Halil Karapaşaoğlu’nun Afrika Gazetesinde “Apartman boşluğu” başlıklı köşesinde yayınlanan yazısı
En son ne zaman başkasının sesini dinlediniz?
En son ne zaman bir şeylerin sesini duydunuz?
O kadar gürültülü ki hayatlarımız…
“Benin” dışında olan her ses, sessizleşiyor istemeden…
Diğerinin sesinden çok “kendi”, “bana” ait olan ses…
Daha önemli…
Bir başka sesi duymak için,
Kendimize ait olan sesi biraz durdurmalıyız zaman zaman…
Sessizleşmeliyiz…
Ve dinlemeliyiz…
“Benin” dışında kalan her şeyi…
* * *
Bilgisayarın ekranında kaçamak…
Uzun yürüyüşlere çıkan…
Kederli biraz…
Biraz boynu bükük…
Karıncanın, devasa ayak sesleri…
İnşaat işçileri…
Demirciler…
Boyacılar…
Mutfakta, güzel şeherli kadının,
Ellerinde kesilen soğanının, havucun, kerevizin sesi…
Ve çığlık çığlığa…
Sokaklara sığmayan çocuklar…
Oyuncaklar…
* * *
En son ne zaman başkasının sesini dinlediniz?
En son ne zaman bir şeylerin sesini duydunuz?
Ülkem…
Memleketim…
Sağırların ülkesi, memleketi…
Kendinden başka her sesi ötekileştiren…
Yabancılaştıranlarla dolu olduğu için…
Dilsizlerin ülkesi, memleketi…
Memleketimin solu dilsiz olduğu kadar…
Bir o kadar da sağır…
* * *
Soruyor sunucu…
Türkiye Cumhuriyeti işgalci…
Türkiye’nin parasını istemiyorsunuz…
Emperyalist güçlerin adadan ayrılmasını talep ediyorsunuz…
Peki sonra?
Ne yapacaksınız?
Üreteceğiz…
Peki nasıl?
Yanıt yok…
Kuzuların, toprağın, portakal bahçelerinin…
Ovalardaki galemlerin…
Bağlardaki üzüm taneciklerinin…
Demirci atölyelerindeki demirin…
Sesini hiç duymamış biri…
Bir solcu her şeyden önce…
Kendini örgüt binasından, sokaktaki eyleme hapseden…
Sonra koltuğuna oturup, kitaplardan en güzel sözcükleri seçip yazılar döşeyen…
Solcular…
Sağırlar, dilsizler…
* * *
Nasıl yapacağız biliyor musun?
Sayın sunucu…
Nasıl işgalden kurtulacağız biliyor musun?
Ankara’ya ne zaman ihtiyacımız olmayacak?
Kendi atölyelerimizi kurduğumuz zaman…
Çalışanların kendi ürettiği işyerlerini yönettiği zaman…
Kolektif mülkiyet deyip, bir ağanın o işyerinin başına geçmediği zaman…
Çalışanlar ağa geldiğinde, kuyruklarını bacak aralarına sokmadığı zaman…
Ne zaman özgürleşeceğiz biliyor musun?
Karşı çıkarak…
Rejime değil…
İlk önce iktidar ilişkileri üreten…
İnsanları korkutarak onları sindiren…
Örgütlenmeye karşı çıkacağız…
Eğer okullarımız ezilenlerin yanında değilse…
Eğer ezilenlerin çocukları hala,
Sendikaların içinde aktif çalışan öğretmenlerden dayak yiyorsa…
Biz orda olacağız…
Özgür okullar kuracağız…
Yoksulluğun kalbinde…
Muhafazakârlığın en yoğun olduğu bölgede…
Sonra hayal etmeyi öğreneceğiz yeniden…
Hep birlikte…
Karşılık beklemeden…
Hiçbir iktidar ilişkisi içine girmeden…
Yönetmeden…
Yönetilmeden…
Özgür okullar kuracağız…
Devlette öğretmenlik yapıp…
Evinde,
Dershanesinde özel ders veren en devrimci öğretmene karşı…
Ürettiğimiz yeni ilişkiler üstünden,
Kendi parklarımızı inşa edeceğiz…
Gerekirse işgal edeceğiz kullanılmayan, atıl arazileri…
Sonra o heyecanla…
Hayalle kendi atölyelerimizi kuracağız…
Şimdi üreteceğiz devrimi beklemeden…
Şimdiden devrime başlayacağız…
“Nasıl yapacaksınız?” diye soranlara…
Biz zaten kendi okullarımızı, atölyelerimizi, bahçelerimizi, parklarımızı yaptık diyeceğiz…
Kurtarılmış bölgeler göstereceğiz…
Otonomlar…
Toplumdan kopmayan toplumla çoğalan…
O zaman öz güveni yerine gelecek halkımın…
İnanacak kurtarıcılar olmadan…
Kendini kurtarabildiğine…
Yoksa
İstediğiniz kadar konuşun…
Yazın…
İstediğiniz kadar eylemlerde kafalar sayın…
İstediğiniz kadar…
Dokunamazsanız insanın hayatına…
Değiştiremezseniz bir mahallenin kaderini…
İstediğiniz kadar saklanın sloganların, bayrakların arkasına…
* * *
Bir başkasının sesini dinlemek…
Bir şeylerin sesini duymak…
Belki unuttuğumuz bir şeyleri hatırlatır bize…
Belki bilmediğimiz bir şeyleri öğretir…
Hayat denilen tutku…
Yaşam denilen aşk…
Yenile yenile…
Hep en baştan başlayarak…
Ama hep keşfederek…
Deneyerek…
Dinleyerek…
Yeniden yeniden yaparak…
Yaşanır ancak…