YKP uzun dönemdir genel seçimleri boykot eden partilerden biri. Bundan birkaç ay önce arkadaşlarla konuşurken “Bakın göreceksiniz, bugün solda olanların bir kısmı seçimlere katılacaklar, YKP bu konuda yalnız kalabilir” demiştim, yanılmamışım. Ama sevindirici olan yan, birkaç sendikanın ve bir gazetenin de boykota katılması oldu ki, inşallah bu sonuna kadar sürer. Ta ki, sanal âlemde bazı arkadaşlar da boykot üzerine tartışırken niye boykot yapıldığını anlayamadıkları üzerinde fikir öne sürüyorlar. Onlara göre boykot yapmak sağın ve de halk karşıtı partilerin işine yarayacak. Yani boykot yapılmasa bile halk karşıtı olmayan partilere oy verilse ne olacaktı? Sermaye partileri gene bin bir türlü yoz propagandalarıyla bu kitlelerden oy almayacaklar mıydı? Zaten buyuran Ankara AKP olunca yarışa veya maçla birkaç sayı skorla önce başlamıyor mu bu partiler? Peki, meclis içinde olup da yozlaşmadan pay almayan parti var mı? Yok… Hepsi de en sağından en soluna kadar benzeşmiştir. Tamam, ton farkı var da sonuçta olan halkın kendisine olmaktadır. Tamam, kabul ediyorum, UBP copla, Toma ile halkın üstüne gidiyor da, bu halk güler yüzlü CTP’de de gene altından halı alınan kitle olmuyor mu? Yani sizi bıçaklayacak olan birinin güler yüzlü olmasıyla, asık yüzlü olması arasında ne fark var? Sonuçta hayatınıza ikisi de kastetmiyor mu? Ha, biri asıyor sizi, diğeri de suyunuza zehir katıyor ve siz ölürken yüzünüze gülmekte. Yani arkadaşlar durumumuz “Kırk katırla, kırk satır” hikâyesinden farksız. Bazı sol bilinen arkadaşlarımız da Boykot’un anlamsız olduğunu, seçime katılıp halkı bilinçlendirmek gerektiğini iddia ederek seçimlere katılıyorlar da sonuçta, seçime girip de bu meclise girecek olanlar, daha öncekiler gibi gene yemin edecek, ceylan derisi koltuklara oturacak ve gene buyuranın isteklerini yapmaya başlayacaklardır. Hani bundan on sene önce meclise giren bu arkadaşlardan biri statükoya boyun eğmiş ve bir zamanlar içinden gelmiş olduğu partisiyle birlikte oy kullanmaya başlamış ve sonuçta onun gölgesinde kalmıştı. Yani sonuçta meclise giren sol kim isterse olsun statükoya boyun eğmektedir. Hatta şunu da açıkça söyleyeyim seçime giren bir sol parti ne kadar isterse iyi niyetli olsun sonuçta bu statükonun veya rejimin süs taşı olmaya adaydır çünkü dışa karşı şu söylenmektedir: Bakın Kuzey Kıbrıs’ta bir solcu parti de seçimlere girmiştir. Bu da gösteriyor ki demokrasi tam layıkıyla hiç eksiksiz bu tarafta çalışmaktadır. Acaba gerçekten öyle mi? Peki ne yapmalı? Mademki böyle bir kısır döngü var ve bu kısır döngü sizin dinamizminizi de engellediği gibi, daha sonra sizi hantallaştırmakta ve sizi kendine döndürmektedir. Ne yapılmalı?
