrıs Cumhuriyeti ile AB Troykası’nın yanı sıra, Güney Kıbrıs’taki mali krizi önlemek amacıyla IMF de antlaşmaya taraf edildi.
Verilecek olan kredilerin karşılığında, “Kurtarma Paketi”nde yer alan acı reçeteyle ilgili, ne direnecek gücü ve ne de bunun için zamanı olan Anasatasiades ve yeni hükümetin pazarlık yapma şansını ortadan kaldırıyordu. Sonuçta birkaç başarısız girişimden sonra, AB ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında kredi antlaşmasının şartları basına da yansıyan haliyle özetle şöyle oluştu.
1.Krizde önemli payı olan iki bankadan Laiki Bank kapatılacak.
2.Laiki Bank’ın Avrupa Merkez Bankası’na olan 9 milyarlık borcu Bank of Cyprus’a aktarılacak.
3.Laiki Bank ile Bank of Cyprus’ta 100 bin Euro’nun üzerindeki mevduatsahiplerinin hesapları dondurulacak ve %40’lara varan kesintiye gidilecek.
4.Bankaların mali yapısı yeniden düzenlenecek ve eskisi gibi kaynağı belli olmayan paraların aktığı finans kurumları olmaktan çıkarılacak. Bu amaçla hükümet kısa sürede her türlü yasal ve denetim tedbirlerini alacak.
5.Devlet harcamaları yeniden gözden geçirilecek ve tasarruf tedbirlerine bağlı olarak rasyonelleştirilecek.
Yukarıdaki önlemlerin tek başına uygulanması halinde hangi ülke olsa ekonomisinin küçülmesi, Gayri Safi Milli Hasıla’sının azalması, dolayısıyla da kişi başına düşen ortalama gelirinin düşmesi kaçınılmazdır.
Bütün bunların en kestirmeden anlamı ise; kötümser bir bakışla “yaşam standartlarında bir düşüş”, iyimser bir bakışla “daha sade bir yaşam kalitesi”dir.
GÜNEYDEKİ KRİZİN FATURASI KİMLERE ÖDETİLİYOR?
Her şeyden önce “bankalar krizi” de denebilecek bu ekonomik felaketten kurtulmak için alınacak tedbirlerin üretim, hizmetler ve ticaret sektörlerini olumsuz etkileyeceğini biliyoruz ki bu süreç şimdiden başlamış durumda.
Bu demektir ki bu sektörlerde çalışanların önemli bir kesiminin gelirlerinde düşüş yaşanmalı ki tasarruf denen olay başlasın. O zaman hangi sınıfa ya da gelir grubuna dahil meslek grupları tasarrufu yapacak ki, birikim olsun ve alınan krediler ileride ödenebilsin.
Bu da; bankalar krizi ve bütçe açıkları nedeniyle oluşan milyar dolarlık Euro açığının, üretimden ticarete, hizmetler sektöründen kamu kesimine bu sektörlerde çalışanların maaş ve ücretlerinde bir düşüşe yol açacak şekilde, giderlerin, bir bütün olarak tüm ekonomik faaliyetlerde yaratılan artık değerden, yani ülkede yaratılan gelirden daha aşağıda planlanması demekse…
O zaman işçiler, memurlar, küçük üreticiler ve nihayet hizmetler sektöründeki çalışanlar Güneydeki krizden en çok etkilenecek sınıf ve tabakalar olacaktır.
Kapitalist ekonomide dünyada ekonomisi iyi olan ülkelerin az gelişmiş ve krizde olanlara dayattığı acı reçete özünde; “eğer salt üretim veya hizmetler sektöründe bir artışa giderek fazladan bir değer yaratamayacaksanız, yapacağınız genel geçer şey eş anlı olarak mevcut harcamalarınızı kısmaya gitmek” şeklinde tavsiyelerdir.(siz bunu aslında dayatmalar olarak alın-hp). Bu da ne yazı ki her zaman için en çok maaşlı ve ücretli kesimin hedef alınmasına yol açar.
