80 12 Eylül darbesinin yaratmış olduğu suskunluğun devam etmesi, toplumda genç nesillerin apolitik olarak yaşamlarına devam ettikleri algısını kazandırmıştı.
Hulbu ki, son ‘on’lu yılların Türkiye yaşanmışlıklarının yanında, iletişim teknolojisinin enstürmanlarının kullanımının hızla yaygınlaşmasından dolayı; eksiklikleri ve yanlışlıkları içerisinde olmak kaydıyla, bilgiye ulaşma imkanları çoğalmıştı.
Geçmişin toplumu terörize etmesiyle tekleşen insan haline, iletişimin bu halinin üst üste binmesi; toplumda ki algının yanlış oluşmasının önemli kaynakları durumundaydı.
Gençliğin, iletişimin yeni biçimiyle kurmuş oldukları yoğun ilişki aynı zamanda onlarda yeni bir iletişim dilinin oluşmasına vesile olmuş, onların bu yeni dili evebeynleri noktasındaki toplumda anlaşılmama haliyle karşılanması;”bu gençlikten birşey çıkmaz” algısının yerleşmiş hali, sonuç oldu.
Üzerlerine “ölü toprağı serilmiş” olarak görülen, aslında her ne kadar toplumda ki algılamaları öyle olsa da; onların sırtlarını toprağa vererek kültürel beslenmelerini buradan yaptıklarını 31 Mayıs 2013 Gezi Parkı Direnişleriyle tüm Türkiye toplumuna göstermiş oldular.
Onlar kendilerini yaşarken ‘özgürlük ve demokrasi’ kavramlarının kendilerine yabancı bir kavram olmadığı, bunun kendi dillerinde ifadeleriyle Türkiye toplumuna ‘Gençliğin Manifestosu’ olarak anlattılar.
Bu çıkışlarıyla; egemen edilen ve kullanılan Ergenekon külliyatı ile toplumu bunun üzerinden ayrıştırmak-birleştirmek siyasetine 31 Mayıs Gençlik Manifestosuyla nokta konmuş oldu. Artık bundan sonra, bir bütün olarak korkular üzerinden (ikili halde) topluma siyaset yapma ve egemen olma halinin, baş aşağı yuvarlanma halinin görünür hale gelmesinin altını kalın çizgilerle çizmiş oldular.
AKP’nin (ne kadar tam kucaklar şüpheliyim), Erdoğan’ın mutlak egemenliği altında Türkiye toplumuna özgürlük ve demokrasi konusunda gençliğin söz söylemesine toplumun karşılık vermesiyle:
“Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” kısmına gelmiş durumdayız.
Türkiye’nin farlı düşünsellikleri ve inanmalarının Gezi Parkı Direnişinde ‘özgürlük ve demokrasi’ üst başlığı ile bir araya gelmeleriyle, bür bütün olarak toplum yolculuğa çıkmış haldedir.
Bura da, şüphesiz ki her kesim ve her düşünce kendisine göre çıkarsımalarda bulunacaktır.
Özgürlük-demokrasi-sosyalizmi bandında olan öznelelr ve kollektifler çıkarımlarını nasıl yapmalıdırlar!
1 Mayıs 1977 yılında ki konrgerilla faaliyetli Taksim katliamından sonra; özgürlük, demokrasi ve sosyalizm güçlerinin yığınsallığının aşağıya doğru seyir haline geçişin başlangıç halidir.
Orada ki süreçle birlikte 1980 12 Eylül açık diktatörlük darbesiyle birlikte toplum tam bir sessizliğe mahkum edilmişti.
Ta ki; 1990’da başlayan Zonguldak kömür işçilerinin toplu- iş sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlık ile sonuçlanması ile 1991’in ilk ayına tekabül eden Genel Maden İş Sendikası kömür işçilerinin Ankara yürüyüşüyle, Türkiye sessizliğini yırtmaya çalışmıştı. Daha sonra da kimi toplumsal tepkiler ortaya çıkmışsa da, ortak özellikleri toplumun ortak vicdanında sesli olamamalarıydı.
15-16 Haziran 1970 işçi sınıfı hareketinden bu yana ve kamuoyunda vicdanlarda ondan da fazla karşılığını bulan 31 Mayıs Gezi Parkı Direnişi (15-16 Haziran kamu vicdanında yeterli ses bulamamasını iletişim teknolojisi ile birlikte düşünmekte fayda var.) Türkiye’ye bir gelecek projeksiyonu durumundadır.
Türkiye sol ve sosyalist çevrelerin bir türlü aşamadıkları çıkmazlarıyla kendilerini toplum içerisinde etkin bir maddi güç haline getiremediler. Bunun gerekçelerinden bir tanesi 12 Eylül ruhunun bir bütün olarak egemenliğini sürdürmesi ise de diğer bir nedeni de, bu çevrelerin sonuç olarak toplumla ilişki kuramama halleriydi.
Türkiye sosyalist hareketi unsurları; toplumun geçmişteki devrimci ruhundan sonuç olarak var olan unsurlardır. Onları bu hali toplumla ilişkilenmek ve toplumda karakter olma hallerinde, onlara fazla bir çaba yüklemedi, ortam o haldeydi.
Ama bugün gerek devrimci mücadelenin yenilmesi ve topluma yoğun bir şekilde kültürel-siyasal baskılamaların yapılması işin bir yanıyken, özellikle son 20 yılda iletişimin hızlanması beraberinde yeni bir kültür halinin oluşmasını getirmiştir. Bu aynı zamanda ortalama olarak bu sürecin şekillenmesi olan yeni bir neslin de ortaya çıkması oldu.
Bu noktada; sosyalist çevreler toplumla, özellikle de genç nüfusla olan ilişkilerinde emeklerine değer katamama durumunda kaldılar. Analize açtığımız zaman ise, bu durum içerisinde olmanın en önemli sebeplerinden başta geleni; toplumla olan ilişkilerini üstten yürütme biçimi olarak yürümeleri olmalarındandır.
Gezi Parkı Direnişi anlatımları göstermektedir ki, bu ilişki biçimi devam ettikçe bu ayrı durma hali de devam edecektir.
Genç nesil, kendileriyle göz hizasında ilişki kurmayı altını çizerek netleştirmişlerdir. Bu aynı zamanda yeni toplum olmanın yöntemlerinden biri olacak durumdadır da.
Dil bağı,
Gönül bağı,
Akıl bağı.
Hayatı bu üçlem üzerinden kurmak gerektiği, eylemin ruh hali anlatımıdır.
Anlama, anlatma, dayanışma ve ortaklaşma çıkış yolunun tekliği halidir.
Bugüne kadar hegemonya kurma anlayışı üzerinden hayat kurgulanmaya çalışılmaktaydı.
Hegemonya anlayışı:
Dayatıcıdır,
Anlama karakteri yoktur,
Kendi halini sürekli merkeze koymaktır.
Gezi direnişi, kıssadan hisse olarak bunları aklıma düşürdü!