Gene aynı çevreler boykotun hiç işe yaramadığını iddia etmektedirler. Bu doğru mu? Mursi’nin seçimlerden sonra Mısır’da başkanlığının geçersiz kalmasına sebep olan seçime katılmayan %53 oy olduğunu ve Mısır seçimlerini çok iyi incelemeleri gerektiğini bu arkadaşlara anımsatmak gerekmektedir. İran’da Ahmedinejad’ın seçimi kaybetmesine sebep olan da boykot tehdidi olmuştur. Daha önceki seçimlerde kanunsuzluklar olunca muhalifler eğer bu seçimlerde müdahale ve kanunsuzluk olursa boykot yapacaklarını ilan etmişlerdi. Dolayısıyla boykotun bayağı etkili olacağını düşünen İranlı egemenler hem var olan tepkiyi bastırmak hem de İran’ın imajını bozmamak için bu defa daha da dikkatli oldular. Yani boykot bu iki ülkede de bayağı önemli rol oynadı. Şimdi gelelim bizim ülkeye… Bu ülkede mademki müdahaleler hala daha sürmekte, hala daha yeraltı örgütlerinin sonradan vatandaş olan Türkiyeli vatandaşların köylerine kadar giderek propaganda yaptıklarını duyuyor ve tespit ediyoruz, buraya Türkiye’den uzmanların görevli olarak gelerek seçim dengeleri üzerinde oynamaya başladıklarını, bu arada TC başbakanının bile Kıbrıs’a seçimlerden önce gelerek seçimlere etki edeceği söylenmektedir. UBP hükümeti düşmeden son güne kadar bakanlıklar vatandaşlık dağıtmıştır ve maalesef bunları dile getiren de yoktur. Ne isterse olsun seçim öncesinde bunların olması şaibelidir. Yani müdahale edilmediği de yalandır çünkü her an ve her saat burada müdahale yapılmaktadır. Hani bunda demokrasi ve hani burada eşitlik ve hukuk? Hangi ülkede o ülkenin vatandaşının irade ve seçim özgürlüğü bu kadar ayaklar altına alınmış ve hangi ülkede o ülkenin gerçek vatandaşı dörtte bir oranına indirilerek oy vermesi ve kaderini belirlemesi bu kadar darbelenmiştir? Sorabilir miyiz? Kim verecek bunların yanıtlarını? Peki, hani burada AB normları? Onu da bırakalım; Seçimler için 1980’li yıllardan miras kalan baraj sistemi 12 Eylül’ün sistemi değil miydi? Hani ortada” 1 parti var” denilerek o parti, eğer denildiği gibi adaletli ve eşitlikçi ve de demokratsa, bu hukuksuzluk ve anti demokratik düzensizlikleri niye ortadan kaldırmıyor? Çünkü o “1 parti” de bu bozukluklardan nemalanmakta. Nerede o “ 1 parti”? AB normlarıymış ve çok hassasmış AB normlarına o “1 parti”? Hadi bakalım Halep ordaysa arşın da burada, uygulasın bakalım o “1 parti” AB normlarını da görelim?
Solcu olduğunu söyleyen arkadaşlar, devamlı olarak boykot uygulanması için çok önemli bir krizin ve başkaldırının olmasını ve topyekûn kavga şartları olmazsa bunun mümkün olmayacağını iddia etmektedirler. Yani devrim şartlarının mümkün olması üzerinde duruyorlar. Âmâ kendilerine Murad arkadaş 1980 öncesi DEV-YOL Hareketi’nin halkı boykot’a çağırdığı üzerinde bildiriler sunmuştur. Konuşma imkânı? Konuşma boykotta da olmaz mı? Medya? Medya da boykot sırasında kullanılamaz mı? Başarı göstereceklermiş? İradesi, self determinasyonu, Söz, örgütlenme ve seçim hakkı elinden alınmış bir ülkede ne başarısı gösterebilecekler? Öncelikle bu ülkede halkın özgürleşmesi için bir kavganın verilmesi ve bu özgürlük mücadelesinden sonra seçimlere katılınması gerekiyordu. Bu kavga verildi mi? Bu halkın bu eşitsiz koşullarda iradesinin mecliste temsil edileceğine emin midirler? Veya kendileri diyalektik olayını gözlerinden geçirseler, daha önce bilhassa 1981 yılından sonra bunca açık müdahaleler varken bu ülkede boykot yapmaktan başka bir çarenin kalmadığını göremezler miydi? YKP’nin de önceleri seçimlere katıldığını ve daha sonra bu yüzden seçimden vazgeçtiğini bu arkadaşlar araştırsalar öğrenebilirdiler sanırım. Peki, ekonomik protokoller? Resmen TC devleti buradaki örgütler ve halk üzerine baskı kurarak 2012-2015 yılları arasında sürmesi gereken ve UBP hükümetinin imzaladığı bu ekonomik protokolleri niye seçimlerden sonra gelecek partileri bağladığını bize açıklamaları gerekiyor. Bu ekonomik protokollerde özelleştirmeler var ve balyoz da gene çalışanın kafasında patlayacak. Hükümete kim gelirse gelsin bu protokolleri uygulamak mecburiyetinde.
Kıbrıslı Türk halkına bu kısır döngü içinde tek bir alternatif kalıyor. Boykot yapıp sos çağrısı yapmak ve direnmek. Bu meydana gelen olumsuzlukları etkili bir pasif direnişle göstermek. Başka türlü alternatif de yoktur. Boykot direnmenin en onurlu eylemidir. Bu pasif direnişe tüm Kıbrıslı Türk halkı katılmalıdır. Başka alternatif de bu yok etme seferberliği içinde maalesef de kalmamıştır. Tekrar boykotu bu defa halk olarak sloganlaştıralım.