Güney Kıbrıs’ın var olan ekonomisi, bankalarda kaybolan mevduatları yerine koymaya yetmeyeceğine göre, ilk önce harcamalarda kısınıtıya gidilmesi, böylece tasarrufa yönelinmesi ve eksilen sermayenin yerine konması, zaten genelde uluslararası mali kuruluşların “paket”lerde dayattığı ve adına borçlanan ülkenin halkı nezdinde “acı ilaç içmek” de denen genel-geçer maddelerdir. IMF ve AB mali kuruluşları vereceği borçların, Kıbrıslılar tarafından ödenebilmesi için hazırlayıp dayattıkları “kurtarma paketi” de bunun gibi bir şeydir.
Kapitalist dünyada ülkeler arası ekonomik ilişkilerde, sıkıştığınızda ve bekleme lüksünüz da artık kalmadığı zamanlarda, kredi bulmanız için alternatifiniz de kısıtlıysa, kredi verecek olan da bunu sezmişse eğer…
O zaman devlet olarak çok ağır şartlar karşılığında borçlanmakla karşı karşıya kalırsınız.
Tabii ki en büyük bedeli de, bundan en çok etkilenecek olan sınıflar, az önce belirtmiş olduğumuz gibi maaşlı ve ücretli kesimler öder.
Güneydeki kriz eğer kronik bir biçimde devam edecek olursa o zaman da üretim ve ticaretteki gerilemenin uzaması, ekonomik durgunluktan dolayı da esnaftan başlayarak krizin “orta direk” ve sahip olduğu irili ufaklı işletmeleri de durgunluğa iteleyerek kepenk kapatmalarına neden olabilir.
Uzatmayalım daha şimdiden Kıbrıs Cumhuriyeti ekonomisi, genel olarak Güney Kıbrıs’ta yaşayanların mevcut gelirlerinde bir düşüşe, dolayısıyla harcamalarında bir kısılmaya, ticarette bir daralmaya, Kuzeyden giden pek çok Kıbrıslıtürk’ün de işsiz kalmasına yol açmaya başladı bile…
Kapitalizmde krizlerin faturası düşük gelirlilere ödetilir kuralı, ne yazık ki Kıbrıs Cumhuriyetine AB tarafından dayatılan “ekonomik paket”te tüm yabanıllığıyla sürdürülmüş…
KRİZİN YARATTIĞI “ULUSALCI”LAR…
Zaten Kapitalizmin vahşiliği, göreli refah dönemlerinde değil, sistemin içerisine düştüğü kriz zamanlarında, krizin yükünün kimin, yani hangi ülke vatandaşları ve sınıflarının sırtına yıkılacağı noktasında ortaya çıkar. Krizi atlatmak için krediyi ödeme şartları, dolayısıyla adına “kurtarma paketi” denen kreditör dayatmasını, borç alan ülke vatandaşın benimsemesi o denli zordur ki, bir anda mevcut siyasi iktidar erkinin aklına “milli bağımsızlık” teması altında krediyi verecek “emperyalistlere karşı halkı fedakarlığa ve milli birlik ve beraberliğe çağırma gereği” zuhur eder.
Zaten çoğu zaman kredi verme şartlarında öyle bir noktaya gelinir ki; kredi verecek olan kurumun uzmanlarına: “Zaten bunları yapabilmiş olsaydık kredinize ihtiyaç duymazdık” diye isyan da edebilirsiniz.
Ancak kapitalizmin acımasızlığı krediyi verenin, “borçlanacağınız krediyi ödeyebileceğinize inandıkları koşulları sonuna kadar zorlamalarıyla”nükseder. Kısa bir pazarlıktan sonra “krediyi verenin düdüğü çaldığı” koşullara karşı, kendisini oylarıyla yönetsin diye yetki veren vatandaşı adına pazarlık eden siyasi erk, “çaresizliğini ve uğradığı aşağılanmayı” örtmek için içeride hangi etkileyici ajitasyon ve propagandalarla kamuoyunu ikna edeceğini düşünür…
Ve hele de kapitalizme karşı kulaktan dolma slogancı ve pek mücadele geleneği bulunmayan ilkesiz, oportünist ve de bölük-pörçük bir sol’a da sahip az gelişmiş bir ülkeyseniz eğer…
Birden ekonomik felaketin en büyük sorumlularının, hele de muhalefetteyseler eğer, birden “anti-emperyalist” ve “milli bağımsızlıkçı” sloganlarla ortaya çıktıklarına şahit olursunuz.
