Sosyalist hareketin en azından son yirmi yılına bir “stratejik tutulma” halinin damgasını vurduğu pekâlâ varsayılabilir. Bu dönemde karşılaşılan ardışık yenilgiler, stratejik bir bütünlük arayışının yerini, anlık reflekslere, acil-yakıcı ihtiyaçlar temelinde sürekliliği olmayan reaksiyoner bir tutuma bırakmasının müsebbibi oldu. Daha basitçe ifade etmek gerekirse, sosyalist hareket açısından mevcut gündemi takip eden, önüne bir biçimde gelen meselelere çoğu zaman tepki vermekle yetinen bir durum hasıl oldu.
Bu bağlamda “Haziran günleri” öncesini karakterize eden temel parametre, sosyalist hareketin toplumsal artalanının daralmış olması, sosyal mücadelelerin (Kürt hareketi hariç) cılızlığı idi. Toplumsal muhalefetin zayıf oluşu, yani ezilenlerin, “aşağıdakilerin” kolektif eyleme ve örgütlenme kapasitelerindeki tayin edici düşüş ve özgüven kaybı, sosyalist hareketin yeniden inşa çabalarına çok ciddi kısıtlar dayatıyordu. Dahası, gelişkin sosyal hareketlerin olmadığı koşullarda bir “politik illüzyon” hakim oluyor ve işçi hareketinin ve toplumsal direnişlerin reel güç ve durumuyla ilgisiz-soyut politik “projeler” ya da “büyük siyaset” geçer akçe oluyordu.
Haziran ayaklanması bu mevcutta radikal bir değişimi (potansiyel olarak) gündeme getiriyor. Sosyalist hareketin uzun zamandır hitap etmeyi hayalinden bile geçiremediği genişlikte bir toplam, “sokak siyasetine” hem de militan ve doğrudan bir biçimde angaje oldu, olmaya da devam ediyor. Açığa çıkan bu yeni güçlerin sosyalist hareketin bileşiminde, daha da önemlisi toplumsal mücadelelerin sıkletinde ciddi bir dönüşüme yol açması muhtemeldir. Yeter ki kuru ajitasyonla yetinmeyelim. Son bir ayda gündeme gelen kabarışın güçler dengesinde kalıcı bir etkide bulunması, ezilenler lehine bir kaymaya yol açması, ortaya çıkmış bu enerjinin toplumsal hareketler içerisinde tutamaklar yaratabilmesiyle mümkün. Bu elbette emirle, kararnameyle falan olabilecek bir şey değil. Ancak sosyalist hareketin ve toplumsal muhalefet bileşenlerinin başkaldırının yarattığı kitlesel özgüven ve kapasiteye süreklileşebileceği, billurlaşabileceği mecralar önermekten geri durmaması kritik önemde.
Bir örnek verelim: “Orta sınıf ayaklanması” banalliği ve efsanesine inat, sokağa çıkan ana failin geleceksizlik-güvencesizlik cenderesinde örselenmiş “mektepli-beyaz yakalı-işsiz” gençlik kesimleri olduğu üzerine son günlerde oldukça anlamlı şeyler yazıldı. Dünyadaki bir dizi mücadele-başkaldırıyla paralellik arzeden bu durum üzerine daha fazla kelam etmenin yeri burası değil. Ancak bu durum geçerliyse, sokak siyasetine dahil olan bu yeni kuşağın, misal öğrenci hareketinde ya da “plaza çalışanlarının” sendikalaşma çabalarında nasıl bir pozitif girdi sağlayacağı üzerine sistematik ve hiç değilse orta vadeli (stratejik) bir arayışa girmiyorsak yandığımızın resmidir. Yine, hızla yayılan forumları yarının yaygın, radikal, demokratik bir kent hareketinin kaldıraçları, hiç değilse nüveleri olarak değerlendiremezsek de öyle…
Kısacası, dalganın geldiği hızla çekilebileceği ihtimalini daima göz önünde bulundurmalı, olası bir geri çekilişte yine “biz bize” kalmamanın yol ve yordamlarını icat etmeye soyunmalıyız. Dahası, bizim bırakacağımız muhtemel boşlukta, söz konusu “dalganın” tepesine oturma heveslisi başka siyasal aktörler olduğunu da asla unutmamalıyız. Dolayısıyla “hükümet istifa” sloganının içeriği şimdilik belirsiz radikalliğiyle yetinecek zaman değil. Direnişin toplumsal mücadele ve dayanışma pratikleri aracılığıyla kökleşmesi, süreklilik ve sosyal bir muhteva kazanması için gidilecek daha çok yol var. Bu yolda hareketle birlikte yeniden örgütlenmeli, sürekliliği olabilecek mevziler yaratmalıyız.
Toplumsal mücadele ve direnişlerin cılız olduğu günlere has politik illüzyon ayaklanma sonrasında yerini bu kez bir “sosyal illüzyona” da bırakabilir, dikkatli olalım. Yani hareketin “her şey” olduğu, hareketin lineer gelişiminin radikal bir toplumsal dönüşümün anahtarı olduğu yanılsamasına… Açıkçası ne kadar süreceği belirsiz bu çıkışın konjonktürel dalgalanmaların neticesinde etkisini yitirmemesi, radikal/devrimci solun kendisini bu yeni dönemin ihtiyaçlarına ne kadar uyarlı kılabileceğine bağlı olacak. Dolayısıyla bizi rehavete sürükleyebilecek olan, hareketin mevcut haliyle büyülenme halinden hızla çıkmalıyız. Açığa çıkan kitlesel radikalizasyonu yarının muhtemel daha gelişkin mücadelelerine taşıyacak somut mevzilerin bugünden inşası önümüzde duran en acil, en yakıcı “görev”. Direnişin gündelik sorunlarına cevap vermekle yetinmenin ötesinde, hareketin açığa çıkardığı birikimin yarına kalmasını ve nitel ve nicel olarak gelişmesini sağlayacak bir stratejik ufku kolektif olarak inşa etmeye ihtiyacımız var.
Muhtemel bir “ne yapmalı” sorusunun cevabı açık olmalı: Gezi direnişiyle açığa çıkan, şimdi forumlarla devam eden kitlesel mobilizasyonun yerelleşmesini, yaygınlaşmasını, toplumsal tabanını genişletmesini sağlayacak şekilde sosyal direniş, mücadele ve dayanışma pratikleri içerisinde yoğunlaştırmak. Günün yeni koşullarına uyarlı, hepimizin kolektif eyleme kapasitesini süreklileştirip artıracak gelişkin sosyal direniş ve dayanışma mevzileri inşa etmeliyiz.
Hatırlatmak bile abes belki: Sosyalist bir toplumsal dönüşüm stratejisinin ya da (daha mütevazı olmak gerekirse) anti-neoliberal bir stratejinin temel dayanağı yaygın, kitlesel ve militan sosyal hareketlerin varlığı. Şimdi böylesi hareketleri hep beraber inşa etmek için bir ay öncesiyle kıyaslanmayacak rezerv güçlere sahibiz. Vakit kaybetmeden başlamalıyız…