“Bunun yerini niçin ulusal devletler aldı? Niçin insanların eşitliği ve kardeşligi idealinin yerini; bir ulustan olanlarin eşitliği ve kardeşliği aldı?.
Elbet burjuvazinin işçi Sınıfı karşısında gericileşmesi; feth edilen bölgelerin, eşit haklı yurttaşlar yapılmasından ise, sömürge ahalisi olarak hicbir hak olmadan sömürülmesi, yani sermayenin kar hırsı bunda büyük rol oynadı. Ama ayni zamanda sanayi kapitalizminin, bu üretim yordamının kendisinden gelen bir özellik de bunun icin uygun bir koşul oluşturdu.
Sanayi kapitalizmi ayni zamanda eğitilmiş iş gücü, standartlaşma; bu da standart bir dil ve genel eğitim, bu da fiiliyatta genellikle bir dil ile tanımlanmış bir ulusal devlet demek oldu. Böylece burjuva uygarlığı, eski uygarlıklar tarafindan feth edilemeyecek aksine onları feth edecek bir teknik ve emek üretkenliği düzeyine geçmiş olmasına rağmen; dünya ticareti klasik uygarlıklarla kıyaslanmayacak ölçüde yayılmasına ve derinleşmesine rağmen, üstyapı, klasik uygarlıklardan bile daha dar kapsamlı bir şekillenmeye uğradı; bir dile, dine, etniye, soya, yere göre şekillenmiş ulusal devletlere geçti.
“Vatanim yeryüzü milletim insanlık” idealinin ve programının yerini;
“insanlar dili, dini, ırkı, soyu sopu ne olursa olsun eşittir” diyen evrenselciliğin ve hümanizmin yerini; sadece şu ya da bu ulustan olanlar, şu ya da bu devletinin yurttaşları eşittir diyen; insanlar değil; uluslar eşittir, insanlar ancak uluslar aracılığıyla eşit olabilirler diyen bir ulusçuluga geçildi. Ve insanlarin eşitliği ve birliği unutuldu. Vurgu, özel politik ayrımından, ve bu ayrım aracılığıyla eski uygarlıkların ve komünlerin bölücü dinlerinin özele atılmasından ve insanların eşitliği temelinde bir dünya çapında birliğin savunulmasından; politik olanın (ulusun) belli bir dil, tarih, din kültür ile tanımlanmasına kaydı. Bu ayni zamanda burjuvazinin devrimcilikten gericiliğe geçişi demek oldu.
İşçi hareketi ve Marksizm tam da bu noktada doğdu. Bu çelişkiyi icinde taşıdı. Bir yandan, Demokratik Cumhuriyet ve Enternasyonalizm idealleriyle, Aydınlanma’nın bir tek dünya projesini yaşatır ve savunurken; diğer yandan “Alman Birliği”ni savunmaktan “Uluslarin Kendi Kaderini Tayin Hakki”na kadar, burjuvazinin dininin bu gerici biçimlerinin de savunucusu oldu.
Marksizm Aydınlanmanın çocuğu olduğu kadar sanayi devriminin de çocuğu idi. “Bütün ülkelerin işçileri (ki burada ülkeler, ulusal devletlerin yurttaşları anlamına geliyordu) birleşiniz” şiarı; Muhammet’in “Allah’tan Baska Tanrı Yoktur”undan veya “Vatanım yeryüzü Milletim Insanlık” şiarından daha fazla gerici milliyetçilikle damgalıydı.
Sosyalizmin ideali, yeryüzünün işçileri, tüm insanları birleştirmek ve onlarin eşitliğini sağlamak için; yani “tüm dünyada arkaik (Soy), antik (Semavi) veya modern (ulus) dinlerinden olmayi özel bir sorun yapınız, politik olmaktan çıkarınız; ulusları ve ulusal sınırları yıkınız” olmalıydı ve olabilirdi. Böylece Marksizm ve sosyalizm daha doğarken uluslara karşı bir proje olarak doğabilir ve milliyetçiliğe karşı daha baştan şerbetli olabilirdi. Onun içindeki aydınlanma kalıntıları bunu engelledi ve sonunda milliyetçilik ve milletler tarafından teslim alındı. Bugünkü Marksizm’in, Sosyalizmin, Işçi Hareketinin ve İnsanlığın krizinin özü burada yatmaktadır.
Bu arada dünyada ne oldu?