Bu nedenden dolayıdır ki oldum olası sağ veya sol cenahtan gelmiş benim için pek fark etmez; “ulusal bağımsızlık”, “milli kurtuluş savaşı” gibi içerisinde “milli” ya da “ulus” sözcükleri bulunan tüm söylem ve sloganlara şüpheyle yaklaşıp genelde soğuk bakanlardanım.
ANASTASİADES’İN KRİZE KARŞI YENİ HAMLELERİ
Anastasiades ekonomideki bu olası fakirleşmeyi sessiz sedasız, kazasız-belasız, gösterisiz-isyansız atlatabilmek için içeride hükümeti tarafından kontrol edebileceği önlemlerini de almakta yine gecikmiş sayılmaz…
Buna göre kriz için sağlayacağı krediye karşın AB tarafından yukarıda dört maddede özetlediğimiz dayatmalar daha hafif atlatılabilir umuduyla, devamı sayılabilecek aşağıdaki önlemleri alacağını da açıklayıvermiş.
Buna göre Anasatasiades hükümetinin önlemleri bir düzinelik maddede özetleyecek olursak:
5.İşsizliğe karşı yeni işe alımlar için 10 bin yeni istidam hedefleyecek şekilde yeni iş sahaları açmayı ve üniversite mezunu çalıştıracak olan işyerlerine de vergi kolaylıkları sağlamak için girişimler başlatacağını…
6.Kamu yardımlarında rasyonalizasyona gitmek, buna karşın işsizlik ve yoksullukla ilgili kamu yardımlarında ödemeleri yeni kriterlere ve sıkı bir denetime bağlayacağını…
7.“Sosyal devlet” harcamalarından başta sağlık, eğitim ve sosyal yardım kalemlerinde sıkı tasarrufa gidileceğini…
8.Kıbrıs Cumhuriyeti devletinde zarar eden ekonomik işletmeler kalmayıp, bu amaçla düzenlemelere gidileceğini…
9.Kredi vadelerinin uzatılarak ve taksit miktarlarının azaltılacağını…
10.Elektrik fiyatlarında %10’a varacak bir ucuzlatmaya gidileceğini.
11.Yeşil enerji ile kalkınma alanlarında (Güneş ve Rüzgar enerjilerinden yararlanma) yatırımların artırılacağını…
12.Kumarhane açılacağını (krizin Güney’deki yaşama kalıcı belalarından birisi olmaya aday olduğunu düşünüyorum-hp)
Bu 12 madde krize çare olur diye düşünülmüş düşünülmesine de. Ekonomi ve yaşam elbette maddelere sığamayacak kadar renkli ve değişkendir deyip, zamanın bize Güneydeki kriz hakkında çok şey göstereceğini söyleyip şimdilik işin bu kısmını konuşmaya bir nokta koyalım.
KRİZ’İN ÇIKMAZ SOKAKLARI
Krizden çıkabilmek için “daha çok üretip, daha az tüketmek ve artan tasarrufu yeniden yatırıma dönüştürmek” iktisadın klasik önerilerinden birisidir.
Kısa dönemde Kıbrıs Cumhuriyeti mevcudundan daha çok üreterek krizden kurtulabilir mi?
Sanmıyorum.
Çünkü şu an için inşaat sektörü, emlak alım durma noktasına gelmiş, bir çok acente Güney Kıbrıs’a olan turlarını iptal etmiş, parayı bankalara kaptıran yabancı “yatırımcılar” da tedirgindir..
Öte yandan para politikalarıyla oynayarak (enflasyonist-deflasyonist politikalarla-hp) Güney ekonomisinin en büyük gelir kaynaklarından birisi olan turizmi ucuzlatıp cazip kılmak mümkün değildir. Nedeni Euro’nun satın alma gücünün bizzat AB tarafından belirlenmekte oluşudur. Bu nedenle kriz nedeniyle zaten iptal edilen bir kısım turları ucuzlatarak yeniden kazanmak, bu şekilde gelecek turist sayısını artırarak sektörün krizden olumsuz etkilenmesine çalışmak, bu sektördeki karlılığı aşağıya çekmekle eşdeğerdir ki günün sonunda önümüzdeki birkaç yıl için beklenti Güney’e gelecek turist sayısında azalma olacağı yönündedir.
KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN GAZ YATAKLARI VE ALTIN REZERVLERİ:
ODTÜ’de Selim İlkin isminde bir hocamız vardı. IMF, IBRD, Dünya Bankası vb. mali kuruluşların az gelişmiş ülkelerle kredi-borç ilişkilerinin incelendiği derse geliyordu.
1970’lerin Türkiyesi ve benzeri az gelişmiş ülkelerin kriz ve borçlanma sarmalından kalıcı ve hızlı olarak kurtulabileceklerine dair, biraz da olayları karikatürize eden yorumlamalar yapar dururdu.
Bir keresinde “eğer başaracak olursanız, çözümün ilki size kalmış ki biliyorsunuz” demişti. Malum ODTÜ’de öğrenci olup da Devrimci olmamak pek mümkün olmayan bir hadiseydi.
Bu nedenle hocamızın bahsetmiş olduğu ve krizden çıkış için çözümü bize havale ettiği ilk yol, devletin tangur tungur edilerek borçların reddi mirasa uğrayacağı, Sosyalist bir “Devrim”di.
“Devrim olmazsa ne yapacağız?” diye de hemen sorusunu sorup, arkasından da ikinci yol için hemen cevabını yapıştırmıştı…
“Allah büyüktür arkadaşlar. Kim bilir eğer bir sabah uyandığımızda, Ankara’daki Elma Dağı’nın som altına dönüştüğünü görürsek, ya da Keban Barajı’nın suları aniden zemininde kaynayan petrolle dolup taşmaya başlarsa… O zaman borçlarımızı öder, artıya geçer, ekonominiz düze çıkar, mali krizlerden uzak, daha varsıl bir Türkiye’de yaşamaya başlarız…”
Anastasiades ve Kıbrıslırumlar’ından ve son olarak altını satarak döviz elde edileceği yolunda basına da yansıyan dedikoduları duyunca, nedense birden Selim İlkin Hoca’nın otuz beş yıl önce sınıfta biz öğrencilerine anlattığı bu anekdotu aklıma geldi.
Gerçi Kıbrıs’ın Güney denizinde hidrokarbon yataklarının varlığı tespit edildi edilmesine de; sorunu var.
Sorun?
Şöyle anlatayım…
Her şeyden önce kapitalizm’de petrol gibi yer altı kaynaklarınızı işletmek için know-how ve sermaye’ye ihtiyaç vardır.
Sadece bunlar da değil. Dünya artık elli yıl önceki dünya değil. Hızlı gelişen teknolojiye bağlı yaşanan küreselleşme nedeniyle, ekonomik, siyasal ve sosyal yönden küçülmüş durumda. Zaten geçmişten beridir yerküre’nin en kanayan ve kaynayan bölgesi Ortadoğu’ya olan yakınlığı nedeniyle Kıbrıs, emperyalizm ile denetimindeki NATO üyesi ülkelerin sürekli müdahale ettikleri bir ada. Ek olarak Kıbrıslıların hala milliyetçi körlüklerinden kaynaklı yarım yüzyıla sığan iç kavgalarının da bunu müdahaleleri kolaylaştırdığını söylemek mümkün.
Bu nedenledir ki yeni keşfedilen denizaltındaki gaz’ı işleterek veya elli yıl önce Kıbrıslıtürklerle ortaklaşa kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletine ait altın rezervlerini satarak krizden kurtulmaya çalışmak hiç de kolay gözükmüyor. Anastasiades hükümeti, vakt-i zamanında “Elen ve Türk Milliyetçi” tahayyüllerle islenmiş hataların ve suçların, şimdi Kıbrıslıların kendi başlarına kararlar almakta ne denli önlerini tıkadığına, üstelik de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başkanı sıfatıyla şahit oluyor.