Ekonomi ve teknikte birbiri peşi sıra muazzam devrimler yaşanırken, üstyapı tam tersine, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar dar ve gerici biçimlere büründü. Bir yandan bir dünya pazari icin üretim, diğer yandan bu dünya pazarına uygun bir dünya devleti yerine küçük ulusal devletler.
Bütün dünya savaşlarının esas nedeni budur. Birinci ve Ikinci dünya savaşlarını Emperyalist savaşlar olarak tanımlamak bile onların özündeki bu çelişkiyi gizleyip; uluslara göre tanımlanmış devletlerin varlığını olağan ve çağa uygun görür. Eleştirisini ulusal sınıra değil; bu sınırların ihlaline yapar.
İnsanların niçin ele geçirilen ülkelerin eşit haklı yurttaşları yapılmadığında gormez akıl dışılığı; ulusal devletlerin ele geçirilmesinde ve baskı altına alınmasında görür. Bu nedenle, var olan sistem içinde, onu olumlayan gerici ulusları ve ulusçuluğu olumlayan bir hareket olarak kaldi esas olarak sosyalist hareket.
Bu arada kapitalizm, var olan üretimin muazzam sosyal ve uluslar arası niteliği ile ulusal devletlerin, farklı hukukların, gümrüklerin ve sınırların yarattığı sınırlamaları aşacak hiçbir köklü ideoloji ve program geliştiremedi.
Aydınlanmaya dönemezdi, çünkü bu diğer ülkelerin yurttaşlarını kendi yurttaşları yapmak anlamına gelir ve onları sömürme imkanını yok ederdi.
Böylece bu çelişkileri çözmenin yollarını aradı kapitalizm ve burjuvazi. Birleşmiş Milletler ve bütün uluslar arasi kurumlar hep bu çelişkiyi çözme ve uzlaştırma denemeleri oldular”.
Yine bu arada Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasına kadar geldiğimizde de yukarıdaki görüşlerin haklı olduğu görülecektir çünkü Kıbrıs Cumhuriyei kurulduğunda da milliyetçilik hem sağda hem de solda oldukça etkiliydi ve eğer arşivleri araştırırsak buna benzer birçok hatalar bulabiliriz.
Aslında Kıbrıs’taki sol dediğimizde AKEL’den ve daha sonra Kıbrıstürk solunu da onun içine almak gerekmektedir fakat ne yazıkki şimdilere kadar bu aslında artık sol olduğu bile tartışılan bu ideolojinin şimdiye kadar özeleştirisini yapamaması da ayrı bir olaydır ve her iki tarafta da sol adına işlenen hataların bu özeleştirinin yapılmamasında yattığı da bir gerçektir.Mesela öncelikle şunu vurgulayalım. Sol, ulusalcılığa pey verir mi? Vermez ve bunu İşçi sınıfı bilimini yazanların veya Sovyet Devrimine öncülük yapanların da pey vermeyeceği bir gerçektir.
Bakın Lenin’in”Ulusların Kendi Kaderlerini tayin Hakkı” adlı kitabından kısa olarak şunu ele alalım:
“Somut bir örnek ele alalım. Bir Rus marksisti, Büyük Rus ulusal kültürü sloganını benimseyebilir mi? Hayır, o zaman onun yeri şoven milliyetçiler arasıında olur, marksistler arasında değil. Bizim görevimiz, öteki ülkelerin işçileriyle sıkı bir ittifak kurarak, bizim demokratik ve işçi hareketimizn tariihinde bulunan filizleri salt bir enternasyonalist ruh içinde geliştirerek, burjuvazinin ve Kara-Yüzlerin Büyük Rus egemen ulusal kültür sloganını savunmak ya da hoşgörü ile karşılamak değildir, görevimiz, enternasyonalizm adına büyük toprak sahiplerimize karşı ve Büyük –Rus burjuvazimize karşı, onların, Purişkeviçlerin ve Struvelerin özelleiklerine “uyan” “kültürüne” karşı savaşım vermektir” (sf.23).
Peki Kıbrıs sürecine baktığımızda birçok hatalar bulacağız. Ona da gelecek hafta bakalım.
Not: Yukarıdaki yazı Lenin’in “Ulusların Karderlerini Tayin hakkı” adlı kitabıyla Demir Küçük aydın’ın notlarından yararlanarak yazılmıştır.
-DEVAM EDECEK-