Türkiye ise, Kıbrıslıtürkler faktörünü kullanarak, hem gaz yataklarının işletilmesine, hem de altın rezervlerinin satışına müdahale edebileceğinin sinyallerini vererek olası bir gelirden payını istiyor.
Bu durumda AB, ABD tarafından yalnız bırakıldığı, korunmadığı hissine kapılan Kıbrıs Cumhuriyeti, kısa dönemde gaz’ın üretim ve satış aşamalarına geçilemeyeceği ve altını satmanın da Kıbrıs Cumhuriyetinin mali gücünü uzun vadede zayıflatabileceğini düşünerek, bu iki çözüm yolunun derdine deva olamayacağını düşünüyor.
KRİZ, KIBRIS SORUNUNDA “DEVRİM YAPMAK” İÇİN BİR FIRSAT OLUR MU?
Belki bu alt başlıktaki, “devrim yapmak” yerine “radikal çıkış” sözcüklerini yerleştirmek, coğrafyamızın “hassas solcuları” için başlığımızı daha sorunsuz kılardı.
Ama yarım asrı aşkın bir süredir devam eden ve dünyanın en uzun süreli ve tonlarca para ve zaman harcanan siyasi sorunlarından birisi olan Kıbrıs Sorunu’nun çözümü, elbette kendi coğrafyasında devrim değil de başka hangi sözcükle açıklanabilir ki?
Dolayısıyla “her kriz kendi devrimini yarattığı gibi, belki Kıbrıs Cumhuriyetindeki bu son ekonomik kriz de beraberinde adanın bölünmüşlüğüne son verir mi?”
Her türlü bahanenin denendiği ama bölünmenin sürmesinden pek çok kişinin de şikayetçi değilmiş gibi gözüktüğü düşünülecek olursa, Kıbrıslıları kendi bölünmüşlüklerinden kurtarmak için bu tür sarsıntıların da bir şans ya da fırsat olabilmesi ihtimalini düşünüp ümitlenebilir miyiz?
Adanın her iki coğrafyasında hareketlenmeye hiç de niyetli gözükmeyen bu “rahat ve gevşek insanlarını” barış için yerlerinden kıpırdatmaya yetecek nedenlerimiz olmayınca!..
Güneyde krize karşın sokağa dökülüp eylem yapanlar kısa sürede bundan vazgeçmişe benziyorlar. Zaten krize yol açan durumda “devrim yapacak” AKEL ile önceki başkan Hristofyas’ın da inkar edilemez payları olduğu bir sır değil…
Kuzey’in sivil yaşamın ancak nefes aldığı militer koşullarda ise, devrimci girişimler, sokakta slogan atan ve sayıları çok az yüreği patlak gençlere, söylemlerine ve gazete makalelerine hapsolunmuş durumda.
O zaman devrim yaparak, başka bir ülke, bambaşka bir ekonominin çarklarını döndürebilmek için, borçları da reddederek kurtulabilmek şimdilik sadece tahayyül edilebilir…
Günümüz şartlarında devrim, “yeni bir Kıbrıs” elbette büyük bir hayal. Ve fakat tarihin de böyle hayal ve tahayyüllerin gerçekleştiği birçok örneklerle dolu olduğunu unutmamak gerekiyor…
Hele de Baltık ülkelerinden Litvanya, Letonya ve Estonya’da halkın sokakları, stadyumları terk etmediği ve günlerce şarkı söyleyerek direndiği, şarkılarla gelen “devrimler” tarih sayılacak kadar da eski değil…
Ama Kıbrıs için bugün halkın sokaklara dökülmesi ve saatlerce terk etmemesi, cemaatlarının mayasından gelen biraz bencillik ve biraz da o meşhur rahatlığı dolayısıyla da mümkün gözükmüyor.
Cumhurbaşkanı’ndan bakanlarına, vekillerinden seçmenlerine krizle birlikte AB’ne eskisinden daha az güvenen, dünyada yalnız bırakılmış gibi bir hisse kapılmış Kıbrıslırumlar var barikatın Güney yakasında. Eskiye göre şimdi kaybedecekleri daha az şeyleri kalmış olsa da, hala Kıbrıs sorunu çözmek için kıpırdanmaya niyetleri yok.
ÇÖZÜM OLMAZSA DA KRİZİN DOĞURACAĞI FIRSATLAR VE OLASI KAZANIMLAR VARDIR…
Güney’deki krizi bahane eden TC Dışişleri ; “Ya hidrokarbonları ve altınları paylaşırız, ya da Taksim olur” diyerek, 40 yıldır belki de bin kez tekrarlamış olduğu geleneksel demeçlerine bin birincisini ekliyor. Böylece Kıbrıs Sorununu çözmek için yeni bir şey söylediğini ve ne kadar çok ve acil bir biçimde çözümden yana dolduğunu da bir kez daha dünyanın görmesini istiyor.
AB, ABD, BM velhasıl dünya aptal mı?
Kıbrıslıtürkler dahi demecin ne denli “anakronik ve milli” olduğunu tahmin ettikten sonra dünya mı Türkiye’nin çözümü zorladığına ve samimi olduğuna inanacak?
Türkiye Dışişleri paralelinde demeç veren Kıbrıslıtürk liderin ne dediğinin pek kıymet-i harbiyesi olmasa da, Eroğlu da “müzakereler hemen başlamalı ona göre haaa..” diyerekten tanıdık bir demeçle durumu ve hani bizde “gandır çocuğu da taksim istesin” türünden, “kendi söyler kendi dinler” türünden demeçler terennüm eyledi.
Bizim Kuzey cephesi böyle…
Güney’e gelince…
Hidrokarbon yatakları bulunduğunda artık zengin olduğunu sanan Kıbrıslırumlara gelince. Krizle birlikte sarsıldılar ve tam da sahip oldukları Kıbrıs Cumhuriyetinin mali açıdan çok sıkıştığı bir zaman diliminde, bunun üretimden satışa hiç de kolay bir şey olamayacağını gördüler. Üstelik hesaplamadıkları bir Türkiye tehdidiyle de karşılaştılar.
Dahası altın rezervlerinin satışında bile, Türkiye’nin çıkarabileceği olumsuz müdahaleler ve engeller zuhur etti…
Sanırım ileriki haftalar ve aylarda, Kıbrıs Cumhuriyetini elli yıldır yönetenler ve onları seçen Kıbrıslırumlar ilk defa önlerini daha net görebilmek adına, Kıbrıs Sorununu Annan Planı döneminden daha ciddi düşünmeye başlayacaklar.
Düşünmek illa ki çözüm lehinde harekete geçmek değildir. Ama elbette bunun tersi de değildir.
Fakat adanın iki yakasında siyasetin rotası şimdilik çözüm konusunda kriz vs. diyerek her iki toplumun da heyecanlanmalarını gerektirecek gelişmelere sahne olmuyor…
Ve eğer Güney ileride bu krizden, adada herhangi bir çözüm olmadan kurtulacak ve düzlüğe çıkacak olursa…
Bu durumda, en zor koşullarda dahi, kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye, uluslararasında saygı gören bir devlete sahip olmalarını gerekçe göstererek, sanırım biz Kıbrıslıtürklerle değil, ama içerisinde bir miktar Kıbrıslıtürklerin torunlarının da bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti ile komşu olmayı düşünürler mi?
Empati yapmanın, kendimizi bir an önce Kıbrıslırumların yerine koyarak, resmi bir de onların gözüyle görmemiz gerekiyor.
Hade sağımızı geçtik.
Ya solumuz?
Nerede Kıbrıslıtürklerin çıkarlarından başka bir şeyi önemsemeyen bizim solcularımızda böyle enternasyonel haslet. Ve nerede Kıbrıslıtürklerin ne kadar çok çözümden yana, Kıbrıslırumların da ne kadar milliyetçi ve çözümün önünde engel olduklarını söyleyip duran ve habire Türk Milliyetçiliğinin değirmenine su taşımaktan bıkıp usanmayan ve her defasında “bu son” diyerek seçimleri kazanan solun dinazorlaşmış vekillerinde böyle niyet. Ve de nerede aynılarını seçmekte ısrarcı olan “sol” seçmenimizde bir kez de solun merkezi adresini değiştirmek adına oy verecek cesaret… (Poli Dergisi)